Kurulduğu günden bugüne yaptığı çalışmalarla toplumu her açıdan geliştirmeyi hedefleyen İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği, şimdi projeksiyonu geleceğe tutuyor. Önümüzdeki 10-15 yıllık dönemde neyi başarmamız gerektiğine yönelik çalışmalar kapsamında, Geleceğin Türkiye’si projesiyle alanında uzman kişilere araştırma raporları hazırlatıyor. Sekiz ana başlıkta yayınlanacak olan raporların ilki, Geleceğin Türkiye’sinde Eğitim başlığıyla yayınlandı. Eğitim Bilimci Yusuf Alpaydın’ın hazırladığı rapora göre 2000’li yıllardan itibaren eğitimde yapılan çalışmalar incelenerek, önümüzdeki 10-15 yılda eğitimde geleceğimiz noktalar tespit edildi. Yusuf Alpaydın’la Türkiye’deki eğitimin tıkandığı noktaları konuştuk.
Geleceğin Türkiye’sinde Eğitim başlıklı raporunuz yayınlandı. Nasıl bir tablo ortaya çıktı? Ümitli olabilir miyiz?
Geleceğe doğru baktığımızda işin doğrusu ben iyimserim. Çünkü Türkiye’nin milli gelir seviyesi de toplumun eğitim seviyesi de yükseliyor. Şu an 18-25 yaş aralığındaki gençlerin neredeyse yarısı yüksek öğretime dahil olmuş durumda. Eğitimli ebeveynin çocukları daha farklı yetişiyor. Diğer ülkelerde eğitimdeki başarının en büyük belirleyicisi, ebeveynin daha yüksek eğitimli olması. Yüksek eğitimli insan çocuğa daha iyi rehberlik yapabiliyor, eğitimi daha çok benimseyip, okulla işbirliği içinde olabiliyor. Aile içinde konuşulan dil, kelime hazinesi daha zengin olduğu için, çocukların zihinsel gelişimi de daha iyi oluyor.
AK Parti döneminde eğitimde gerçekleşen politikalara baktığımızda, nelere odaklanıldı ve hangi alanlarda iyileşme yaşandı?
Niceliksel olarak önemli iyileşmeler var. Okullaşma oranı artmış, her kademede öğrenci sayıları, derslik sayıları artmış, en çok da öğretmen sayıları artmış. Öğretmen sayısı neredeyse iki katına çıkmış. Genel istatistiğe baktığınız zaman ilkokullarda derslik başına düşen öğrenci sayısı Türkiye genelinde 18 gözüküyor ama bölgesel farklılıklar var. İstanbul’un bir ilçesinde bu rakam 30’lara çıkarken, diğer ilçesinde 17 olabiliyor. Evet, bir iyileşme oluşturmuşuz, ama bunu dengeli bir şekilde dağıtamamışız gibi gözüküyor. Bunların yanı sıra bir takım performanslara, öğrencilerimizin yurt dışındaki başarılarına baktığımızda, iyi bir noktada değiliz. Yıllar içerisinde bir gelişme var, fakat başarı sıramız pek iç açıcı değil.
Derslik yapmak mantıklı değil
Niceliksel olarak bu kadar iyileştirme var fakat belli bir başarıyı yakalayamamışız. Bunun sebepleri neler?
Birçok faktör var ancak bunun en büyük sebebi dezavantajlı (yoksul ve eğitimsiz aileden gelen) çocuk sayısının fazla olmasına bağlanıyor. Nüfusun eğitim seviyesi, milli gelir seviyesi bunlar önemli faktörler. Okullar arasında çok büyük farklar olduğu ve bunun eğitimi etkilediği birçok raporda ortaya çıkıyor zaten. Mahalleler arasında bile farklar var. Zenginlerin oturduğu mahallelerdeki devlet okulları bile daha iyi. Bunlar ciddi bir ayrışma ortaya çıkarıyor. Dezavantajlı diyebileceğimiz çocukların oranı biraz daha fazla olduğu için, başarı da düşük çıkıyor deniliyor.
Genç nüfus azaldığı için dersliklerden çok içeriğe yatırım yapalım denmiş raporda. Özellikle son yıllarda aldığımız göçle birlikte artış olması gerekmiyor mu?
Şu anda hala artış var ama bu artış artık zirvelerde. Bundan sonra yavaş yavaş azalma trendine girecek. Çünkü doğurganlık azalıyor. Doğurganlığın eğitime yansıması beş-altı sene sonra oluyor. Göçten dolayı liselerde biraz daha okullaşma artabilir ama yıldan yıla ilkokuldan gelen öğrenci sayısı Suriyelilerin bu sisteme girmelerine rağmen azalmaya devam ediyor. Dolayısıyla göçün çok etkileyeceğini düşünmüyorum. Bu sebepten dolayı derslik yapmak şu an çok mantıklı değil. Beş sene sonra o derslik boşa çıkacak çünkü. Bunun karşılığında özel okul teşviklerinin devam etmesi gerekiyor. Çünkü özel okullarda derslikler boş.
Özel okullar gerekli mi bu sistem içinde?
Özel okul sektörünü teşvik etmek 80’lerden beri bir devlet politikası. Bir ülkede özel okulların oranının yüksek olması, insanların eğitime yatırım yaptığını, eğitim için kaynak ayırdığını gösterir. Özel okullar kamuya göre daha dinamik, daha esnek, daha yenilikçi olduğu için, eğitimde yeniliklerin ortaya çıkmasında da avantaj oluyor. Kamunun da hizmet kalitesinin artırılmasına yönelik bir baskı oluşturuyor. Bir yenilik çıkınca diğer okullar da uygulayabiliyor. Bir zenginlik, bir çeşitlilik olarak bakmak lazım.
Köklü bir reform yapılmalı
Öğretmenlerin devlet memurluğu rahatlığından çıkıp özgüvenli bir şekilde kariyer geliştirebilmeleri için neler yapılabilir?
Birkaç şey bir arada yapılması gerekiyor. Öncelikle eğitimde yönetim sisteminin genel mantığıyla ilgili köklü bir reforma ihtiyaç var. Yerinden bir yönetim olursa bu kariyer sistemi dediğimiz şey daha işe almadan başlayıp, işi sonlandırmaya kadar devam eder. Bunların birbirine entegre olması lazım. Eğitim sistemini yöneten, okulları yöneten birimlerin öğretmeni daha alırken tanıyarak alabilmesi, süreç içerisinde izleyebilmesi, geri bildirim verebilmesi, iyi bir şey yaptığında takdir edebilmesi lazım. Ankara’dan bir milyon öğretmenin işlemlerini yapıp yönettiğimiz merkezi bir sistemle çalışıyoruz şimdi. Burada başarı beklemek mümkün değil.
Yerinden yönetim olursa nasıl bir model önerirsiniz?
Bölge Hastaneler Birliği 5-10 hastaneyi bir merkezden yönettiği gibi eğitimde de bölge modeline geçebiliriz. İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerini dönüştürmek çok zor. Küçük bir ilçede bunun karşılığı olabilir ama mesela İstanbul’un büyük bir ilçesinde 60-70 tane okulu olan bir ilçe milli eğitim müdürü okulları nasıl tanıyacak? Okulların ihtiyaçlarını nasıl bilecek? Yönetilebilir bir ölçek olması lazım. 60 bin okul bakanlığa ihtiyaç listesi gönderiyor. Milli Eğitim hangi okulun ihtiyacı var bilemez. Kim daha çok ısrar edip, araya birini sokarsa, o okula kaynak gidiyor. Bu yönetilebilir bir şey değil. Yerinden ve okul merkezli olması lazım, yetkilerin bir kısmının bölge yönetimine, bir kısmının da okul müdürlüğüne verilmesi gerekiyor.
Siyasetin aceleci olması sorun
Yerinden yönetim biraz da eğitimin siyasetten uzaklaştırılmasını mı içeriyor? Eğitim siyasetten uzaklaştırılırsa nasıl bir tablo ortaya çıkar?
Ona da katkısı olabilir. Bütün bir yetkinin bir elde olması bazen sistemin çok kolay değişmesine sebep olabiliyor. Ama yetkiler biraz yerele devredilebildiğinde, değişiklikler daha çok tartışılır. Siyaset tabii ki müdahale edecek, toplumdan bunun için yetki alıyor. Ama daha sorumlu davranması gerekiyor. Siyaset üstü eğitim çok doğru ve gerçekçi bir yaklaşım değil. Eğitimin siyasi olması sorun değil, siyasetin biraz aceleci olması geçmişten günümüze önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Eğitim sisteminin ve sınav sisteminin sürekli değişmesi okullar arasındaki adaletsizlikle mi alakalı? Sistemdeki adaletsizliğin giderilmesi için önerileriniz var mı?
Adaletsizlikler azaltıldığında eğitim sisteminin toplam başarısı artacaktır. Eğitimin bileşenleri belli nihayetinde. Eğitimin bir felsefesi olması gerekiyor. Bizim eğitim sisteminin bütünlüklü bir felsefesi yok. Kendimize özgü ürettiğimiz bir düşünce yok, benimsenen düşünceler de karma. Diğer taraftan programlar, materyaller, müfredat, öğretmen, yönetim sistemi eğitim sisteminin temel birleşenleri. Okulun dışına çıktığımızda da çok önemli olarak aile var. Bunların hepsinde toptan bir iyileşme olmadan, eğitimde başarıyı sağlamak mümkün değil.
Dini eğitimle iyi eğitim birlikte verilmeli
Raporunuzda muhafazakar kesimin eğitimden beklentilerinden söz ettiniz. AK Parti iktidarında eğitimde yapılan değişikliklerle bu beklentiler karşılanmış oldu mu?
Muhafazakar kesim, İmam Hatip’in önündeki engel kalksın, başörtüsüyle eğitim serbest olsun, sadece din kültürü dersi din eğitimi için yeterli olmayabilir, biraz daha farklı dersler olsun istiyordu. Bunlar sağlanmış oldu. Burada bazı ön yargılara da değinmeden geçmek olmaz. AK Parti’ye nüfusun yüzde 50’si oy veriyor. Toplumun yüzde 70’i ise kendini muhafazakar olarak tanımlıyor. Ama İmam Hatiplerin oranı yüzde 13. Bu çok anlamlı gibi gelmiyor.
Veli bir yandan iyi eğitim istiyor, bir yandan da çocuğu dini eğitim alsın istiyor. İyi eğitim diye kodladığı okulla birlikte dini eğitim alınan okul karşı karşıya geldiğindeyse, çoğunluğu öteki tarafı tercih ediyor. Toplumun bu algısını biraz psikolojik bir yanılsama olarak görüyorum. Okullar arasında önemli bir farklılık yok, asıl fark, başarılı diye kodlanan okullara gönderilen başarılı öğrencilerde. Veliler başarılı çocuklarını İmam Hatiplere gönderirse, İmam Hatiplerin de başarısı yükselecektir. Bu ikisi birlikte verildiğinde talep karşılanmış olacak. Din eğitimi dediğimiz şey bir kültür, bir havayla olan bir şey. Namaz kılmak gibi dinin pratiklerini birlikte yapmayı gerektirir. Genel liselerde bunu bir kültür haline dönüştürmek zor. İmam Hatiplere teşvik etmek ve talebe bağlı olarak artırmak iyi bir seçenek olarak duruyor.
Bize ait bilim yapalım
28 Şubat döneminde İmam Hatipler çok karalandı ve içi boşaltıldı. İnsanların bu yönde çekinceleri var. İsmi değiştirilerek eğitime devam etmeleri nasıl sonuç verir?
Düşünülebilir. Aslında İmam Hatiplerde din eğitiminin ağırlığı çok az. Ama veliler burada imam yetiştiriliyor sanıyor. Teşvik edilmesi, kalitesinin artırılması, oranının da ona göre artırılması lazım. İmam Hatipler Türkiye’de ürettiğimiz bir model. Modern bilimlerle İslami ilimleri bir biriyle çok ilişkili olmasa bile bir arada vermeye çalıştığımız bir eğitim kurumu. Bunların da bütünleştirileceği bir aşamaya doğru gitmemiz lazım. Kendi bilimimizi üretmeden eğitimde çok fazla yol alma şansımız yok. Örneğin Fen Bilimleri dediğimiz bilimler çok objektif ve evrensel diye düşünülüyor ama öyle değil. Şu an modern Fen Bilimleri Avrupa’da teknolojinin yardımcısı haline getirilmiş. Fizik Bilimi, Matematik Bilimi bilgisayarı veya bir aleti üretmeye yardımcı olduğu zaman kıymetli hale geldi. Halbuki bilim ve teknik dediğimiz şey birbirinden ayrı şeylerdir. Bilimler en nihayetinde kendini tanımak, tabiatı tanımak ve dolayısıyla da yaratıcıyı tanımak içindir. Eğer kainatı yaratan Allah’ı tanırsak, en bilgili ve aynı zamanda en güçlü biz oluruz. Bizdeki bilim anlayışı temelde böyle bir felsefeye dayanıyor. Dolayısıyla kendi bilimimiz derken bunları kastediyorum. Amaç böyle olunca bilimin konusu da tarzı da değişir. Sadece İmam Hatip yapmak yetmiyor. Onun içinde verilecek bilgiyi de bize ait olarak üretmemiz lazım.
***
OKUL MÜDÜRÜ KENDİNİ MAKİNE GİBİ GÖRÜYO
Bütün bu söyledikleriniz teoride konuşulan fakat uygulaması yapılamayan şeyler. Teori ile uygulama arasındaki fark nasıl kapanır?
Yine aynı konuya gelerek bunun cevabını verebilirim. Yerinden okul merkezli yönetimle birlikte performans yönetimi bu işin kilit noktası. Bu ikisi olmadan uygulamada sistemin gelişmesi mümkün değil. Şu anda her şey çok mekanik ve bürokratik. En ufak bir sorunu çözmek için bile çok uzun zamana ihtiyaç var. Mesela ben burada sivil toplum kurumu yöneticisiyim. Binanın tasarımından, orada yapılacak etkinliğe kadar benim bir yetki alanım, esnekliğim var. Bunları yapabildiğim için ben burayı daha çok sahipleniyorum, daha çok emek veriyorum. Okul müdürleri bir süre sonra kendisini bir makine gibi görmeye başlıyor. Sistem katkı yapmasına olanak vermiyor. Katkı yapamayınca, ne öğretmen ne de müdür okulu benimseyemiyor. Merkezi yönetim inisiyatif alanını daraltıyor. Bunlar yıllardır bilinen ve ifade edilen şeyler. Ama güvenlik nedeniyle yerinden yönetim modeline geçilmiyor. Okulların yönetimlerini yerel birimlere devredersek, bazı bölgelerde iş kontrolden çıkabilir diye düşünülüyor. Şimdilik buna güvenilmiyor. Ama bunlar yönetilebilecek şeyler.