‘Ayasofya Hakk’ın bâtıla galebesinin timsalidir’

Kadim ‘bir’ anlamı olan camii müzeye çevrilmişti 85 sene önce. Yani Müslümanlar için 85 yıllık bir hasret Ayasofya’da secde etmek… Putları yıkmak, çağın kördüğümünü biçmek, onu tekrar camiye çevirmek, aslına rücû ettirmek… İşte Necip Fazıl’dan Sezai Karakoç’a, Cahit Zarifoğlu’ndan Peyami Safa’ya Ayasofya hakkında kaleme alınanların özeti.

Vesîka Mecmuası “Acı Gün Kara Takvim” olarak vasıflandırdığı 24.11.1934 tarihinde Ayasofya Kararnâmesi imzalanarak, Mehmed Kayalar’ın “Hülya mı aceb! Yoksa bir kâbus mu bu rüya? Eyvah! O ne, zulmette mi kaldın Ayasofya!” diyerek taaccüp ettiği Ayasofya’mız câmiyetini kaybederek karanlığa çekilmişti. Bu tarihin üzerinden 80 küsur yıl, Sezai Karakoç “Ayasofya ne kadar sabırlısın!” başlıklı yazıyı yazalı ise yarım yüzyıl geçti. Asra yemin olsun, eyvallah, ama bu kadar zamandır Müslümanlar hüsranda mı diye sormaktan kendimizi alamadık. Ayasofya’sız salih ameller işleyebildik mi, sabrı ve hakkı tavsiye edebildik mi bu süre zarfında, bir kısmımız tam da bunu merak ediyor.

Nedir Ayasofya?

Osman Yüksel  gibi serden geçerek, “Asırlık surların arkasından köhne Bizans’ı hortlatmak isteyen kimin eli?
Bunu söyleyenler kimin dili, Ayasofya’yı puthane yapan hangi delidir?” (Tohum dergisi,  29. sayı, 1959) diye sormakla başlarsak şimdi, bizi de bu yazıdan dolayı, onu mahkemelik ettikleri gibi, yargılamasınlar diye Ayasofya’nın anlamından başlayalım istiyoruz. Nedir Ayasofya gerçekten? Bir mâbet mi, mâbet ötesi mânâ mı? Bakın Üstad Karakoç “Ayasofya’nın Anlamı” (1966) adlı yazısında neler diyor: 

“Hendek muharebesinde de, küngü kayaya salladığı zaman, kayadan sıçrayan alev ve kıvılcımların çizdiği kubbe şüphesiz Ayasofya’nın kubbesiydi ve Hz. Peygamber, bizzat Fatih’i ve mübarek ordusunu, o kıvılcımların köprüsü, kemerleri ve ebemkuşağı altından geçip surların önünden Ayasofya’ya yürür ve girerken görmüştü. Bu heybetli ve muhteşem resmî geçidi seyrederken dudaklarından altın kelimeler dökülmüştü: ‘Konstantiniyye muhakkak fetholunacaktır; Onun fatihi ne güzel emir ve ordusu ne güzel ordudur …’ Hz. Peygamberin, İstanbul’a bu kadar önem vermesi, onun Doğunun sözcüsü, Batıya karşı Doğu Kürsüsü olmasındandı. Orada Ayasofya’nın bulunmasındandı. Ayasofya’nın câmi olması, dinin cihanşümulleştiğinin tescili olacağındandı. Ayasofya’yı kölelikten kurtarmak, hürriyetine kavuşturmak istediğindendi” ve ekliyor, “Ayasofya Müslümandır. Yapıldığı tarihten İstanbul’un fethine kadar gizli Müslümandır, haniftir. Beş yüz yıldan beri de açık Müslümandır.” 

Demek biz Peygamber muştusu Müslüman kardeşimiz Ayasofya’nın esaretini henüz anlayamadık ki ona alelâde bir mabet gibi bakmaya çalışıyoruz.

Ayasofya milletimizin haysiyet ve şerefi dâvâsıdır

Evet evet, bir de “bu kadar câmi varken neden bir câmi için diretiyorsunuz” diyenler eskiden de varmış. Bakalım Kemal Fedai Coşkuner, Fedai mecmuasının (11. Sayı, 1964) “Ağlayan Ayasofya değil Ayasofya’nın şahsında Türk Milleti’dir” yazısında bu düşünceye karşı ne demiş: “Bu sözü çocuk bile söylemez. Böylesi bir cevap, bu milletin hissiyatıyla doğrudan doğruya alay etmek demektir. Dâvâ câmiye olan ihtiyacımızın yeterliği veya yetmezliği değil. Ortada bir millî prestij meselesi var. Papazları, metropolitleri yakalarında Bizans armasını taşır, yedisinden yetmişine kadar her Yunanlı, müstakbel Bizans hülyaları ile yaşar, Megalo İdea peşinde Helenizm imparatorluğunun hortlayacağı günleri düşünür, bu hedefe varacak yolun Ayasofya’dan geçeceğine inanır. Bu durumun muvacehesinde Ayasofya’ya büyük bir milli dâvâ konusu olarak bakmamak mümkün değildir. Ayasofya milletimizin haysiyet ve şerefi davasıdır!”

Müzeye çevirme kararnamesini kim imzaladı?

Mesele aslında gayet mühim; İslamcı dergiler, yazarlarımız, fikir adamlarımız meselenin ehemmiyeti karşısında susmamışlar. Tabi iş biraz da siyasi olunca politikanın merceğine girdiğini de görüyoruz. Vesîka dergisinin 1976 yılı 12. sayısında “Demirel Ayasofya’nın açılmasını istemiyor” başlıklı bir haberde bugünkü adıyla İslam İşbirliği Teşkilatı’nın zamanın Cumhurbaşkanı Korutürk’e “Ayasofya’nın câmi yapılmasından İslam âleminin ferahlık duyacağını” belirttiğini görüyoruz. Demirel’in konuyla ilgili sorulan soruyu cevaplamamasından habere bu başlığı atıyorlar.  

Vesîka dergisi aynı sayıda o meşhur müzeye çevirme kararnamesini ilk defa yayınladıklarını söylüyor ve Ayasofya’yı kimler kapattı sorusunun cevabını aramaya çalışıyor. Aslında o kararnâme, Ayasofya’nın gelirinin olmadığı ve satın alınarak müzeye çevrilmesi gerektiğini belirtilen Maarif Vekilliği’nin yazmış olduğu kararnâmeye cevaben yazılmış.

Dergi, bu kararnamenin çıktığı yıl fazlaca duyulmayan iki hadise olan Ayasofya medresesinin yıkılması ve Ayasofya’nın eşyalarının soyulması olaylarına da değiniyor. Ayasofya medreselerinin dükkân kabul ettirilerek yıktırıldığı ve Fatih’in kendi eliyle getirip mihrabın yanına astığı sancak, kandiller, Sakal-ı Şerif ve bir sürü eşyanın çapulcular tarafından yağmalandığı aktarılıyor ve bunların neden tespit edilmediğine hayıflanılıyor.

Aynı tarihte Vesîka dergisi kendi fikirlerini beyan ederek mevcut hükümetteki hangi bakanın taraftar, hangisinin karşı olduğunu kanaat olarak yazıyor ve “işte durum: Ayasofya’nın açılmasına taraftar/karşı” adıyla bir tablo neşrediyor. Bu kanaat daha sonra Milli Gazete tarafından kaynak gösterilmeden bakanlar kurulunda oylama yapılmış bir haber gibi sunuluyor ve bunun üzerine ciddi bir tartışma başlıyor. Şayet bakanlar kurulunda sunulmuş olsaydı 15 leyhte 13 aleyhte kararın olmasından ötürü kabul edilme ihtimalinin yüksek olduğu belirtiliyor.

‘Mabetler kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş için kullanılamaz.’

Sebil dergisi 74. sayısında (1977)yukarıda bahsi geçen kararnâmeye değiniyor ve meseleyi uzunca ele alıyor. Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir devlet adamı Ayasofya’ya vurulan hançerin ıstırabını çeken İslam milletinin hissiyatına tercüman oldu diyor, Necmettin Erbakan’ın bir mülakatta söylediği şu sözleri vurgulayarak: “Ayasofya Câmii İslam’ın köhnemiş Hristiyanlığa galebesinin timsalidir. Yani o bir zaferin, onun timsalidir. Hakk’ın batıla galebesinin timsalidir.” Ayrıca bu uzun yazıda, o kararnâmeyi imzalayanlardan biri olan Celal Bayar’ın hayatta olması dergiye “Celal Bayar hesap vermeli” dedirtiyor ve 1924 ve 1961 anayasalarını apaçık ihlal eden bir kararnâme olduğu hukuken ispat ediliyor.

1959 yılında da avukat Mustafa Egemen imzalı yazar, Hilal dergisinde o zaman meri olan 6570 sayılı kanunun 1. maddesinin “Mabetler kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiç bir iş için kullanılamaz.” hükmünü öne sürerek Ayasofya’nın müze olarak kapatılmasının kanuna aykırı olduğunu ve ibadete açılmasını hukuken savunmuş ancak bir netice alınamamış.

Biraz daha geriye gidersek, İslam Mecmuasının 1965 yılında yayınlanan 92. sayısında anlatılan bir hadiseye göre fethin 500. yılında Ayasofya için iktidar harekete geçmiş ancak devrin ana muhalefet lideri “Ayasofya’nın câmi olmaktan çıkarılması Lozan muahedenamesinin gizli protokolüne dahildir” diyerek vazgeçilmesini söylemiş ve bunun üzerine meselenin üzerine eğilmemişler.

Dış politikada bağımsızlığın ilk şartı Ayasofya’nın açılması 

Cahit Zarifoğlu, Mavera dergisinde (1977) “Ayasofya ve Bir Demeç” adlı yazısında Nisan ayında Kültür Bakanı Rıfkı Danışman’ın Ayasofya’nın bir kısmının ibadete açılacağını söylemesini dikkate alarak MSP’den değil de AP’den böyle bir sesin gelmesine şaşırmış ve şunları söylemiş: “Ayasofya’yı ibadete açacak olan partinin memlekette fevkalade itibarı yükselir. Hayrettir, bu bile kimseyi kıpırdatmamıştır. Akla aykırı bir şey. Kedinin kedilik yapmaması gibi bir şey. Ters bir şey, insan düşünürken idrak etmekte bocalıyor. Ayasofya yeniden câmi olarak açılsın için her ne söylenen olursa milletin arzusuna tercüman olur.” Daha sonra da Karakoç’un bahsi geçen yazısından alıntılar yaparak Ayasofya’nın anlamına değinmiş.

Ayasofya tartışması çerçevesinde dikkati çeken bir diğer husus da dış politika bağımsızlığı ve Kıbrıs meselesi. Yeniden Milli Mücadele dergisinin 1974 yılı 224. sayısında dış politikada bağımsızlığın ilk şartı Ayasofya’nın açılması olarak yorumlanmış, 226. sayısında ise Kıbrıs olaylarında bir kara cübbeli Ortodoks papazının cinayetler sergilemesine atıf yapılarak “Ayasofya açılmalı ve patrikhane yurt dışına derhal çıkarılmalıdır” başlığı ile bu hususa dikkat çekilmiştir. “Ayasofya’nın Üç Yüzü” adlı yazısıyla Tohum dergisinin 20. sayısında (1965) Refik İkbal, Kıbrıs meselesinin de Ayasofya ile çözüleceğine inanıyor.  Sezai Karakoç da Kıbrıs meselesine vurgu yaparak 1968 yılındaki yazısında “Ayasofya’nın açılma zarureti yalnız bir ülke içi zaruret de değil, artık, siyasi ve diplomatik bir zarurettir de.” demiş.

Ayasofya’da Cuma namazı

Peyami Safa da bu mücadelenin aynı zamanda bir din mücadelesi olduğunu Büyük Doğu’nun 1959 yılı 3. sayısında Ayasofya başlığı ile neşrettiği bir yazıda şöyle ifade ediyor: “Din mücadelelerinin sona erdiği bir dünyada yaşadığımıza inanmak gaflettir, Kıbrıs davasında da Ortodoksluğun oynadığı büyük rol göz önündedir. Ayasofya’nın müze haline getirilmesi, Hıristiyanlığın İstanbul üzerindeki emellerini bertaraf etmemiştir. Bilakis cesaretini arttırmış, kışkırtmış ve azdırmıştır.” Ayasofya’nın câmi olarak açılmasının gerekliliğini bir mücadelenin galibiyeti olarak yorumlamıştır.

Ali Ulvi Kurucu gibi “Çan sesinden seni kurtarmış ezanlar nerde? / Hani bülbül gibi, Kur’an okuyanlar nerde?” diyecek olurken 1976 yılı 7 Mayıs Cuma gününde MTTB’ye mensup gençlerin Feth-i Mübin’in câmiine girerek iki rekat cuma namazı kıldığını ve namazdan sonra gazetecilere “Ayasofya, yeniden ibadete açılacaktır” mesajını verdiklerini öğreniyoruz. Sebil dergisinin 1977 yılında verdiği bilgiye göre bu sene de MTTB’li gençler 29 Mayıs Fetih yıldönümünün yaklaşmasına müteakip cuma namazı kılmışlar ve Ayasofya’nın açılması gerektiğine dair bir demeç vermişler. Bunu duymak da tabi bize sürur ve neşe veriyor. En azından imza toplamanın ötesinde fiili bir duruş sergilenmiş.
Sana sahip olamayışın utancı içindeyiz

Bugün Ayasofya’nın mahzun halinden duyduğumuz teessüfümüzü, ne diyeceğimizi bilemediğimiz ıstırabımızı Tohum dergisi 50. sayısında (1970) biz doğmadan evvel dile şöyle getirmiş: “Dünya görmedi senin gibisini Ayasofya! Kendi fatihinin torunları tarafından hançerlenen susturulan başka bir mabed daha yoktur dünyada. Bugün, Senin varisin olmakla hem gurur hem utanç duyuyoruz. Çünkü Senin yanında olduğumuz, uzaktan minarelerine, kubbene mahzun mahzun baktığımız halde, sana sahip olamayışın utancı içindeyiz. Her gün yanından binlerce defa geçtiğimiz halde seninle dertleşememenin, sana yabancı olmanın ıstırabını çekiyoruz. Sana sahip olduğunu iddia eden fakat, önünden başı eğik, gözleri yerde, suçlu olarak geçen biz bedbaht nesli affedecek misin bilmem? Sen affetsen bile Fatih’in affedecek mi yine bilmem. Fakat şunu bilir ve inanırım. Aynı zamanda Senin de inanmanı isterim ki: Bir gün Seni aslî şahsiyetine döndüreceğiz!..”

Son olarak Ayasofya’nın madde ve mana âlemindeki câmiyetine kavuşması için Sezai Karakoç gibi, meydan okuyarak “Ayasofya’yı açmak, çağın kördüğümünü, İskender’in kılıcı gibi biçmek olacaktır.” Necip Fazıl gibi, müjde vererek “Ayasofya açılacak!… hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş, kan revan içinde masumlar gibi, ağlaya ağlaya, üstünü başını yırta yırta, onun açılan kapılarından dışarıya fırlayacak!.. Ayasofya açılacak!.. bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, Dünyalar arası mahsup sırlarını, her işi ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici aziz bir kitap gibi açılacak…” Osman Yüksel Serdengeçti gibi, ümitlenerek “Ayasofya! Ey muhteşem Mabet! Merak etme. Fatih’in torunları bütün putları devirip seni câmiye çevirecektir.” diyor ve şu soruyu soruyoruz; acı gün ne zaman müjde olacak, kara takvim ne zaman aklanacak?

Benzer konular