Türkiye, Irak’ın kuzeyinde İsrail güdümlü bir devlet kurulması tehlikesiyle karşı karşıya. Bu tehlikenin baş aktörü ise, Türkiye’nin uzun yıllar boyunca dostluk eli uzattığı Kürt lider Mesud Barzani. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı olan Barzani’nin Ortadoğu gerçeklerini ve uluslararası dengeleri hiçe sayarak, yangından mal kaçırırcasına düzenlediği “bağımsızlık referandumu”, Türkiye’nin bir numaralı gündem maddesi olması gerekirken ne hikmetse basınımız tarafından pek az ilgi gördü. Meseleye ilgi gösterenler ise ya Barzani’nin ne kadar muhteşem bir insan olduğundan dem vurdular ya da Irak’ın parçalanmasını mahalleye yeni bir kuruyemişçi dükkânı açılıyormuşçasına doğal karşıladılar.
Medyamızda kimlerin suskunluğa gömüldüğü, kimlerin tam gaz Barzani PR’ı yaptığı ve kimlerin de ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan sesini yükselttikten sonra konuşmaya başladığına geçmeden önce, en çok kullanılan argümanlar hakkında birkaç şey söylemek gerekiyor.
“Barzani ile geçmişten bugüne uzanan iyi ilişkilerimizi çöpe atacak hamlelerden kaçınmalıyız.” Bu uyarıyı yapan gazetecilerin hiçbiri “Barzani’nin Türkiye ile ilişkilerini çöpe atmak pahasına neden böyle bir işe kalkıştığı” sorusunu sormadı. Bir devlet ile bir aşiret arasındaki siyasal ilişkiyi iki komşu çocuğunun oyuncak kavgasına indirgeyen ve yalnızca bir tarafı suçlu bulan bu yaklaşımın ne kadar “demokratik” olduğu ortada.
Referandum olmasın diye ‘çırpınan’ PKK
“PKK ile Barzani arasındaki gerilimi, PKK’nın referanduma karşı çıktığını nasıl görmezsiniz?” Açıkçası, bu iddiayı destekleyen tek bir sağlam kanıt dahi yok ortada. PKK’nın bir şeye “gerçekten” karşı olduğunda nasıl hareket ettiğini, kimleri konuşturduğunu, canlı bombaları nasıl sahaya sürdüğünü en iyi bilen ülkeyiz. Kaldı ki Kerkük’te Peşmerge gözetiminde giderek büyüyen bir PKK varlığı olduğu herkesin malumu. Bazı gazetecilerin sosyal medyada “PKK Barzani’ye karşı!” diye paylaştığı haberlere baktığımızda gördüğümüz içerik ise şundan ibaret: “PKK’nın bir yöneticisinin dayısının oğlunun mahalleden tanıdığı bakkal sahibi, Barzani aşiretine sempati duyan bir Ezidi köylüsünün bindiği otobüsün şoförünü kınadı!”
“Barzani şimdiye kadar bize bir kötülük yapmadı, onu bundan sonrası için bir tehdit görmek ne kadar mantıklı?” Bu söylemi bu kadar rahat biçimde savunan köşe yazarlarının hiç değilse 7 Haziran seçimlerini hatırlamasını bekliyor insan. Barajı geçerek meclise giren HDP de “görünürde” bir kötülük yapmamıştı. Fakat siyasi avantaja kavuşur kavuşmaz yaptığı ilk şey maskesini indirmek, “korkmayın, sizi adilce yargılayacağız” diye tehditler savurmak ve PKK ile birlikte hendekler kazarak bir iç isyan hareketine kalkışmak oldu. Sadece iki yıl öncesinden böyle acı bir tecrübemiz varken Barzani’nin de böyle bir hamle yapmasından şüphelenmek çok mu mantık dışı görünüyor sormak lazım.
Neden Barzani?
“Madem Barzani kötüydü, neden bunca yıl kendisine dostluk gösterdik?” Bu da son birkaç haftada en sık duyduğumuz, buna karşın en zayıf olan argüman. Devletlerin başka devletlerle, sosyal ve siyasi yapılarla ilişkilerinde “insanlar gibi” davranmadığı, asıl olanın daima devletin çıkarı ve bekası olduğunu bilmek için “uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi” diplomasına sahip olmak gerekmiyor, azıcık tarih bilmek yeterli. Barzani meselesi de tam olarak böyle. Medyamızın değerli kalemleri Türkiye’nin dış siyaset anlayışına ya da bölge politikalarına genel bir eleştiri getirmek yerine “Neden Barzani?” demeyi tercih ediyor. Bu da bir samimiyet sorununa yol açıyor. Zira yalnızca son üç yılda Obama/Trump’dan Putin’e, Merkel’den Ruhani’ye onca liderle ve ülkeleriyle, çeşitli vesilelerle “dostluktan düşmanlığa” uzanan bir hatta gidip geliyoruz ama hiçbiri için benzer bir soru sorulmadı.
‘Duayen’ Barlas’tan ses yok
Ortada bu kadar milli bir mesele varken, milli hassasiyetlerle yazdığı iddiasındaki birçok kalemin suskunluğuna ya da Barzani savunuculuğuna değinmeden geçemeyiz. O isimlerden biri, Mehmet Barlas. “Türk basını” dendiğinde ismi “duayen” sıfatı eklenmeden anılmayan, on yıllar boyunca Türkiye gündemi hakkında yazan ve konuşan Barlas, konuyla ilgili ilk ve tek yazısını Kuzey Irak’taki oylamadan yalnızca bir gün önce yazdı. O da beklendiği üzere son derece sönük, mecburi bir vazifeyi baştan savar gibi kaleme alınmış bir yazıydı.
Herhangi bir kişi ya da olayı tiye almadan, onunla dalgasını geçmeden 24 saatten fazla duramayan Engin Ardıç’tan da herhangi bir kıpırdama göremedik bu konuda. O da konuyla ilgili ilk yazısını referandum kapıya dayanınca yazdı ama bildiğimiz Engin Ardıç netliğinden uzak, son derece kuru bir yazıydı; bir zamanlar “Adı Hüseyin olan biri Amerika’ya başkan seçilsin, çıkar Taksim Meydanı’nda anırırım” yazabilecek kadar iddialı birinin kaleminden çıkmışa benzemiyordu.
Taşgetiren Kerkük’ten önemli
FETÖ’ye dair insanların zaten bildiği detayları allayıp pullayarak kendine bir ekran şöhreti sağlayan Hüseyin Gülerce de Kuzey Irak krizine dair kılını kıpırdatmayanlardan. Gülerce’nin 25 Eylül’den önceki yazılarına baktığımızda, Ahmet Taşgetiren’le ve kendi ikbaliyle uğraşmaktan başka düşüncesi olmadığını görüyoruz. Arada sırada “MİT tırlarının durdurulması ihanettir” gibi, daha önce hiç kimsenin ağzından duymadığımız orijinal cümleler de kurmuş. Fakat şu sorunun cevabı net değil: Gülerce, gazetedeki köşesini şahıslarla kavga etmek için kullandığından mı bu milli meseleyi atladı, yoksa konu medyanın gündeminde daha fazla yer almasın diye mi?
Yukarıdaki soruyu Ahmet Kekeç için de sorabiliriz. O da Gülerce gibi işi gücü bırakıp çok sayıda “Ahmet Taşgetiren çok fena bir insan arkadaşlar” yazısı kaleme almış, fakat bir kez bile Barzani meselesine değinmemiş. Önemli bir günlük gazetede köşe işgal edip de tüm memleketi yakından ilgilendiren bir meseleyi ısrarla görmezden gelmenin tek sebebi bir başka yazara duyulan nefret olmasa gerek.
‘Ben konuşmadım ama Akşener de konuşmadı’
Ersoy Dede, 29 Eylül tarihli Star Gazetesindeki köşesinde “Akşener neden referandum topuna girmiyor?” başlıklı bir yazı yazdı ve şu ifadeleri kullandı:
“‘Asena’ Meral Akşener sosyal medya hesabından Kıraç klibi paylaşmış..
Altında bir kamyon yazısı; ‘Size Kerkük mü IRAK, Türk mü IRAK?..’
Bir sosyal medya paylaşımı daha..
‘..Referandumu iptal ettirmek istiyorsanız bizim YSK’yı yollayın..’
Ülke yönetimine talip, Recep Tayyip Erdoğan gibi bir liderin yerine aday gösterilen bir ismin, böyle devasa bir meseleyle ilgili olarak son dönemde yaptığı yorumlar bu kadar.”
Dede’nin bu eleştirisine hak vermemek mümkün değil. Fakat ortada bir gariplik var: Ersoy Dede “böyle devasa bir meseleyle ilgili olarak” sadece “bir” paragraf yazdı. Onu da sözde referandumdan sadece “bir” gün önce. Hakkını yemeyelim: Türkiye’nin en aktif gazetecilerinden biri olarak neredeyse üzerini örttüğü bir konu hakkında henüz parti bile kurmamış Akşener’i hedefe koymak gerçekten zekice bir taktik.
Yıldıray Oğur: ‘Şiiler kuracağına Kürtler kursun’
Barzani’nin giriştiği macerayı köşesine taşırken Kuzey Iraklı lideri pamuklara sarıp sarmalayan yazarlarımız da var. Yıldıray Oğur onlardan biri. Türkiye’deki en iyi ve başarılı Barzani PR’ını o yaptı; birer risale hacmindeki yazılarında arşiv hâkimiyetini de konuşturarak Türkiye ile Barzani aşiretinin ilişkisinin tarihçesini aktardıktan sonra “Korkma, bu bağımsızlık senin de hoşuna gidecek” demeyi tercih etti.
“Ama ‘Irak’ta Kürdistan kurulursa, buradaki Kürtlerin de canı çeker’ diye özetlenebilecek bir korkunun, Türkiye gibi Kürt meselesinde çok yol almış bir ülkeye yakışmayacağı açık. Kendi vatandaşlarıyla bağlarını güçlendirmeyen bir ülke için o tehlike komşuda bir Kürt devleti olmasa da hep var çünkü. İran’ın uydusu olan bir Şii Irak’la mı yoksa güçlü ilişkilerinin olduğu, petrol bölgelerinin bir kısmına sahip sünni bir Kürt devleti ile komşu olmak mı Türkiye’nin çıkarınadır? Bölgede Türkiye’nin aleyhine kurulmuş Sykes-Picot düzeninin çökmesi, Türkiye’nin aleyhine midir lehine mi?” (Karar / 13.09.2017)
“Sınırlarımızın ötesinde bir Kürt devleti kurulacak korkusu, sınırlarımız içinde bir Kürt devleti isteyen insanların ortaya çıkmasına sebep olmuştu. 49’lar davası aslında bugün hâlâ süren sorunların da kapısını açmıştı. 58 yıl sonra tarih tekrarlanıyor. Aynı korkular, aynı hataları doğuruyor. Umalım ki aynı hatalar da bu kez aynı sonuçları doğurmasın.” (Karar / 17.09.2017)
İsrail’i gören duyan yok
Oğur, özetle “Şii Araplar kuracağına Sünni Kürtler” kursun diyerek Barzani önderliğindeki yeni bir devlete göz kırpıyor; İran’ın bölgedeki yayılmacı politikalarından dem vuruyor ama bölgede İran’dan daha fazla hesabı bulunan İsrail’i denklemin dışında tutuyor. İsrail’in Barzani ilgisinin sokakta İsrail bayrağı sallayan birkaç Iraklıdan çok daha öte bir mesele olduğu ortadayken Oğur’un bunu hangi niyetle görmezden geldiğini anlamak güç. Şii yayılmacılığına da Siyonist planlarına doğrudan ya da dolaylı hizmet edeceği ve en büyük zararı Türklerin göreceği bir bölünmenin baş aktörünü savunurken bu “detayların” atlanması son derece manidar.
Yaşasın bölünmüş Irak!
Bu süreçte kamuoyunu en fazla şaşırtan isim hiç şüphesiz Hakan Albayrak’tı. Hayatı boyunca “İttihad-ı İslam”, yani “İslam Birliği” fikrini savunan Albayrak’ın, hâlihazırda “bütün” olan Irak’ı parçalamaya yönelik bir girişimin Türkiye’deki en ateşli destekçisi olmasını kimse beklemiyordu.
Albayrak, bu süreçte kaleme aldığı tüm yazılarında Barzani’yi ve onun bağımsız devlet hayalini işlerken, Türkiye’nin reflekslerini “düşmanlık” olarak nitelemeyi seçti.
“Irak’ın toprak bütünlüğünün Irak halklarının selametine değil İran devletinin yayılmacı emellerine ve bölgesel fitne siyasetine, ‘taifeci ve ırkçı’ bir cuntanın ‘öteki’ni kıyasıya ezmesine, Müslümanların birbirine düşmesine yaradığını, Irak’ın bölünmesi halinde ise şimdi çatışma halinde olan unsurların müşterek menfaatler üzerinde uzlaşabileceğini düşündüğüm için o vurgular bana hitap etmiyor, kimse kusura bakmasın.” (Karar / 23.09.2017)
“Lafın etrafında dolanmayalım; IKBY’nin bağımsız Kürdistan devletine dönüşmesini hiçbir zaman istemeyen ve şimdi bu iş ciddiye biner gibi olunca teyakkuza geçen Ankara’nın derdi, çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bazı doğu ve güneydoğu vilayetlerimizin o devlete yönelme ihtimalidir. Ben Türkiye Kürtlerinin Türkiye’ye bağlılığından şüphe etmiyorum. Ayrılıkçı bir azınlık olursa da gereken yapılır.” (Karar / 21.09.2017)
‘Müslümanlar bir olsun ama ülkeleri parçalansın’
“Türkiyeli olmaktan mutluluk duyan, Türkiye’yi bölmeyi aklının ucundan bile geçirmeyen, PKK’nın ‘demokratik özerklik’ davasına da itibar etmeyen, Kuzey Irak’ta bağımsız Kürdistan’ın kurulmasına ise sıcak bakan Kürt arkadaşlarım soruyor, ben de onlarla beraber soruyorum: Türkiye var, Arabistan var, daha birçok Türk ve Arap devleti var; Kürdistan niye olmasın?” (Karar / 22.09.2017)
Hakan Albayrak’ın “Irak bölünürse çatışan unsurlar birleşir” tezinin romantikliğini tarif edecek sıfat bulmak zor. İslam dünyasının bir numaralı probleminin “bölünmüşlük” olduğunu, “sınırların kalkması gerektiğini” savunan birinin Ortadoğu’nun bütünlüğü için bir ülkenin parçalanmasını savunması kendi kendisiyle dalga geçtiği intibaı yaratıyor.
Kürtler incinmesin, Türkmenleri boş ver
Bu süreçte altı özellikle çizilen konulardan biri de “Türkiye’de yaşayan Kürtleri incitecek söylemlerden” kaçınılması gerektiğiydi. Şüphesiz haklı, hatta önemli bir uyarı bu. Fakat aynı hassasiyet Irak ve Suriye’de sistematik biçimde tehcire uğrayan Türkmenler için gösterilmiyor; tüm bu denklemin ortasında Şiiler, Araplar, Kürtler hatta Siyonistler bile konuşulurken Türkmenler hiç var olmamış gibi davranılıyor. Bu tavır da diğer meselelerle birlikte “ne kadar samimiler” sorusunu tekrar gündeme taşıyor.
Güney sınırımızın ötesindeki gelişmeler hakkında herkes bir şeyler yazmak zorunda değil elbette. Ancak yegâne işi Türkiye gündemini yorumlamak, Türkiye’yi ilgilendiren meselelerin kamuoyunda tartışılmasını sağlamak olan isimlerin, ülkemizi ve bölgeyi yakından ilgilendiren çok önemli bir hadise vuku bulurken havaya bakıp ıslık çalması sorgulanmayı hak ediyor; bu milli meselede ülkesini değil ülkesine kafa tutanları savunanlarla birlikte…