Akın akın geliyorlar

21 Aralık 2017 tarihli Foreign Policy’de Jenna McLaughlin tarafından kaleme alınan bir yazı yayınlandı. Yazı, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Körfez’de bir casus imparatorluğu kurmak için eski bir CIA çalışanına kesenin ağzını açtığından bahsediyor. Abu Dabi civarında, CIA’in “çiftlik” olarak tabir edilen eğitim merkezinde olduğu gibi etrafı atış alanları, kışla tipi yapılar ve sürücü kurslarıyla çevrili bir yer var. Burada yerli Araplara modern casusluğun nasıl yapılacağı öğretiliyor. Mekana “akademi” adı verilmiş. Eğitimciler, eski CIA ajanları. İçlerinden birisi “fantastik bir para” kazandıklarından bahsediyor. Günlük bin dolar alıyorlarmış.

Larry Sanchez ve David Cohen

Projenin başında yer alan isim Larry Sanchez. Larry Sanchez uzun yıllar CIA içerisinde bulunmuş, 11 Eylül sonrası özel bir görevle New Yok Polis Departmanına gönderilmiş. 2010 yılına dek burada görev yapan Sanchez’in işi, şehirdeki Müslümanları izleyip fişlemek. Sanchez Muhammed bin Selman ile çalışmaya başladıktan sonra, 2012 yılında Müslümanları fişleme olayı ortaya çıkıyor ve ülkede büyük skandal kopuyor. Çünkü CIA dış istihbarat örgütü. Ülke içinde bu tarz bir faaliyet göstermesi kanunen yasak. Bu arada ilginç bir not. Sanchez New York’ta kiminle çalışıyor, bilin bakalım? Halkbank üzerinden gerçekleştirilmek istenen darbe girişiminde FETÖ’nün eli ayağı, herşeyi olan Yahudi asıllı David Cohen ile. Cohen o dönemde hem New York Polis Departmanında istihbarat birimini yönetiyor, hem de CIA’de operasyonlar birimini. Aslında bu da yasal değil. Ama öyle bir ilişkiler ağı var ki kimse üzerine gidemiyor. Tam aksine ödüllendirilen bir Cohen portresi var. 2011 yılında ABD’nin Finans İstihbarat biriminin başına getiriliyor. 2015 yılında ise CIA Başkan Yardımcısı olarak atanıyor.

Bu ilgi nereden geliyor?

David Cohen’in Halbank operasyonunun başındaki isim olduğunu ifade ettik. Peki, yardımcısı Larry Sanchez’in Türkiye ile nasıl bir ilgisi var? Yıllardır CIA benzeri bir istihbarat altyapısı kurmak için Muhammed bin Zayed’e hizmet veren Sanchez’in operasyonel medya hamlelerinin arkasındaki isim olduğunu bilmek için kahin olmaya gerek yok. Muhammed bin Zayed’in Ahvalnews ile başlayan Türkçe medya merakını, FETÖ çizgisinde Türkiye düşmanı bir yayın mecrasına kucak açmasını CIA üzerinden, Sanchez-Cohen çizgisi üzerinden okumak yararlı olacaktır.

Körfez medyası Bin Zayed’in emrinde

Bin Zayed’in Suudi medyası üzerindeki etkisini hafife almamak lazım. Körfez bölgesinin en büyük iki medya şirketi, Suudilerin Şarkul Evsat’ı çıkaran Saudi Research and Marketing Group’u (SRMG) ile BAE’ye ait Emirates Media’nın 2004 yılında ortak icra kurulu toplamak üzere ittifak yaparak güçlerini birleştirdiklerini hatırlatalım. Suud sermayesine ait olmakla birlikte Dubai’den yayın yapan El Arabiye Televizyonu’nun 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin tavrını Bin Zayed’in etkisi bağlamında örnek verebiliriz. Darbeye ilişkin haberi sunan spiker Nikol Tennuri’nin «Ne yazık ki darbe girişimi başarılı olamadı» ifadesi, hele o esnada beden dilinin ortaya koyduğu tepki gerçekten unutulacak cinsten değil.

Perde arkasında iş görme mantığı

Körfez Arapları’nın perde arkasından iş görme gibi alışkanlıkları vardır. Buna pekçok örnek verilebilir. Salvator Mundi olayı mesela. SRMG’nin eski yönetim kurulu başkanı Prens Bedir bin Abdullah tarafından 15 Kasım 2017’de 450 milyon dolara satın alındığı söylenen tablo, hatırlayacaksınız daha sonra Abu Dabi Kültür ve Turizm Departmanı’na kayıtlı çıkmıştı. İlginçtir, peşinden Prens Bedir belki de bu hizmetine karşılık Suudi Arabistan Kültür Bakanlığı görevine atanmıştı. Bin Zayed’in perde arkasından Suudileri parmağında oynattığı cümlenin malumu. Nitekim şu “The Independent” gazetesinin satışında da benzer bir durum görülüyor.

Hatırlarsanız, gazetenin yüzde 30 hissesi Körfez Araplarının eline geçerken yatırımcı olarak Sultan Muhammed Ebulcedayil ismi geçiyordu. Arap medyasında bile daha önce kimsenin doğru düzgün tanımadığı 42 yaşındaki Medine’li işadamının, böyle büyük bir hamleyi ve elbette riski neden aldığı sorusunun mantıklı bir cevabı bulunmuyordu.

Türkiye’yi kıstırma hamleleri

Türkiye’ye dönük yayın yapan yabancı medya organlarının objektif yayıncılık yapmasını elbette beklemiyoruz. Bu, fazlasıyla anlamsız bir beklenti olur. Ancak iftira mahiyetinde yayınlar yapıyor olmalarını da sineye çekemeyiz. Yayıncılığı Türkiye’yi kıstırma hamlelerinden ibaret sananlara “göze göz, dişe diş” diyebilmeliyiz. Bu bağlamda yabancı medya organlarının pekçoğunda Türk asıllı muhalif isimlerin istihdam ediliyor oluşundan yola çıkarak misliyle karşılık verilmesi muhataplara işin ciddiyetine dair önemli bir mesaj olacaktır. Yalan haber yoluyla Türkiye’yi kıstırma hamlelerine dair iki örnek vermekle yetineceğiz. Her iki örnek de Türkiye’yi DEAŞ ile ilişkilendirme amacına matuf yayınlardan oluşuyor.

Bağdadi Türkiye’de yalanı

Türkçe dahil beş dilde yayın yapan İran’ın yarı resmi Fars News haber ajansının İngilizce sitesi, 14 Ekim 2015 tarihinde Hizbullah’ın yayın organı olarak bilinen Beyrut merkezli El Menar Televizyonu’ndan bir alıntı yaptı. Buna göre DEAŞ lideri Ebubekir Bağdadi, Irak askeri güçlerinin hava saldırısı sonucu Batı Anbar bölgesinde yaralanmış ve tedavi amacıyla CIA-MİT işbirliği sonucu Türkiye’ye getirilmişti. Haberin kaynağı nedir diye bakıldığında karşımıza «unnamed sources/isimsiz kaynaklar» ibaresi çıkıyordu. Bu haberden sadece 11 gün sonra 25 Ekim 2015›te Fars News›ün Türkçe sitesi Türkiye›nin Tahran Büyükelçisi Rıza Hakan Tekin›in tekzip ifadesine yer verdi. Büyükelçinin ağzından «Bağdadi›nin Türkiye›ye geldiği haberinin hayal ürünüdür» denildi. Fakat Fars News kendi yayınladığı tekzibi görmezden gelerek iftiraya devam etme yolunu seçti. 8 Aralık’ta Bağdadi’nin Türkiye’de tedavi gördükten sonra Libya’ya geçtiğini yazdı. Ertesi gün aynı iftira ilginç bir paslaşma örneği olarak Rusya’nın Sputnik haber ajansı Türkçe servisi tarafından manşete çekildi. Yalan haber yapma rekorunu kırma yolunda inatla ilerleyen Fars News, 2015 yılında tedavüle soktuğu haberi 7 Mart 2016’da İngilizce sitesinden tekrar verirken, 26 Ekim 2016’da Türkçe sitesinden kendisini tekzip eden başka bir haberi yayınladı. Sözde Iraklı bir uzmana dayandırılan haberde koca bir yıl boyunca Türkiye’den Libya’ya geçtiği yazılan Bağdadi bu kez Libya’ya gidememişti. Ankara ve Riyad Bağdadi’yi Türkiye’den Libya’ya kaçırmaya çalışmış ancak Haşdi Şabi ve Rus uçaklarının varlığı buna izin vermemişti.

DEAŞ petrolünü Türkiye alıyor iftirası

“Bağdadi Türkiye’de” yalanının ortaya atıldığı günlerde İran ve Rus medyasının Türkçe servisleri yeni bir uydurma haberi aralarında paslaşma üzerine anlaşmaya vardı. DEAŞ petrolünün Türkiye tarafından satın alındığı, Türkiye’nin DEAŞ’a ekonomik destek sağladığı iddiası işlenecekti. Bu defa iddiayı ilk ortaya atan Fars News değil Sputnik oldu. Güya YPG tarafından ele geçirilen DEAŞ mensubu bir terörist tutuklu bulunduğu cezaevinde Sputnik’e özel olarak konuşmuş, “DEAŞ Türkiye ile petrol ticareti yapıyor” demişti. 22 Aralık 2015’te Sputnik’te yayınlanan iftira, ertesi gün Fars News tarafından aynen iktibas edildi. Oysa işin hakikatı bambaşkaydı. Dünyanın önde gelen yayın organları bu hakikatı yayınlamaya cesaret edememişti. Nitekim iftira atmayı iyi beceren Sputnik ve Fars News de bu hakikati görmezden gelecekti. 3 Eylül 2014’te Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi’nde bir konuşma yapan AB Irak Büyükelçisi Jana Hybaskova “DEAŞ petrolünü bazı Avrupa devletleri satın alıyor. Buna bir son vermeliler” demişti. Başına bela almaktan çekinen Hybaskova herhangi bir devletin adını vermekten özenle sakınmıştı.

Çin atağa kalktı

Çin’in ve de dünyanın en büyük haber ajansı Xinhua’nın Türkiye’deki sessiz ve derin varlığı uzun süredir mevcut. Fakat ülkemizde en popüler Çin medyası CRITürk radyosu. 2016 yılının sonuna doğru yayına başlayan radyo, Türkiye’deki 61 ile ulaşmış durumda ve İstanbul’da 89.4 frekası üzerinden yayın yapıyor. Radyonun aynı isimde (www.criturk.com) bir haber portalı, ayrıca CRITurk Belgesel isimli online TV kanalı bulunuyor. Bunların dışında CTV adında uydu kanalı, www.china.com üzerinden Türkçe yayın yapan internet sitesi ve 2017 sonlarında yayına başlayan Modern İpekyolu isimli kültür dergisi var. Ülkemizdeki birkaç üniversitede Çince kursları düzenleyen Konfüçyüs Enstitüsü’nü de bu listeye ilave edebiliriz.

Adam devşirmeyi biliyor

Çin’in medyadaki asıl başarısı ise adam devşirmek olarak göze çarpıyor. Özellikle Doğu Türkistan gibi tamamen haksız olduğu bir meselede bile gerek İslam dünyasından, gerekse Türkiye’den kendi lehine konuşacak medya mensuplarını bir şekilde bulabiliyor. Bunun son örneği 7. İpek Yolu’nda Çin etkinliğine katılan gazeteciler oldu. Çin Büyükelçiliklerinin davetiyle Türkiye, Mısır, Afganistan, Pakistan, Bangladeş ve Sri Lanka’dan gelen gazeteciler önce başkent Pekin’de ağırlandı. Daha sonra 6 farklı uçağa bindirilerek bedavaya ülke turu yaptırıldı. Neticede bu beleş ağırlamanın bir sebebi vardı. Doğu Türkistan’a getirilen gazetecilere sırf bu maksatla hazırlanmış Kaşgar’daki bir mesleki eğitim merkezi gezdirildi ve nihayetinde her zaman olduğu gibi Çin propagandası yaptırıldı. Kim ne dedi? Afgan gazeteci Abdulmetin Amiri “Bugün benim gördüğüm tablo bambaşka. Burada hiçbir zorlama yok. Burası bir okul” derken Türkiye’den giden ATV muhabiri Erdal Kuruçay’ın sözleri şöyle oldu: “Batı medyasına göre hareket edip pozisyon alıyoruz. Ne kadar hata yaptığımızı gördük.”

Çin-FETÖ ilişkisi

Xinhua Haber Ajansı’nın, AA ve DHA gibi Türkiye’nin önde gelen haber ajanslarıyla değil de FETÖ’nun Cihan haber ajansıyla çalışmayı tercih ettiğini not edelim. Bu ortaklığın terör örgütünün borazanı olarak bilinen Cihan’a kayyum atanmasıyla sona erdiğini ayrıca belirtelim. Çin-FETÖ ilişkisinin başka ilginç yönleri de bulunmakta. Çin ajansının İstanbul ofisi şefi Ming Chen’in, FETÖ’nün yurtdışındaki okullarında okuduktan sonra Zaman Gazetesinde çalışmak için Türkiye’ye gelen, kendisinden tam 40 yaş küçük Çin vatandaşı Zyung Shi ile evliliği buna bir örnek.

BBC, DW bildiğin gibi

Batılı yayın organlarının Türkçe servisleri son zamanlarda Türkiye’ye ilgi gösteren diğerlerinden farklı olarak köklü bir geçmişe sahip. BBC Türkçe servisinin kuruluşu 20 Kasım 1939 gibi oldukça erken bir tarihe dek gidiyor. Kısaca DW olarak bilinen Deutsche Welle ise Türkçe yayın yapmaya 1 Temmuz 1962 tarihinde başladı. Her iki yayın organının Türkiye yaklaşımı doğal olarak konjonktürel gelişmelerden kimi zaman etkileniyor. Ancak bazı konularda kesinlikle taviz vermediklerini söylemek mümkün. Bölücü örgütlerin borazanlığını yapmak; eşcinselliği ve diğer sapkınlıklari toplum nezdinde olumlu göstermeye çalışmak; İslam dinini, dindarları ve DİTİB gibi Avrupa’da Müslümanlara hizmet veren kurumları ele geçen her fırsatta kötülemeye/değersizleştirmeye gayret etmek en temel politikaları olarak göze çarpıyor.

Zıpçıktı Netflix’e bak sen!

1997 yılında Amerikan Kaliforniya eyaletinde Reed Hastings ve Marc Randolph tarafından kurulan ve kısa zamanda büyük popülarite yakalayıp televizyon yayıncılığı sektöründe adeta devrim yapan Netflix, 2016 yılı başlarında Türkiye pazarına giriş yaptı. Üç yıllık Türkiye macerasında yerli içerik üretmeye yeni yeni ısınan şirketin Türk aile değerlerine pek uygun bir yayın politikası izlediği söylenemez. Fakat abonelik sistemiyle çalışan bir yayın organına bu açıdan eleştiri yapmak çok da anlamlı durmuyor. Yayın politikasını beğenmiyorsanız abone olmazsınız, olur biter. Ancak işin başka bir boyutu var ki sessiz kalınacak gibi değil. Designated Survivor isimli dizide bildiğin FETÖ propagandası yapan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Veliaht Muhammed bin Selman’ı eleştiriyor diye Suudi yönetiminden gelen baskıya boyun eğen ve ‘Patriot Act with Hasan Minhaj’ isimli komedi programını yayından kaldıran Netflix şirketi, Türkiye’nin Cumhurbaşkanına hakaret edip 15 Temmuz’u bir hükümet darbesi olarak gösteren diziyi bakalım yayında tutmaya devam edecek mi? Zıpçıktı Netflix’e gereken tepki bugün verilmezse yarın daha beterini yayınlayacak cesareti ona biz bahşetmiş olacağız. Ona göre…

Benzer konular