Efendiler! Bu saat belki ellinci, altmışıncı saat oluyor. Ali Şükrü Bey biraderimiz Ankara denilen köy kadar bir yerde zabıtasıyla, ordusuyla, milletiyle, meclisiyle, hükümetiyle hepsi mevcut olan Ankara’da kaybolmuştur ve bulunamamaktadır.
Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey – 29 Mart 1923 TBMM Konuşması
Ali Şükrü Bey, son Osmanlı Mebusan Meclisi’nden Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal etmiş vatansever bir şahsiyetti. Bahriye zabiti olan Trabzon mebusu Ali Şükrü, İngiltere’de denizcilik üzerine okumuştu. Çok iyi seviyedeki İngilizcesiyle dünya ahvalinden haberdar, aynı zamanda geleneklerine bağlı, dindar biriydi. Güçlü bir karakteri vardı. Mantıklı bir şekilde ikna edilmedikçe bildiğinden taviz vermez, küçük menfaatler peşinden koşup kimseye dalkavukluk etmezdi. Karakter olarak kendisine çok benzeyen Milli şairimiz Mehmet Akif’in de yakın dostuydu. Mili mücadele için İstanbul’dan Ankara’ya birlikte geçecek kadar yakın.
İÇKİYİ YASAKLATAN ADAM
Ali Şükrü Bey Ankara’ya geçer geçmez milli mücadeleyi farklı mecralara çekmek isteyen zihniyete karşı mücadelesine hız vermişti. Çıkardığı Tan gazetesiyle fikirlerini açıkça söylemekten çekinmiyor, meclis kürsüsünde milletin hamiyetli bir fedaisi olarak en sinsi, en belalı çetecilere karşı hakkı dile getirmekten imtina etmiyordu. Meni Müskirat Kanunu’nu (İçki yasağı kanunu) Meclise teklif eden de oydu. Bu hamlesiyle yedi düvel küffara karşı verilen mücadeleyi sulandırmak isteyen malum çevreleri hizaya getirmiş, açıktan işret yapmalarına mâni olarak hayli hayır duaya sebep olmuştu. Yine de mâlum zihniyet güya gizli fakat kendilerine mâlum bir şekilde şehirde dört meyhanenin işletilmesine ruhsat vermiş, Ankara Polis Müdürü Dilaver’in kendi evinde gizlice ürettiği rakılar mâlum çevrede nam yapmıştı. Zaten kanun, Ali Şükrü Bey’in şehadetinden sadece bir yıl sonra, 9 Nisan 1924’te yürürlükten kaldırılacaktı. Bu arada Polis Müdürü Dilaver dâhil mâlum çevrenin kanun mucibince memuriyetten ve her türlü görevden atılması gerektiğine dikkat çekelim. Zira kanunun 3. maddesi aynen şöyledir:
“Alenen müskirat istimal edenler veya hafiyen istimal edipte sarhoşluğu görülenler ya haddi seri veya elli liradan iki yüz liraya kadar cezayi nakdî veyahut üç aydan bir seneye kadar hapis cezasıyle tecziye olunurlar. Sıfatı resmiye erbabından olanlar dahi memuriyetten tardedilir ve bu husustaki hükümler kabili itiraz ve istinaf ve temyiz değildir.”
TEK BAŞINA BİR ORDU
Mecliste muhalif olarak bilinen İkinci Grup içerisinde en cevvali odur. Döneme şahit olanların ifadesiyle rahmetli Ali Şükrü Bey adeta “tek başına bir ordu”dur.
Malum çevrenin adamı Falih Rıfkı “Çankaya” adlı eserinde rahmetliyi aynen şöyle anar:
“Mütareke yıllarında Osmanlıca irtica dediğimiz gericilik İstanbul’da da Anadolu’da da alıp yürümüştü. Anadolu’da Tanzimat’tan da öncesini hatırlatan bir hava vardı. Şair Akif, sarıklı hocalardan çoğu, Trabzon milletvekili Ali Şükrü bu grupta idiler. Ali Şükrü bir deniz kurmayı olduğu halde en azılı olanlarından biri idi. 36 yaşında Meclis’e girmişti. Cüretli ve atılgandı.”
Malum çevreyi tek başına o denli korkutmuştur ki, buna dair pekçok tanıklık bulunmaktadır. Buyrun, Kazım Karabekir Paşa’nın günlüklerinden bir pasaj…
14 Ocak 1923 Pazar
Akşam harekât. 7.30 sonra.
(Gazi Paşa, Fevzi Paşa, ben trenle Ankara’dan hareket)
Muhaliflerden Ali Şükrü Ankara’ya makine getirmiş. Tan gazetesi çıkaracakmış. Gazi yanımda Cevat Abbas’a dedi: “Muhalifler matbaa yapıyor da siz hâlâ uyuyorsunuz. Yakmalı, yıkmalı!”
Dedim: “Paşam bu tarzda mukabele doğru mudur?”
Lozan’a yaptığı muhalefet de dillere destandır. 5 Mart 1923 tarihindeki toplantıda Ali Şükrü Bey Lozan’a gönderilen heyetin Mehmetçiğin süngüsü ile kazanılmış toprakları masa başında kaybettiğini söyler. Ertesi günü Mecliste Ali Şükrü-Mustafa Kemal kavgası kopacaktır.
ALÇAKÇA KATLEDİLDİ
Mecliste gizli oturum vardır. Hilafetin kaldırılması tartışılmaktadır. Ali Şükrü Bey, hilafetin kaldırılması gerektiğini söyleyenlere cevap vermek için defalarca kürsüye çıkar. Rauf Orbay artık dayanamaz. “Şükrü yeter artık söz alma!” der. Bu sırada Ali Şükrü Bey Rauf Orbay’a döner ve “Rauf! Ben bu işin fedaisiyim, anladın mı?” deyip tekrar kürsünün yolunu tutar.
Hâdiseye şahit olan ve kaleme aldığı Yılların İzi’nde hikaye eden dönemin zabıt katibi Mahir İz’in yorumu aynen şu şekilde olmuştur:
“Zeki Bey’e Ali Şükrü Bey bu gece idam fermanını eliyle imza etti, dedim. Nitekim o sözüm de çıktı…”
Evet, rahmetli Mahir İz Üstadımız yanılmamıştır. Ali Şükrü Bey son olarak 27 Mart akşamı Ankara’da, Karaoğlan Çarşısı’nda bulunan Kuyulu Kahve’de oturuyorken Çankaya’nın muhafızlığını yapan Topal Osman’ın adamı Mustafa Kaptan yanına gelir ve birlikte çıkarken görülür. Mustafa Kaptan’ın daha sonra yaptığı itirafa göre, Mustafa Kaptan tarafından, Topal Osman’ın davetiyle Saman Pazarı’ndaki evine doğru yola koyulan Ali Şükrü Bey, burada Topal Osman ve adamları tarafından alçakça boğulacaktır.
Rahmetlinin naaşı, 1 Nisan’da bir çobanın ihbarıyla Ankara civarındaki kırsal arazide bulunur. Çankaya adına rahmetliyi katleden Topal Osman, artık Çankaya’nın bizzat hedefi haline gelir. Çünkü çok şey biliyordur. Topal Osman’a karşı harekât planını bizzat Mustafa Kemal’in kendisi hazırlar ve sonra eşi Latife Hanım’la birlikte Çankaya Köşkü’nden ayrılıp, Rauf Orbay’ın İstasyon’daki dairesine doğru yola koyulur. Latife Hanım’ın kızkardeşi Vecihi İlmen’e göre kandırıldığını anlayan Topal Osman ve adamları Çankaya Köşkü’nü basınca Paşa çarşafa bürünüp köşkten kadın kılığında kaçar.
BİR GARİP SUSKUNLUK
Nutuk’ta hemen her konudan bahseden Mustafa Kemal’in yakın tarihimizin belki de en önemli olayındaki suskunluğu ilginçtir. Oysa bu hâdise ülkede yeni bir dönemin işaret fişeği olacaktır. Ali Şükrü cinayeti bir yönetim darbesine zemin hazırlayacak, Lozan anlaşmasını belki kabul etmeyecek hatta ileride ciddi sıkıntılara sebep olabilecek İkinci Grup muhalefeti böylece tasfiye edilecektir. Nitekim Ali Şükrü Bey olayı sebep gösterilerek Milli Mücadele’yi yapan Birinci Meclis kapatılmış ve Çankaya tarafından atanan isimlerin yer aldığı yeni bir meclis göreve başlamıştır.