Avrupa’da yükselen ırkçılık ve İslamofobi dalgası, Müslümanların hayatını zorlaştırmakla kalmıyor, geleceklerini de belirsiz hale getiriyor. Histerik bir şekilde artan milliyetçilik, ötekileştirme, İslam karşıtlığı 1930’lu yıllardaki Avrupa’yı çağrıştırıyor. Hemen hemen tüm Avrupa’da aşırı sağ partiler yükselişte, seçimi kazanmasalar bile söylemleriyle sağ ve merkez solu da etkilemiş durumdalar. Bunda elbette tarihi arka plan, küresel konjonktür, ekonomik kriz ve Trump’ın izleyeceği politikaların belirsizliğinin de etkisi var. Uluslararası ilişkiler ve İslami akımlar üzerine çalışan akademisyenlere Avrupa’nın geleceğinde bir dinler savaşı görüp görmediklerini, Müslümanların Avrupa’da bir geleceğinin olup olmadığını sorduk. Prof. Mehmet Ali Büyükkara, “Avrupa, kaçınılmaz olarak hem kendi içine hem de dışına karşı korumacı, güvenlikçi ve tahammülsüz olmaya gidiyorsa, göçmen Müslümanlar için orta ve uzun vadede müspet bir gelecek görünmüyor” diyor. Prof. Hasan Köni yaşananları 1930- 1945 yılları arasındaki döneme benzeterek böyle devam ederse 10- 15 yıl sonra bir patlama beklediğini anlatıyor. Prof. Birol Akgün de Holokost’u hatırlatıp, 10 yıl sonrasını işaret ediyor. Yrd. Doç. Enes Bayraklı ise gidişatı iyi görmediğini vurguluyor.
Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara
Dördüncü nesil bile rahatsız
Avrupa’da yükselen ırkçılık ve İslamofobi, bu kıtada yaşayan Müslümanların hayatını zorlaştırmakla kalmıyor, geleceklerini de gün geçtikçe belirsiz hale getiriyor. Tarihe uzun bir perspektiften bakıldığında yerkürenin her tarafında iklim, savaşlar, hayat mücadelesi, iş imkanları gibi birçok faktör dolayısıyla büyük göçler ve yer değiştirmeler vuku bulmuş. Bunların bazısı uzun süreli olmuş, kalıcılaşmış, bazısı ise geçici olmuş, geri dönülmüş, yahut daha başka bir yere geçilmiş. Avrupa’ya Müslüman göçü yeni bir olgu, en fazla 70-80 yıllık bir geçmişi var. Öncelikle Avrupa’nın kendi ihtiyacından doğan bir hadise. Daha çok ekonomik nedenleri olan bir hareketlilik. Bu nedenler ortadan kalktığında, ayrıca bu kitlenin Avrupa’ya entegrasyonu ve uyumu açısından bir başarısızlık da söz konusu olunca yaşadığımız rahatsızlıklar kaçınılmaz oluyor.
Tam anlamıyla tersine bir göç veya sürgünü konuşmak için çok erken. Fakat üç ve dördüncü nesilden genç göçmen kuşaklarda dahi bir gelecek kaygısı söz konusu olduğuna göre durumun ciddiyeti ortada. Burada birkaç durumu birlikte değerlendirmek gerekiyor: Öncelikle Avrupa kendi “yüksek değerleri” olarak iki asırdır dünyaya takdim ettiği insan haklarından, demokrasiden, dini ve etnik çoğulculuktan vazgeçmeye doğru mu gidiyor? Yoksa bugün yaşananları popülist nitelikli geçici politik gitgeller olarak mı okumak gerekiyor? Bekleyip göreceğiz. Eğer dünya üzerindeki ekonomik ve siyasal egemenliğinin zayıflamasına paralel olarak Avrupa, kaçınılmaz olarak hem kendi içine hem de dışına karşı korumacı, güvenlikçi ve tahammülsüz olmaya gidiyorsa, göçmen Müslümanlar için orta ve uzun vadede müspet bir gelecek görünmüyor. Fakat bunun genel bir trend olacağını sanmıyorum. Kıtanın doğusu ile batısında, Anglo, Germen veya Latin ülkelerinde farklı derecelerde tezahür edeceğini düşünüyorum.
Diğer taraftan, göçmenlerin geldiği ülkelerin, mesela Ortadoğu’nun, Hint kıtasının veya Kuzey Afrika’nın ne kadar istikrarlı olduğu da önem kazanıyor. Kimse bir cehennnemden diğer cehenneme geçmek istemez. Şartlar olumlu olursa, uyum sorunu yaşayan, ayrımcılığa hatta düşmanca uygulamalara maruz kalan kesimler gönül rızalarıyla zaten anayurtlarına döneceklerdir. Burada mezhepsel ve etnik aidiyetler ister istemez belirleyici olacaktır. Örneğin bir kesim etnik, mezhepsel veya cemaatsel kimlik Avrupa’yı terk ederken, diğerleri yerlerinde kalabilecek, dönüş niyeti arz etmeyecek. Tümüyle entegrasyon için ne lazımsa yapacak. Diaspora olup kök salacak. Belki dini kimliklerini tümüyle göz ardı etme pahasına bunu yapacak. Tarih tüm bunların örnekleriyle dolu. Dünya şimdiye kadar böyle şekillendi. Tarih yine böyle akmaya devam edecek.
Prof. Hasan Köni
Olanlar 2. Dünya Savaşı’nı hatırlatıyor
Avrupa şu an çok gergin. Seçimler de buna katkı sağlıyor. Eylül’de Merkel kaybedebilir. Mülteciler gelsin dediği için Avrupa çok rahatsız oldu. Zaten Avrupa’da beş buçuk milyona yakın Türk var. Fransa’da Le Pen gelirse “AB’den ayrılacağım” deme ihtimali var. Diğer yandan Amerika, Avrupa’yı sıkıştırıyor. Avrupa Birliği’ni dikkate almıyor. Hatta Amerikan Dışişleri bakanı NATO toplantısına katılmıyor. Özetle Avrupa’da çok sinirli bir ortam var. Türkiye’de de gergin bir ortam söz konusu. Batı dünyasının liderliğini çeken Amerika’da ise bir belirsizlik var. Trump olayları nereye götürecek, Türkiye’yi de dahil edecek mi? Avrupa ve NATO önemli mi yoksa Rusya ve Çin’le anlaşarak, onlarla da görüşerek mi politika yürütecek? Bütün bu belirsizlikler sinirli bir ruh hali oluşturuyor.
Avrupa’da ırkçılık savaştan sonra, 1919’da Almanya’ya konan savaş tamirat borçları sonrası yükseldi. Almanlar korkunç paralar ödedikten sonra halk çok fakirleşti. Bir ekmek 1 milyon Mark oldu. O ortamda herhangi bir ezikliklerini yansıtan liderin arkasından gittiler. Şimdi aynı durum mülteciler ve Avrupa’nın ekonomik kaynaklar nedeniyle sıkışmasıyla ortaya çıktı. Çin üretimde ve teknolojik yeniliklerle Amerika’yı zorluyor. Bir yandan Rusya, petrole sahip olmasıyla bir güç. ABD’de ise Trump geldi. Bir iş adamı olarak “Avrupa’ya yatırım yapmam, niye boş yere para veriyorum” diyor. Büyük bir zenginlik, bolluk derken, AB’de sıkıntı, ekonomik zorluk, işsizlik söz konusu. Üstelik mülteciler de “İmdat” diye Avrupa’ya geliyor. Avrupa bu yeni gelişmeler çerçevesinde 85 – 90 arasındaki ekonomik gücünü asla elde edemeyecek. Çok paranız varken paylaşmak kolay. Bugüne kadar Avrupa’nın insan hakları vs. değerleri zenginliğin getirdiği rahatlık içindeydi. Para olmadığında ekmeğini paylaşanla kavga ediyor.
Tüm bu olaylar 1919 ve 39 arasındaki savaş durumunu hatırlatıyor. Bir şeyler pişiyor. 10 sene mi sürer 15 sene mi sürer, daha aşağı çekilirlerse, Avrupa’dan bir patlama bekliyorum. Araplar hep birlikte savaşa girer diyemiyorum çünkü silahını Avrupa’dan, Amerika’dan, Rusya’dan alıyor. Bir patlama çıkabilir ama ne zaman çıkabilir, kaç sene sürer, Türkiye bunun ortasında mı kalır, kenarında mı kalır onu önümüzdeki süreçte göreceğiz.
Prof. Birol Akgün
Irkçılığın geri dönüşüne şahit oluyoruz
Avrupa Birliği 60 yıllık bir geçmişe sahip. Lakin 60 yıl sonra yeniden 1945 öncesi, 2. Dünya Savaşı öncesi şartlara döndüğüne ilişkin ciddi işaretler var. Bunların başında artan milliyetçilik, dışlama ve sürekli olarak ötekileştirme akımı var. Yapılan bütün seçimlerde aşırı sağ partilerin oy oranı Avrupa çapında yükseliyor. Aşırı sağ iktidara gelmemiş olsa bile, söylemleri sağ ve merkez sol tarafından da paylaşılmaya başlandı. Dolayısıyla topluca bir histerik milliyetçilik akımı yükseliyor. Irkçılığın geri dönüşüne şahit oluyoruz Avrupa’da. Böyle bir ortam en son 1930’lu yıllarda yaşandı ve sonucu toplumda azınlık olan 6 milyon Yahudi Holokost’ta hayatını kaybetti. Aynı tarih tekrar edecek bir sosyopolitik gerginlik ortamına girdiysek, Avrupa’daki o dışlayıcı damar bir günah keçisi bulacaktır ve maalesef bu günah keçisi şu an Avrupa’daki Müslüman azınlıklar. Bu Almanya için Türkler, Hollanda için Faslılar, İngiltere için Pakistan asıllılardır ama ortak özellikleri bu grupların Müslüman olmalarıdır. Bu gerginlik ortamı devam ettiği sürece Avrupa’daki Müslümanların barış, huzur, selamet içerisinde yaşamaları çok gerçekçi bir senaryo gibi görünmüyor. Dolayısıyla gelecek 10 yıl içinde Avrupa ülkeleri yeniden ekonomik anlamda şaşalı bir döneme gelemezlerse, ki bütün dinamikler Avrupa ve ABD dahil bütün batı dünyasının bir gerileme duraklama dönemine girdiğini gösteriyor, Müslüman azınlığın orada kendi varlığını koruması giderek güçleşiyor. Bundan dolayı Türkiye yükselen bir güç olarak ve Tayyip Erdoğan hem İslam dünyasında hem de küresel anlamda Batı dünyasında onlara meydan okuyan ve hatalarını yüzlerine vuran bir lider olarak hedef seçilmiş durumda. Bunun üzerinden kendi kamuoylarını etkileyip merkez sağ ve aşırı sağ partiler kolayca oy alma yolu ve yöntemi izliyorlar.
Müslümanlar için varlık yokluk sorunu
Bu sürdürülebilir bir durum değil. Avrupalı Müslümanlar açısından artık durum bir varlık yokluk sorununa dönüşmeye doğru gidiyor. Artan saldırılar bunun göstergesi. Durum bu şekilde devam ederse doğrudan doğruya bir Hilal Haç savaşı olmayabilir ama siyasi güç mücadelesi söz konusu olacak. Avrupa’nın kendi içerisindeki zemin zayıfladıkça siyaset rasyonel zemininden daha duygusal psikolojik alana kayıyor ve buradaki gerginlik yaratan ortam da dini ve etnik farklılıklara doğru odaklanıyor. Avrupa siyaseti çok övündüğü rasyonel düşünme zemini kaybediyor. Popülizme kayarak ırkçılık veya yabancı düşmanlığı, İslamofobi üzerinden toplumdaki gerginlikleri arttırıp kolayca sinir uçlarına dokunuyorlar. Bu denetlenemezse karşılıklı olarak radikalleşmeyi besleyecek. Siyasi zeminde bir yumuşama olmazsa eninde sonunda toplumlar kendi içlerindeki barışı sürdüremezler. Bir yandan o ülkeler içerisindeki rasyonel geleceğini öngöremeyen insanları DEAŞ gibi bir takım radikal gruplara sığınmaya itiyorlar. Bir yandan da artan terör eylemleri Avrupa’daki ırkçıların elini güçlendiriyor ve orada da radikalleşme var. Bu dual radikalleşme sürdürülmesi kolay olan bir durum değil.
Yrd. Doç. Enes Bayraklı
İslamofobi artık yasalarla korunuyor
Avrupa’da yaşanan olayların nereye evrileceğini kestirmek, dramatik sonuçlar ortaya çıkarıp çıkarmayacağını görmek şimdiden mümkün değil. “Türkler Türkiye’ye gitsin” gibi söylemler son 2-3 yıldır dillendiriliyor. Daha önce marjinal kişilerin dillendirdiği bu söylemler şimdi genele yayılmış durumda. Tabi bunlar kaygı verici. Avrupa’nın kendi özünde olduğunu iddia ettiği birçok değeri ayaklar altına aldığını görüyoruz. Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı özgürlüğünün sonuna kadar kullanılmasından yana olan AB mesele Müslümanlar olduğunda hepsini çiğneyip, göz ardı ediyor. Gidişatın iyi olmadığı, hem halk nazarında Müslümanlara bakışın gitgide olumsuz hale geldiği, hem sokakta yaşanan saldırıların miktarında büyük bir artış olduğu ortada. Bunların sona erip ermeyeceği, gelişmelerin nereye varacağını kestirmek biraz da uluslararası konjonktürdeki değişimlere bağlı.
Avrupa’da zaten bir İslamofobi var. 90’lardaki Türklere saldırılara bakarsanız Solingen, ev yakma olaylarını görüyoruz. Bunlar Türkofobik saldırılardı ama aynı zamanda İslam’dan kaynaklanıyordu. Avrupa genelinde soğuk savaş sonrası başladı bu ama 11 Eylül’den sonra ciddi manada arttı. Uluslararası konjonktürde Müslümanların ‘öteki’ olarak tanımlanması, terörle özdeşleştirilmesi, İslam dünyasına yönelik askeri operasyonlar, bunun ortaya çıkardığı karışıklıklar bütün bunlarla bağlantılı olarak Müslümanların da Batı medyasının çoğunluğunda şeytanlaştırıldığını gördük. Avrupa’da 2008’lerden sonra başlayan ekonomik kriz de bunu tetikledi. Göçmenler, yabancılar günah keçisi ilan edildiği, aşırı sağ partiler de bunu kullandı. Şu anda da aşırı sağ partilerin söylemleri neredeyse bütün Avrupa’da siyasi gündemi belirliyor.
Gidişat Türkler için de Müslümanlar için de zor. Hollanda’daki ırkçı partinin yükselişinin ne büyük rezalete neden olduğunu seçim öncesi gördük. Hayatın gitgide daha da zorlaştığı, ayrımcılığın arttığı, bu ayrımcılığın da çeşitli bahanelerle hukuksal hale getirildiğini görmeye başladık. Mesela başörtüsü kararı İslamofobinin normalleştiğini, yasalara girdiğini ve yasal olarak koruma altına alındığını gösteriyor.