Arap aydınının gözünde İstanbul’un yeri başkadır. İstanbul, her şeyden önce Osmanlı hilafetinin başkentidir ve İslam ümmetinin birliğini simgelemektedir. Bugün kaybettiğimiz birçok değer aslında İstanbul merkezinde yeniden dirilebilir.
Bugünün İstanbul’u 1948-1975 yılları arasındaki Beyrut şehrini fazlasıyla andırıyor. Nekbe sonrası toprakları Siyonist işgale uğrayan Filistinliler akın akın şehrin yolunu tutmuştu. Filistinli iş adamları Beyrut havaalanı ve çevresini kısa zamanda bölgenin en büyük ticaret merkezine dönüştürmüştü. Baas devrimi sonrası sıra bizimkilere gelmişti. Suriye’nin edebiyatçıları, yazarları soluğu orada alırken iş adamları da elde ettikleri serveti kimseye kaptırmamak için Beyrut’u mesken tutmuştu. En büyük iş adamı akınıysa Suriye-Mısır Birliği gerçekleştiği zaman patlak vermişti.
Filistinli ve Suriyeli iş adamları şehrin imarına büyük katkılar yapmışlar, ekonomisine müthiş hareketlilik getirmişlerdi. Şehri mesken tutan aydınlarsa ürettikleri eserlerle Beyrut’u Arap kültürünün başkenti haline getirmişlerdi. Şairler, yazarlar, tiyatrocular, gazeteciler… Herkes oradaydı. Beyrut caddeleri ve kafeler Arap dünyasının meşhurlarıyla lebalep doluydu. Ve üretiyorlardı. Çünkü kana kana özgürlüğü yudumluyorlardı. Kimler oradaydı mesela? Meşhur Filistinli şair Mahmud Derviş, romancı Gassan Kenefani, Suriyeli Enesi el Hac, yine Suriyeli Gade es Seman, Muhammed el Magut, Amr Ebu Riyşe ve daha nice kimse…
Gazetecilik Beyrut’tan demir aldı. Arap dünyasında basın, sinema, tiyatro ve güzel sanatların merkezi Beyrut oldu. Kendi ülkesinde adalete, özgürlüğe, can emniyetine hasret kalan ne kadar siyasetçi, direnişçi ve fikir adamı varsa Beyrut’un yolunu tuttu.
İsrail’in zalim darbesi sonrası Beyrut bu özelliğini yitirmeye başladı. Ondan sonra ülkede iç savaş başladı. Bütün şehirlerin ve insanların üzerinden bir silindir gibi geçti. Daha sonra da Esed rejiminin askeri işgali ülkeyi teslim aldı.
O zamanların siyasileri, basın mensuplarını, yazarları, tiyatrocuları, sanatçıları ve müzisyenleri bağrına basan güzelim Beyrut’u cıvıl cıvıl sokakları, kafeleri ve kitapçılarıyla şu günlerin İstanbul’una ne kadar benziyor. İstanbul’un Fatih semti, Beyrut’un her biri kültür ve sanat yuvası kafeleriyle meşhur Elhamra caddesini hatırlatıyor. Edebiyatçılar burada toplanır, şiir ve roman burada ete kemiğe bürünürdü. Basının duayenleri yazılarını burada kaleme alır, dergiler ve kitaplar buradan matbaanın yolunu tutardı.
İstanbul Araplar için önemlidir
Arap dünyasının sanat ve edebiyat adamları İstanbul’da buldukları iki şeyi başka hiçbir şehirde bulamayacaklar. İlki özgürlük, ikinciyse bir araya gelebilme rahatlığı. Bir sanat ve edebiyat adamının eser ortaya koyma serüveninde olmazsa olmaz nedir diye sorarsanız, işte bu iki şeydir derim.
Arap dünyasının İstanbul’a akını 2012 yılında başladı ve 2014 yılında Mısır’daki Sisi darbesiyle Esed’in yeniden güç kazanmaya başlaması sonrası büyük ivme kazandı. Mısır ve Suriye aydınlarını sonradan Yemen, Irak, Tunus ve Körfez bölgelerinden gelenler izledi. Irak ve Suriye’de DEAŞ diye bir bela belirmiş, Yemen iç savaşı ortalığı kasıp kavurmaya başlamıştı.
İstanbul’a gelen Araplar ilk yayınevini kurdular, vakit geçirmeden kültürel faaliyetler start aldı. Derken şehirdeki yayınevi sayısı onu buldu ve Arapça kitaplar günden güne daha da çeşitlendi. Hangi yayınevleriydi bunlar? Safahat, Buka, Şebeketul Arabiye lil Ebhas, Saray Kitab, Usret’ul Arabiye ve diğerleri. Bugün ise Arapça kitap basan tam 36 yayınevi mevcut.
2015 yılında ilk Arapça Kitap Fuarı Sultanahmet’te Türkiye Yazarlar Birliği’ne ait mekânda Arap Araştırmaları Networku tarafından açıldı. Burada inanılmaz anılar yaşandı. Peşinden 2016 yılında fuar uluslararası bir nitelik kazandı. Arap ülkelerinden yayınevleri İstanbul’da buluştu ve İstanbul Arap kültürünün başkenti özelliğini ilan etmeye başladı. Aynı yıl CNR’da yapılan Türkçe Kitap Fuarı’na Arap yayıncı olarak katıldım. 2017 yılındaki fuara katılım bir önceki yıla nispeten iki misli olarak gerçekleşti ve sonrasında, 2018 Nisanında Arapça Kitap Fuarı kendi mekânına kavuştu. 2018 yılı Eylülünde ise tıpkı Arap ülkelerinin başkentlerinde yapılan fuarları andıran muazzam bir fuar gerçekleşti. İstanbul’da yapılan fuarın daha da üstün olduğunu söylemek mümkündü. Çünkü Türk hükümeti Arap ülkelerinde yapılageldiği gibi “sakıncalı kitaplar” listesi yayınlamıyor, yazarlar yazdıklarından dolayı başlarına ne geleceğinin endişesini yaşamıyorlardı.
2018 Nisanındaki fuarda yaptığım işleri hala anar dururum. Konferans ve diğer etkinlikler için Türkiye dışından birini davet etme ihtiyacı duymamıştım. Katılımcı isimlerin neredeyse tamamı İstanbul’da yaşıyordu. İçlerinde önemli fikir adamları ve edebiyatçılar bulunuyordu. Günde 4 etkinlik yapmıştık. Hiç unutmam, Arap aklını temsil eden ve eli kalem tutan ne çok ismin İstanbul’da yaşadığına bizzat şahit olmuştum.
Arapça platform bolluğu
İstanbul’da Araplara ait pek çok platform bulunuyor. Bunlara örnek olarak Özgür Suriye Yazarlar Birliği, Suriye Yazarlar ve Edebiyatçılar Birliği, Anadolu Yazarlar Birliği, Suriye Kültür Evi ve Arap Medya Mensupları Evi verilebilir.
Yayınlara da göz atmak lazım. Matbu veya sanal ortamda boy veren dergi ve gazeteleri de burada zikredelim. Çocuklara Armağan, Selma, Selam, Fidan ve Zeytin dergileri; Ülkemin Üzümü ve Suriyemiz gazeteleri… Daha başka yayınlar da vardı fakat maddi yetersizlikler yüzünden kapanmak zorunda kaldılar.
Arap ülkelerindeki baskı ortamında yayıncılık imkânı bulamayan televizyon ve radyo kanalları da İstanbul’u tercih noktasında tereddüt göstermedi. Televizyon kanalları: Mükemmiliyn, Rafidiyn, Şark, Belkıs, Suriye kanalı, Orient News. Radyolara gelince: Vatan, Misk FM, Beysan Radyo ve diğerleri.
İstanbul’da Araplar için şaşırtıcı çeşitlikte etkinliğe ulaşmak mümkün. Üniversitelerin, araştırma merkezlerinin ve STK’ların düzenlediği konferanslar, paneller, oturumlar ve daha pek çok etkinlik katılımcılarını bekliyor. Bütün bunlar göz önüne alındığında Arap aydınının gözünde İstanbul’un yeri başkadır. İstanbul, her şeyden önce Osmanlı hilafetinin başkentidir ve İslam ümmetinin birliğini simgelemektedir. Bugün kaybettiğimiz birçok değer aslında İstanbul merkezinde yeniden dirilebilir. İstanbul, işte bu yeniden dirilişin çekirdeğini bünyesinde taşımaktadır.
Büyülü bir şehir
İstanbul Arap aydını açısından aynı zamanda büyülü bir şehirdir. Deniziyle, yedi tepesiyle, tarihiyle, tarihi eserleriyle ve moderniteyi ıskalamayan dokusuyla herdaim tılsımlıdır. Bu tılsımın içinde dünyanın her yöresinden insan tiplerini, değişik dilleri ve dinleri, rengârenk bir kültürel cümbüşü temaşa etmek mümkündür. İstanbul’a dünyanın başkenti nazarıyla bakmakta bir beis yoktur. Dünyanın başkenti aynı zamanda Arap tarihini bütünüyle yansıtan belgeler koleksiyonuna ev sahipliği yapmaktadır.
Dünyanın en büyük imparatorluklarına bin küsür yılı aşan başkentlik macerası İstanbul’u uzak diyarların anahtarlarını elinde tutan bir merkez haline getirmiştir. Avrupa, Asya ve Afrika’ya serpiştirilmiş onlarca ülkenin arşivi İstanbul’dadır. Sadece bu yönü bile İstanbul’u değerli kılmaya fazlasıyla yeter. Bu arşivlerden faydalanmak hiç de zor değildir. Osmanlıca bilen herkes bu hazinenin kapısını aralayabilir. Yabancı ülkelerden gelen araştırmacılar bu arşivlerden ülkeleri namına yararlanmaya geldiklerinde kesinlikle bir bütçeye sahiptirler. Ayrıca gayet güzel Osmanlıca öğrenmişlerdir. Oysa Arap ülkelerinden gelen araştırmacı ülkesinden hiçbir maddi destek görmez, cebinde ne varsa imkânı da o kadardır. Üstelik doğru düzgün bir Osmanlıca eğitimi bile almamıştır. Dile hâkim olamadığı için milyonlarca belge içerisinde kaybolup gider. Çabasının mükâfatını gereği gibi alamadan ülkesine döner.
Arap rejimleri gerçeklerden hoşlanmaz
Peki, bu durum niçin böyledir? Batı emperyalizminin kuklası haline gelmiş Arap rejimleri gerçek tarihin ortaya çıkmasını istemez. Bizim bir zamanlar aynı bayrak altında Batı emperyalizmine karşı mücadele verdiğimizin bilinmesi bu rejimlerin işine gelmez. Osmanlı’nın Arapları Batı emperyalizmine karşı koruduğu gerçeğinin duyulması onların uykularını kaçırır. Gelin Doktor Mustafa es Setiyti’ye kulak verelim:
“Avrupa ülkelerinden, Yunanistan’dan ve İsrail’den gelen araştırmacıların günümüz Türkçesini ve Osmanlıca’yı gayet güzel konuştuklarına tanık oldum. Araştırma yapmak için kendilerini İstanbul’a gönderen kurumlar, maddi-manevi tüm ihtiyaçlarını giderecek bir bütçeyi emirlerine vermişti. Neyi aradıklarını, orada niçin bulunduklarını çok iyi biliyorlardı. Arap araştırmacı sayısı ise çok azdı. Bir elin parmağını geçmeyecek kadar az. Bütün ihtiyaçlarını kendi ceplerinden karşılamak zorundaydılar. Parasızlık yüzünden yapacakları araştırmaya bir türlü konsantre olamıyorlardı. Çünkü İstanbul pahalı bir şehirdi.”
Düşmanlarımız Osmanlı imparatorluğunu yıkarak İslam ülkeleri arasındaki bağları kopardılar. Daha sonra işgaller birbirini izledi. Türkiye’ye diz çöktürünce ümmetin birliği de darmadağın oldu. Her şeyimizi yağmalarken tarih şuurumuzu da yerinde bırakmadılar.
Yüzyıl sonra Türkler ve Araplar işte yine birlikteyiz. İstanbul’da bir araya gelişimiz İslam ümmeti için yeni bir çağın başlangıcı olur mu dersiniz?