Başkan’ın yolu

Türkiye’nin yeni yönetim modeli “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin altındaki en önemli imza hiç kuşkusuz Recep Tayyip Erdoğan’a ait. “Türkiye’nin yarım asırlık başkanlık öyküsü nasıl başladı, nasıl devam etti ve ne şekilde nihayetlendi” diye sorduğumuzda, her kritik dönemecin ardında Erdoğan’ın ismini görüyoruz. Yüz yıla yaklaşan cumhuriyetin hiç bitmeyen sistem tartışmaları, Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı ve vizyoner yaklaşımıyla nihayete ermiş görünüyor.

Kuvvetler birliğiyle başlayan Cumhuriyet hikâyemiz, dünyada esen demokrasi rüzgârının da etkisiyle demokratik parlamenter sisteme evrildi. 27 Mayıs darbesiyle birlikte parlamenter sistemin bir parçası haline gelen vesayetçi kurumlar ise bir başka darbede 12 Eylül’de kaldırıldı. Kenan Evren liderliğindeki 12 Eylül yönetiminin sistemin içine monte ettiği asker gölgesi ise nihayet 24 Haziran seçimleriyle tamamen yok edilmiş oldu. Yüz yıla yaklaşan cumhuriyetin hiç bitmeyen sistem tartışmaları, Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı ve vizyoner yaklaşımıyla nihayete ermiş görünüyor. Resmi adı Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi olarak tanımlansa da klasik bir “başkanlık sistemi” olan yeni dönemde, sistem içi tartışmaların yerine hizmet odaklı icraatın gündeme geleceğine kesin gözüyle bakılıyor.

SEÇİLMİŞ SİYASİLERİN KIZIL ELMASI: BAŞKANLIK

Sadece koalisyon dönemlerinde değil, kısa Cumhuriyet tarihinde neredeyse her kritik dönemde “başkanlık sistemini” seslendirenlere rastladık. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türkiye, fiili olarak güçlü cumhurbaşkanlığı modeliyle yönetildi. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucu lider olmasının da etkisiyle yönetimin merkezinde güçlü bir Cumhurbaşkanı yer alıyordu. Türk devlet felsefesiyle de uyumlu bir görüntü çizen model, 2. Dünya Savaşı sonrası değişmeye başladı.

Dünyadaki değişim rüzgârlarının da etkisiyle Demokrat Parti’de güçlü başbakanlık koltuğunda Adnan Menderes, temsili bir Cumhurbaşkanlığı görevinde ise Celal Bayar yer alıyordu. 27 Mayıs ile başlayan vesayetçi dönemde asker cumhurbaşkanları sistemin kontrolünü, seçilmiş başbakanlar ise icraattan sorumlu olarak Türk tipi demokrasinin örneğini sergilediler.

Darbeler, muhtıralar, koalisyonlar ve siyasi krizler ile geçen 1960 ve sonrasında seçilmiş siyasilerin çözüm olarak önerdikleri tek sistem neredeyse başkanlık sistemi oluyordu. Müdahaleye açık parlamenter sistem ile yola devam edilemeyeceğini gören her iktidar, başkanlık sistemini öneriyor ama bunun için toplumsal uzlaşma bir türlü sağlanamıyordu.

İLK KEZ ERBAKAN ÖNERDİ

Türkiye’nin koşar adım siyasi ve ekonomik krizlere yol aldığı 1970’lerde tehlikeyi sezen Necmettin Erbakan, “Devlet ve Hükümet Başkanlıkları birleştirilmeli ve Başkanı millet seçmeli” diyerek yeni bir model önermişti ama bu öneri ancak 45 yıl sonra gerçeğe dönüşebildi. Dönemin bir diğer güçlü siyasetçisi MHP lideri Alparslan Türkeş ise yürütme organını güçlendirmek için Devlet Başkanı’nı doğrudan doğruya halkın seçmesini istiyordu. Cumhuriyet tarihi boyunca bir kızıl elma olarak hep gündeme gelen başkanlık sistemi, 1990 sonrası daha sık tartışılmaya başlandı. Yönetim sorumluluğunu üstlenen her lider, yönetilemeyen Türkiye’yi ancak yeni bir sistem tercihi ile aşabileceklerine inandı. Koalisyonlar döneminin geldiğini gören Turgut Özal, başkanlık tartışmalarını yüksek sesle ifade etti ama adım atmak için ne koşullar ne de ömrü yetti.

Özal sonrası Çankaya Köşkü’ne çıkan Süleyman Demirel de kaçınılmaz şekilde kendini başkanlık tartışmalarının içinde bulundu. Erkler arasındaki çatışma, çok parçalı siyaset yapısı ve vesayetçi yapılara davetiye çıkartan zayıf iktidarların çözümünün ‘başkanlık’ olduğunu düşünüyordu ama bunu ne yüksek sesle ifade edebildi ne de değişim için adım attı. Türkiye’nin yüz yıllık sistem değişimi için henüz beklenen dönem gelmemişti.

367 KRİZİYLE TAŞLAR YERİNDEN OYNADI

Türkiye’nin sistem değişiminin hikâyesini anlatırken siyasi tarihe 367 krizi olarak geçen olayı hatırlamamak imkânsız. AK Partili bir Cumhurbaşkanı istemeyen çevrelerin antidemokratik girişimleri aslında bugünkü sistem değişiminin de taşlarını ördü. Vesayetçi çevrelerin “Eşi başörtülü Cumhurbaşkanı”nı engelleme girişimleri siyasi krize dönüştü ve bu kriz bugüne kadar uzanan bir değişimin ilk adımı oldu. Emekli Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun icadı 367 krizi, sonunda Erdoğan’ın sistemi değiştiren lider olarak tarihe geçmesine yol açtı.

CHP’nin boykot kararına dönemin siyasi partileri ANAP ve DYP de destek verince Cumhurbaşkanı seçemeyen bir ülke tablosuyla karşılaşılmıştı. İşte tam da bu kriz sırasında ANAP Lideri Erkan Mumcu’nun ortaya attığı bir teklif tartışılmaya başlandı. Mumcu, Cumhurbaşkanını halkın seçmesini öneriyordu. Krizi aşmaya çalışan AK Parti, bu teklife de olumlu baktı ve referanduma sunulan değişiklik ile Cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar verildi.

SİSTEMİN DENGELERİNİ SARSAN DÜZENLEME

Erkan Mumcu’nun sürpriz önerisinin Türkiye Cumhuriyeti’nin yerleşik sisteminde bu kadar köklü değişikliğe yol açacağını hiç kimse tahmin edemedi. Tüm kamuoyu yeni cumhurbaşkanının kim olacağına odaklanmış ve erken seçimin ardından oluşacak Meclis tablosunu görmeye çalışıyordu. Seçimlerden zaferle çıkan AK Parti, Cumhurbaşkanlığı için gerekli olan salt çoğunluğu yine bulamadı. Anayasa bir sonraki seçimde cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngörüyordu ve iş yine TBMM’nin kararına kalmıştı. Erken seçimle birlikte yeniden meclise dönen MHP ve genel başkanı Devlet Bahçeli, bir kez daha krizi çözen isim oldu.

“Milletin iradesini görmezden gelemeyeceklerini” vurgulayan Bahçeli, seçimde AK Parti adayını desteklemeseler de demokrasinin gereği olarak TBMM’de olacaklarını açıkladı. İşte krizin aşıldığı bu karar sonrası TBMM yeni Cumhurbaşkanını seçti. Meclisin seçtiği son cumhurbaşkanı AK Parti adayı Abdullah Gül’dü. Yedi yıl olarak göreve seçilen Gül’ün ardından ise Anayasa gereği halkın seçeceği bir Cumhurbaşkanı koltuğa oturacaktı.

Türkiye’de normalleşmenin hız kazandığı, demokrasi dışı güçlerin sistem üzerindeki ağırlığını kaybettiği bu dönemde AK Parti, yapısal sorunlara çözüm arıyordu. Sistemdeki asker ağırlığının geriletilmesi en temel hedefti. Sivil siyaseti öne çıkartarak bu süreci atlatmaya çalışan AK Parti, kapatma davaları gibi demokrasi dışı arayışlara rağmen gücünü kaybetmedi.

SİYASİ GÜCÜ ARTAN CUMHURBAŞKANI

12 Eylül Anayasası’nın getirdiği Türk siyasi sistemi güçlü ama sorumsuz bir cumhurbaşkanlığı makamı hediye etmişti. Yürütmenin başı olan Başbakan ile neredeyse sorun yaşamayan Cumhurbaşkanı yoktu. Siyasi sorumluluğu üstlenen Başbakan ile yaşanan yetki karmaşası sırasında Cumhurbaşkanı’nın rolü önem kazanıyordu. İki makamın yaşadığı kişisel çatışma dahi ciddi ekonomik krizlere yol açabiliyordu. Anayasa kitapçığı gibi olaylar aslında tek değildi. Erdoğan ile Gül’ün uyumu sistem krizinin bir süreliğine unutulmasını sağlamıştı ama Türkiye’nin önünde artık halkın seçtiği cumhurbaşkanı vardı.

Muhalefetin ortak adayına rağmen, Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk turda Cumhurbaşkanı seçildiğinde tarih 10 Ağustos 2014’ü gösteriyordu. Türkiye’nin doğrudan halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın sistem üzerindeki ağırlığı da artmıştı. Uzun yıllar aktif siyasetin içinde yer alan kurucu genel başkanı olduğu partiyle her seçimde sandıktan zaferle çıkan Erdoğan, artık tıkanmış sistemin Türkiye’yi daha ileriye götüremeyeceğini sıklıkla vurguluyordu. Meclis tablosu Anayasa değişikliği için imkân tanımıyordu. Muhalefet ise “seni başkan seçtirmeyeceğiz” kampanyasının peşine takılmıştı.

Türkiye, 7 Haziran 2015 seçimlerine gölgede kalan başkanlık tartışmalarıyla gitti. AK Parti, çekingen bir şekilde başkanlık sistemini savunurken muhalefetin kampanyasında sürpriz yoktu. HDP’nin peşine takılan CHP için tek başarı kıstası Erdoğan’ın başkanlık sistemini getireceği bir meclis tablosuna ulaşamamasıydı. Öyle de oldu ve 7 Haziran seçimleri siyasi bir kırılmaya yol açtı. Erdoğansız girilen ilk seçimde çoğunluğu yitiren AK Parti tekrarlanan seçimlerde yüzde 49 gibi büyük bir zafere imza attı.

PARLAMENTER SİSTEMİN YAPISAL KRİZLERİ

Ahmet Davutoğlu’nun genel başkanlığında girilen 1 Kasım seçimlerinin ardından, Türkiye’nin olası krizlere karşı daha güçlü bir sisteme sahip olmasını savunan Erdoğan, yeni seçilen TBMM’nin “başkanlık sistemi” için çalışmasını arzu ediyordu.

Parti içinde alttan alta süren başkanlık tartışmaları genel başkan değişimine kadar gitti. Binali Yıldırım’ın genel başkan olduğu AK Parti olağanüstü kongresinden çıkan mesaj, kurucu genel başkanın merkezinde yer alacağı bir başkanlık sistemi arayışıydı. AK Parti, yaşanan krizleri Erdoğan’ın liderliğini yürüteceği başkanlık ile aşacağına inanıyordu.

Türkiye artık yol ayrımındaydı. Sürdürülemez parlamenter sistem yerine Türk tipi başkanlık sisteminin zamanı gelmişti. Seçilmiş her siyasi liderin alternatif olarak önerdiği başkanlık için artık güçlü bir adım gerekiyordu. Bu adım hiç tahmin edilemeyen olayların ardından gelecekti.

15 TEMMUZ: ŞERDEN DOĞAN HAYIR

Cumhuriyet tarihinin belki de en kara gecesiydi 15 Temmuz. FETÖ’nün darbe girişiminde bulunduğu o gece, aslında şer gibi görünen nice olaylarda hayır olduğunun anlaşılmasını sağladı. Bir milletin destansı direnişinin ardından FETÖ’cü darbecilerle birlikte son vesayet odakları da tarihe karışıyordu. Darbecilere karşı tüm milleti meydanlara çağıran Erdoğan, kara gecenin sabahında yeni Türkiye’nin işaretini verdi. 15 Temmuz’un ardından doğan Yenikapı ruhu, doğal olarak siyaseti de etkiledi. Darbe girişimine ilk tepki gösterenlerden biri olan MHP Lideri Bahçeli, bir kez daha bilge siyasetçi olarak varlığını hissettirdi. Sadece 15 Temmuz gecesi meşru iktidarın yanında yer almadı, Türk demokrasisini dönüştürecek kadronun da en önemli destekçisi oldu. Yenikapı’da ilan edilen demokrasi ruhunu kararlılıkla savunan MHP lideri, CHP’nin başını çektiği muhalefet bloğundan ayrılarak AK Parti ile sistemi dönüştürecek “tarihi ittifakı” kurdu. Devlet içerisindeki FETÖ yapılanmasının temizlenmesine koşulsuz destek veren Bahçeli, bunun için OHAL’in hem gerekliliğini savundu, hem de TBMM’de kabulü için el kaldırdı.

BAHÇELİ’NİN KİLİDİ AÇAN SÜRPRİZ DESTEĞİ

Türk siyasi tarihinde aldığı kritik kararlarla değişimler başlatan MHP Lideri Bahçeli’nin başkanlığa giden yoldaki katkısı tartışılamaz. 2001’de erken seçim kararı alarak AK Parti’nin önünü açan MHP Lideri, 367 krizinin aşılmasında da etkin isimdi. Meclis’teki başörtüsü düzenlemesinden terörle mücadele yasalarına kadar Hükümet’in ihtiyaç duyduğu can suyunu her defasında tedarik eden Bahçeli, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ise Erdoğan ile kader birliği yaptı.

İçeride FETÖ ile mücadele eden Türkiye, hemen güney sınırındaki iç savaşın doğurduğu terörü yok etmek için sınır ötesi operasyondan başka çözüm bulamadı. Fırat Kalkanı Harekâtı ile başlayan süreçte ABD’nin planladığı terör koridorunu darmadağın eden Türkiye, proje terör örgütlerine karşı asla geri adım atmayacağının işaretini verdi.

AK Parti ile MHP arasındaki adı konulmamış ittifak, Türkiye’yi dönüştürecek kararlar alıyordu. Parti gruplarının belirlediği komisyon Anayasa değişikliği için harekete geçti. Haftalarca çalışan komisyonun belirlediği Anayasa değişikliği teklifi tüm engellemelere rağmen TBMM’den onay aldı ve artık son karar için milletin önüneydi.

REFERANDUM İLE DEĞİŞEN SİSTEM

MHP sözünü tutmuş sadece Meclis’teki oylamada değil sandıkta da Anayasa değişikliği için desteğini ilan etmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şehir şehir meydanlara çıktığı mitinglerde Bahçeli de yer alıyor ve AK Parti ile MHP işbirliği sistemi dönüştüren adımlar atmayı sürdürüyordu. Muhalefetin kurduğu “hayır” bloğunun tüm çabası Erdoğan’ın başkanlığının engellemek üzerineydi. Erdoğan ve Bahçeli ittifakının karşısında oluşan cephenin öncülüğünü ise HDP, CHP, MHP’den istifa eden muhalifler ve marjinal sol gruplar oluşturuyordu.

Girdiği her seçimden zaferle çıkan Erdoğan için belki de en kritik seçim 16 Nisan Anayasa Referandumuydu. Baraj artık yüzde 50’ye çıkmış ve her iki seçmenden birinin değişikliğe onay vermesi gerekiyordu. Sadece yurt içinden değil yurt dışından da destek vardı “hayır” bloğuna. Pek çok Avrupa ülkesi antidemokratik bir şekilde AK Partili isimlerin propaganda yapmasına engel çıkartıyordu. Başta Almanya olmak üzere Hollanda ve Avusturya gibi ülkeler açık açık “hayır” için destek veriyordu.

16 Nisan’da sandığa giden millet bir kez daha değişimden yana tutum aldı ve Anayasa değişikliği kabul edilmesiyle Türkiye’nin önünü tıkayan sistem tarihe karıştı. Artık 2019’da Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yönetilmeye başlayacak ve yönetimdeki ikilik son bulacaktı.

BEKLEMEYE TAHAMMÜL YOK

Türkiye adım adım başkanlık sistemine gidiyordu. Cumhurbaşkanlığı makamında partili bir isim yer alıyordu. Aynı zamanda AK Parti Genel Başkanı olan Erdoğan, hem başkomutan olarak görev yapıyor hem de partisini yönetiyordu. Anayasa değişikliğiyle kabul edilen yeni sistemin bazı maddeleri hemen uygulanmaya başlamıştı ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için 2019 seçimlerini beklemek gerekiyordu. MHP Lideri Bahçeli bir sürpriz daha yaptı ve 26 Ağustos 2018’de erken seçim istedi. Bu talebi değerlendiren AK Parti, farklı bir öneriyle halkın karşısına çıktı. Bahçeli ile görüşen Erdoğan, beklemenin gereksiz olduğunu ve 24 Haziran’da seçimlerin yapılabileceğini duyurdu.

Türkiye bir kez daha sandık başına girerken, pek çok yenilikle de tanışıyordu. AK Parti ve MHP’nin kurduğu “cumhur ittifakı” açık bir şekilde tavrını başkanlık sisteminden yana koyarken, CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi’nin kurduğu “millet ittifakı” ise ısrarla parlamenter sisteme geri döneceklerini vurguluyordu. Değişim isteyenler ile yıkım bloğunun kıran kırana geçen propaganda döneminde son sözü yine millet söyledi.

24 Haziran gecesi sandıklar açıldığında kaybedenler sürpriz değildi. Günah keçisi ilan edilen Anadolu Ajansı’nın yayınladığı rakamlara uzun süre “dezenformasyon yapılıyor” diye karşı çıkanlar ilerleyen saatlerde yenilgiyi kabullenmek durumunda kaldı. Sandık bir kez daha değişimden yana tavır almış ve Erdoğan’ın liderliği tescillenmişti. Yeni dönemin adı Başkanlık, lideri ise Erdoğan’dı.

24 HAZİRAN: BAŞKANLIK HEMEN ŞİMDİ!

Aslında hikâye, vesayetçi çevrelerin 367 krizini çıkarttıkları o gün yazılmaya başlanmıştı. O günün aktörleri de bugünün yıkım bloğu da Erdoğan’ı durdurmaya ve siyasetin dışına itmeye çalışıyordu ama “göklerden gelen bir karar vardı” ve 24 Haziran akşamı Huber Köşkü önünde mikrofondan ilan edildiği gibi: “Yürüyeceksin, millet yürüyecek arkandan…”

Benzer konular