27 MAYIS 1960 İHTİLALİ
27 yıllık tek parti iktidarı, halkın “hür bir seçimde” verdiği karar ile yıkılmış; Adnan Menderes, 10 yıllık iktidarı döneminde, 3 defa üst üste seçim kazanmıştır. Menderes döneminde Türkiye büyük bir kalkınma hareketi ile ciddi bir alt yapı ve îmar çalışması içine girmiştir. Ziraat ve sanayide büyük terakki yaşanmıştır. Hükümet, halkın millî ve mânevî alanlardaki taleplerinin yerine getirilmesinde de, hassasiyet göstermiştir.
Yahudilerin dünya siyasetinde en rahatsız oldukları durum, ülke idarecilerinin; mevcut masonik düzen içerisinde yer almamaları veya aksi istikâmette çalışmalarıdır. Adnan Menderes’in bu manada kontrol edilememesi sebebiyle; iç huzursuzluk çıkarmak, kardeş kanı dökmek ve terakkiyi engellemek için ihtilal planı devreye sokulmuştur.
Menderes’in yok edilmesi faaliyetinin baş aktörlerinden biri, Vatan gazetesi sahibi ve başyazarı, Yahudi dönmesi ve mason Ahmet Emin Yalman’dır. Peşi sıra Yahudi Kiyam Levi, Yahudi dönmesi Naim Tirali, Burhan Arpad, mason üstadı azamı Salim Ragıp Emeç ve mason yazarlar Sinan Korle, Münir Berik, Necmettin Sadak rol almışlardır.
Basının kışkırtmalarıyla gösteriler ve karışıklıklar çıkarılmış, halk aktif olarak tedhiş hareketlerinin içine çekilmiştir. Masonik basın, üniversite talebelerini ve halkı yönlendirerek, devlete karşı ayaklanmaya teşvik etmiştir. Neticede de asker son darbeyi vurmuştur.
Dönemin talebe liderlerinden, Tıp Fakültesi Talebe Derneği Azası Cemal Berksoy’un; 7 Haziran 1992 tarihli Nokta dergisine verdiği mülakat, mevzuun hülasası olmuştur: “Askerler bizi kullandı, biz darbe istemiyorduk. Biz seçim istiyorduk, idamlara da karşıydık… Ordu gençliği kullandı, darbelerin yolu açıldı. Bu yüzden pişmanlık hissettiğim olmuştur.”
Menderes ve arkadaşlarının cezalandırılmasının ardından, masonik basının mücadelesi kutlanmıştır. Uluslararası Basın Enstitüsü Müdürü Mason Jim Rose, 25 Kasım 1960 tarihli Vatan gazetesine şunları söylemiştir: “Türk basınının ve başyazarlarının mücadelesini dünya büyük bir hayranlıkla takip etmiş ve bu mücadelesi, diğer dünya gazetelerine de bir misal teşkil etmiştir.”
MBK’nın Başkanı Cemal Gürsel de, 9 Haziran 1960 günü, gazetelerin sahipleri ve başyazarlarıyla yaptığı basın toplantısında şöyle konuşmuştur: “Ben sizleri milli inkılâbımızın fedakâr ve şuurlu öncüleri olarak kabul ediyor, hatta bize cesaret veren kahramanlar sayıyorum.”
Ve mevzuun devamında kurulan hükümetin neredeyse tüm mensupları, masonlardan teşkil etmiş, dolayısıyla Yahudilerin istediği kontrol sağlanmıştır.
12 MART 1971 MUHTIRASI
1969 seçimlerinde tek başına iktidar olan Adalet Partisi, Demokrat Parti’nin devamı görülmüştür. Lâkin ilerleyen devrede, AP bölünmüş ve bir grup, DP’yi tekrar kurmuştur. Bu arada, 1960’lı yılların başında başlayan talebe hareketleri ve sağ-sol hadiseleri; masonik basın tarafından şişirilerek büyütülmüş, yeni bir askeri darbeye zemin hazırlanmıştır.
Sendikalaşma faaliyetleri, mitingler, grevler, sol yayınların patlaması, Türkiye İşçi Partisi’nin menfi çalışmaları, komünizm propagandası, Amerikan 6. Filosunun İstanbul ziyareti gibi hadiseler, huzursuzluğu had safhaya getirmiş; masonik medyanın “Devrim Dergisi”, Doğan Avcıoğlu liderliğinde “sol” bir askeri müdahale arayışına girmiştir.
Bu ortam içerisinde 12 Mart’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst seviyeli idarecileri, hükümete bir muhtıra vermiştir. Başbakan Demirel hemen “istifa etmiş”, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay “ordunun vazifesini ifâ ettiğini”, ana muhalefet partisi başkanı İ. İnönü ise “başbakanın istifasının demokratik bir istifa olduğunu” söylemiştir.
Lâkin 12 Martçıların ilk icraatının “sol” darbe hazırlığı içinde olduğu söylenen subayları ihraç etmek olması, bir ara rejim dönemine girilmesine sebep olmuştur. Kendisine hükümet kurma vazifesi verilen CHP Kocaeli Milletvekili Nihat Erim; 5 AP’li, 3 CHP’li ve 1 MGP’li ve 14 dışarıdan seçilen bakanla yeni kabineyi oluşturmuştur. Çoğunluğu masonlardan teşekkül eden yeni hükümet, 1972 yılının ortalarına kadar vazife almıştır.
12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİ
1970’li yıllar sona ererken Türkiye, ağır bir siyasal ve ekonomik bunalımla karşı karşıya kalmıştır. Siyasi partilerin aralarındaki diyalogun neredeyse sıfırlandığı bir ortamda, istikrarlı bir hükümet kurmak mümkün değildi. Bu arada günde ortalama 25-30 kişinin hayatına mâl olan siyasal ve toplumsal şiddet hadiseleri de bütün hızıyla sürüyordu.
Ülkenin içinde bulunduğu istikrarsızlık ve giderek artan şiddet, ordunun on yılda bir “darbe” geleneğini de teşvik etmiştir. Üst kademeden komutanlar, 27 Aralık 1979’da, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e bir ikâz mektubu göndermişlerdir. Mektubun muhatabı olan siyasilerden hiçbiri muhtevayı üstüne almayınca, öteden beri bir “müdahale” hazırlığında olan ordu, bu yöndeki hazırlıklarını hızlandırmıştır.
Masonik basın ise vazifesini icrâ ederek, kaosu tırmandırmıştır. Darbe öncesinde tirajı en yüksek olan gazeteler, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Tercüman’da yayınlanan haberlerde ve köşe yazılarında, ülkenin içinde bulunduğu vaziyet, sık sık büyük puntolarla okuyucuya takdim edilmiştir. Darbeye az kala, hemen her gün manşetteki haberlerden bazıları şöyleydi:
“Anarşik olaylarda 25 kişi öldü” (27 Ağustos 1980-Milliyet), “Ocak’tan Eylül’e Anarşi Raporu: 8 ayda 1606 ölü. Son aylarda günde ortalama 10 kişi terör olaylarında hayatını kaybediyor” (2 Eylül 1980-Milliyet), “Demirel’in 170 günlük iktidarında 1361 kişi öldü” (12 Mayıs 1980-Cumhuriyet), “Terör eylem için, pilot iller seçti” (9 Eylül 1980- Hürriyet)
Birçok şehirde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen, tedhiş hareketleri artarak devam etmiştir. Cemiyet, öyle bir havaya sokulmuştur ki, neredeyse halk; darbenin geç kaldığına inanmış, askerin en kısa zamanda müdahale etmesi gerektiğine kanaat getirmiştir.
Bu ortam içerisinde, 12 Eylül 1980 sabahının erken saatlerinde, Türk Silahlı Kuvvetleri, emir-komuta zinciri içerisinde idareye doğrudan el koymuştur. Kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi’nin Başkanı Orgeneral Kenan Evren; aynı günün öğle saatlerinde, darbenin gerekçelerini ve bundan sonra olacakları, 1 numaralı MGK bildirisiyle ilân etmiştir.
Evvelki sene, BBC Türkçe tarafından vesikaları neşredilen “1970’li yılların CIA Türkiye Şefi olan Paul Henze’nin, ABD Başkanı Jimmy Carter’a “bizim çocuklar başardı” diye haber vermesi, hafızalara bir zûl olarak kaydedilmiştir.
Tabii, askeri darbeyi meşrulaştırma vazifesini yine masonik basın üstlenmiştir. Gazeteler darbe haberlerini verirken, hususiyetle dış basında darbeye ilişkin müspet değerlendirmeleri de neşrederek, batının da darbeyi desteklediği mesajını vermiştir. Tercüman: “Dış Dünya: TSK’nın yönetime el koyması basın ve yayın araçları tarafından ilk olarak duyuruldu: Ordu Mecbur kaldı. (13 Eylül 1980)”,
Milliyet: “Ordunun yönetime gelmesi dışta olumlu karşılandı.” (13 Eylül 1980), Hürriyet: “Observer: Teröristleri temizleyip yönetim sivillere devredilecek.” (15 Eylül 1980) başlıklı haberlerle, dış dünyanın bakışı nakledilmiştir.
Masonik basındaki, “darbenin müspetliği” haberlerinin yanı sıra, “İstanbul Üniversitesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, ülkede bütünlüğü sağlamak amacıyla tüm yurtta yönetime el koymasını kutladı. (15 Eylül 1980 – Hürriyet)” şeklindeki haberlerle de, akademi dünyasının darbeyi desteklediği mesajları verilmiştir.
28 ŞUBAT 1997 POSTMODERN DARBE
12 Eylül’den sonra, küreselleşen dünya şartları neticesinde, tarım toplumundan sanayi toplumuna doğru yol alan Türkiye’de; sanayileşmenin de tesiriyle, şehirleşme artmış ve köyden kente doğru bir göç dalgası yaşanmıştır. Ayrıştırıcı cenahın bakış açısında “köylü” diye tabir edilen insanlar, idarede ve ciddi makamlarda yer almaya başlamıştır. Ülkenin dışa açılımında büyük rol oynayan Anavatan Partisi sonrası, Refah Partisi’nin yükselişi ve 1995 seçimlerinden birinci parti olarak çıkması, bu vetirenin zirvesi olarak yansımıştır.
Cumhurbaşkanı Demirel tarafından hükümet kurma vazifesini üstlenen Necmettin Erbakan; Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin teşekkül ettiği koalisyon hükümetini, 28 Haziran 1996 tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in görevlendirmesiyle kurmuştur. 54. hükümetin Başbakanı Necmettin Erbakan, cumhuriyet tarihine altın harflerle yazılacak büyüklükte icraatlara imza atmıştır. Tabii böyle bir hükümet, iç ve dış mihrakların işine gelmeyeceğinden, masonik basın devreye girmiştir. Belki de, bugüne kadar gerçekleşen askeri darbelerdeki en sistemli ve organize saldırı, 54. Hükümet döneminde yapılmıştır.
1997’nin ilk günlerine kadar ülkede, masonik basının kışkırtmasıyla hükümetin icraatlarından ziyâde, irticacı-laik çatışması gündemde tutulmuştur. Şimdi bu vetireyi daha yakından görebilmemiz açısından, 28 Şubat Milli Güvenlik Kurulu Bildirisinin yayınlandığı yıl olan 1997’de meydana gelmiş bazı içtimai ve siyasi hadiseleri kronolojik olarak tetkik edelim:
5 Ocak: Türk –İş liderliğinde “hükümete ikâz” mitingi yapıldı.
9 Ocak: Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği, resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmeliğe göre başbakanlık asker denetimine bırakılırken, TBMM devre dışı kaldı.
11 Ocak: Başbakan Necmettin Erbakan, tarikat ve cemaat liderlerine iftar yemeği verdi.
26 Ocak: Komutanlar Gölcük’te, 72 saat süren olağanüstü şûrada bir araya geldiler. [Komutanların bazı değerlendirmeleri şunlardır: Ramazan nedeniyle mesainin iftar saatine ayarlanması doğru değildir. TSK iç ve dış tehdide karşı ülkeyi korumakla vazifelidir. Orduyu iç politikaya çekme gayretleri üzüntü vericidir.]
29 Ocak: Ramazan mesaisi uygulaması Danıştay tarafından durduruldu.
3 Şubat: Sincan’daki Kudüs gecesine, DGM inceleme başlattı.
4 Şubat: Sincan’da askerler, 20 tank ve 15 zırhlı araçla geçiş yaptı. Bazı çevreler hadiseyi gözdağı ve askerin mesajı olarak değerlendirdi.
5 Şubat: Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Erbakan’a ikâz mektubu gönderdi. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya ‘İrtica, PKK’dan daha tehlikeli’ dedi.
6 Şubat: Ecevit : “Türkiye askeri darbeyle değil, Refah Partisi darbesiyle karşı karşıya. RP, darbesini gerçekleştirme inadını sürdürürse, bu halkın gücüyle önlenir, ama Türkiye bundan büyük zarar görür. ”
11 Şubat: Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü, Ankara’da yapıldı.
21 Şubat: ‘İran, terörist devlet muamelesi görmeli’ diyen Org. Çevik Bir, Sincan’dan geçen tanklarla ilgili olarak da ‘Demokrasi’ye balans ayarı yaptık ’ dedi.
28 Şubat günü yapılan MGK toplantısı, 9 saat sürmüştür. MGK “laikliğin Türkiye’de, demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu” vurgulamıştır. Ve asker düğmeye basarak, toplantıda alınan kararların uygulanmasını sağlamıştır. Bu vetirede en güçlü silahları masonik medya olmuştur. Manşet savaşlarında, İslâm adına ne varsa, ayaklar altına düşürülmeye çalışılmıştır.
28 Şubat vetiresinin şekillenmesinde en dikkat çeken isimlerden biri de, F. Gülen olmuştur. Başbakan Necmettin Erbakan, 11 Ocak 1997’de tarikat ve cemaat liderlerini Başbakanlık Konutu’nda iftara çağırmış, F. Gülen de çağrılanlar arasında olmasına rağmen, iftar yemeğine katılmamıştır. 29 Mart 1997’de Samanyolu TV’de katıldığı bir televizyon programında, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni siyasete müdahale etmek ve muhtıra vermekle tenkit edenlere karşı “Asker demokratik yollarla sorunların çözümünü istedi” demiştir. 28 Şubat sonrasında Necmettin Erbakan’ı tenkit edenler arasında yer almış ve “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalesini demokratik bulduğunu” söylemiştir.
Yine 16 Nisan 1997’de Kanal D’den Yalçın Doğan’a verdiği röportajında da askerin tutumunu destekleyerek şunları söylemiştir: “Askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat. Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar. Kuvvet ellerinde olduğu halde çok mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar, epey zamandan beri… His öne çıkmıyor burada! Kuvvet ve güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. Bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan.”