Akdeniz’e Fatih nizamı

Doğu Akdeniz, son iki yüzyıldır küresel jeopolitiğin önemli bir parçası. Ancak son 10 yıldır çok uluslu bir paylaşım mücadelesinin tam merkezinde bulunuyor. Mısır’dan Türkiye sınırına kadar gelen bölge, bugün enerji kaynakları savaşına ev sahipliği yapıyor. Türkiye, Suriye, İsrail, Lübnan, Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın rekabeti, Doğu Akdeniz’i bölgesel gerilimin yeni merkezine dönüştürmüş durumda. Bölgeyi son haftalarda yeniden gündemin sıcak başlığı haline getiren ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tek taraflı faaliyetlere hız kazandırması.

Akdeniz’in doğusu son iki yüzyıldır ülkelerin paylaşım savaşlarına sahne olsa da bu savaş aslında küresel enerji ihtiyacının kömürden petrole doğru yer değiştirmesiyle başladı. Bölgedeki küresel jeopolitiğin daha kritik ve tartışmalı bir hâle gelişi ise 2000’li yıllara dayanıyor. Son zamanlarda alevlenen hâdiseler, ülkelerin araştırma gemilerini bu bölgeye çıkarıp sondaj yapmaya başlaması zaman zaman gerginliklere sahne oluyor. Ülkeler diğer sondaj gemilerini taciz ederken, söylenen zehir zemberek sözler ise hem sahada hem de diplomaside aşınmalar yaratıyor.

Doğu Akdeniz’de keşfedilen rezerv sahaları dünya üzerindeki tüm ülkeler tarafından yakından takip ediliyor. Tartışmanın hiç eksilmediği bölgede, Türkiye’nin rolü ise büyük. Hem en maliyetsiz yolun Türkiye sınırlarından geçmesi hem de söz sahibi ülkelerden biri olması nedeniyle atacağı her adım diğer ülkeler tarafından dikkatlice izleniyor.

Dünya genelinde yaşanan enerji hareketliliği elbette Doğu Akdeniz sayesinde. 4 Kasım 2018 günü başlayan ve artık savaş boyutuna geldiği düşünülen İran krizi, Doğu Akdeniz’de yeni bir başlangıcın habercisi olabilir. Eğer bölge ülkeleri kendi aralarında bir anlaşmaya varabilir ve sınırlarını uluslararası ölçüde koruyabilirlerse. Son zamanlarda dalgalı bir hareket izleyen petrol fiyatlarına Doğu Akdeniz enerjisi arz bolluğu sayesinde bir düşüş sağlayacak. Tabi bir de bu gazın Avrupa’ya taşınması ve oraya daha uygun fiyattan gaz sağlanması bu bölgeyi çok daha önemli hale getiriyor. Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin toplandığı üçlü zirvede Türkiye’ye yönelik olumsuz ithamlarda bulunulsa da hiçbir oluşum veya devletin bir diğerini dışlayarak bölgede sonuç elde etmesi pek mümkün değil.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz meselesinde bazı ülkeleri muhatap kabul etmemesi ve ilişkilerinin pek de olumlu olmaması işi bir nebze farklı bir boyuta taşıyor. Her ne kadar olumsuz bir tablo varmış gibi görünse de Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney’in de ifade ettiği gibi Libya ile münhasır ekonomik bölge sınırlaması noktasında hâlâ masada anlaşma hâlinde olmamız önemli. Güney, Libya ilişkileri kapsamında Doğu Akdeniz’de yaşananları ve yaşanacakları özetledi.

Prof. Dr. M. Seyfettin Erol ise Kıbrıs’ın enerji mücadelesindeki yerini savunma açısından değerlendirdi. Erol, Doğu Akdeniz’deki provokasyonlara karşı S-400 gibi hava savunma sistemlerinin önemine dikkat çekiyor.

Rumların Türkiye tarafından muhatap alınmamasını İsmail Kavaz’ın belirttiği, 2007 yılında Lübnan ile imzalanan parsel anlaşmasına bağlamak pek yanlış olmaz. Kavaz, ana dosyamıza Doğu Akdeniz enerjisini Türkiye bağlamında yazdı.

Son olarak Mehmet Öğütçü ise küresel enerji durumunu değerlendirdi. Öğütçü, Doğu Akdeniz’deki enerji zenginliğinin ancak işletildiğinde yani yaklaşık 10 yıl sonra bir zenginlik hâline geleceğini söylüyor.
Libya, Akdeniz’de ilk kez 2009 senesinde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan ederek, sınır ülkelerle anlaşma yapmaya hazır olduğunu duyurdu. Türkiye ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 29 Kasım 2010’da Libya ziyareti sırasında Ankara’nın Libya ile bir sınırlandırma anlaşması yapabileceği konusunu resmen masaya getirdi. Türkiyeli yetkililer mevcut haritalarını Libya hükümeti yetkilileri ile paylaştı ve çalışmalar başladı. Ancak, Türkiye’nin ziyaretinden sonraki bir iki ay içinde Libya’da baş gösteren karışıklıklar iç savaşla sonuçlanınca sınırlandırma anlaşması girişimi rafa kalktı.

Libya’daki iç savaş sonunda, Kaddafi’nin devrilmesini takiben Yunanistan, Libya’nın 39 bin kilometrelik deniz alanını işgal etti. Bu duruma Türkiye dışında itiraz eden olmadı. 2000’li yılların sonuna doğru Akdeniz’de hızlanan deniz yetki alanları mücadelesine karşı Ankara, ikinci bir hamle yaptı. Libya ile sınırlandırma anlaşması 2018 senesinde yeniden devreye sokuldu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, 2018 yılı Libya ziyareti sırasında Ankara’nın elindeki mâlum haritaları Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti nezdinde tekrardan gündeme getirdi ve taraflar arasındaki çalışmalar yeniden hız kazandı.

Kısaca 2019 yılında, Libya’daki meşru hükümet karşıtı Hafter güçlerinin hükümeti devirmek için Trablus’a yönelik askerî harekât başlatması tabii ki Ankara ve Libya hükümetinin MEB çalışmalarına ket vurmak içindi. Neyse ki, Türkiye’nin destek verdiği Ulusal Mutabakat Hükümeti sonuçta Hafter güçlerini Trablus saldırısında ağır bir yenilgiye uğrattı.

RUM VE YUNAN ÇIKARLARINA TERS

İlginç olan şey, Türkiye’nin Libya ile bir MEB sınırlandırma anlaşmasını sona erdirmeye yaklaştığı anda hemen devreye dış güçlerin girmesi ve ülkede kargaşa çıkarması. Bu geçmişte de böyleydi, bugün de aynı. Bunun en önemli sebebi tabi ki Libya’daki karışıklıklar üzerinden, Akdeniz’de Ankara’nın önünün kesilmeye çalışılmak istenmesi.
Bilindiği gibi, Türkiye’nin Libya ile karşılıklı kıyıları bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye ile Libya arasında deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik bir anlaşma yapılması hukuken mümkün. Aslında Ankara’nın Libya Ulusal Mutabakat hükümetiyle MEB ilan etmesi durumunda, Doğu Akdeniz’de Yunanistan-GKRY ikilisinin deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik girişimleri akamete uğrayacak. İşte, son zamanlarda Ankara’ya yönelen ABD-AB dayanaklı Yunanistan ve GKRY’nin tüm baskı politikaları bundan kaynaklanıyor.

Türkiye Libya’daki Ulusal Mutabakat hükümeti ile MEB ilan edilmesi konusundaki çalışmalara devam etmekte. Burada ortaya çıkan en temel sorun, hükümetin dış destekli Hafter güçleri tarafından devrilmeye çalışılması. Şimdi sırada Libya’nın geleceğiyle ilgili 3+3 formülü gibi birçok siyasi toplantı var. Bugün Ankara Libya mevzusunda şimdi hem masada hem de saha da varım diyerek MEB konusundaki girişimlerine uygun bir zemin yaratmak için hazırlık yapmakta.

YENİ JEOPOLİTİK PLANLARI DEĞİŞTİRDİ

2009’da Doğu Akdeniz’de doğal gaz rezervlerinin ilk keşfi yapıldığında bölgedeki enerji kaynaklarının bölge ülkeleri arasındaki siyasi sorunları çözmek konusunda özendirici bir mahiyet taşıyacağı düşünüldü. O gün için basit bir mantığı vardı işin; gaz çıkaran ülkeler iç-tüketim fazlasını yiyip içemeyeceklerine göre satmak istiyorlardı. Avrupa pazarı mantıklı görünüyordu. Avrupa pazarına, ticaret barışını savunan Türkiye üzerinden ulaşmak mümkündü. ABD’de Obama yönetimi Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını azaltmak için bu paketleri destekliyor görünüyordu. Ancak o günden bugüne farklı anlaşmalar imzalanmışsa da farklı jeopolitik gaz koalisyonları kurulmuşsa da bölgedeki jeopolitik oyun değiştiğinden 2009’dan beri gazını satmak için kapı kapı dolaşan İsrail bile henüz bir kazanç sağlayamadı.

Akdeniz’deki jeopolitik oyunun 2009’dan bugüne kadar geçen zaman içinde büyük bir dönüşüm geçirdiği muhakkak. Bugün Akdeniz’deki enerji güç mücadelesinde, büyük güçlerin yer almasıyla sular iyice ısındı. ABD, AB ve Rusya gibi bölge dışı güçler sözüm ona Akdeniz’deki enerji ve deniz yetki alanları paylaşımı üzerinden yeni bir Soğuk Savaşın kavgasını veriyorlar. Enerji paylaşım mücadelesi sadece Akdeniz bölgesinin sorunu olmaktan çıktı. Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile birlikte sabırla elindeki siyasi, diplomatik, hukuki ve yeni enerji araştırma imkanlarını seferber ederek mücadelesini büyük bir kararlılıkla sürdürüyor.

ANKARA-KKTC UYUM SAĞLADI

Bugün KKTC’de dörtlü koalisyon hükümetinin yerini ikili koalisyon hükümeti aldı. Bunun en önemli avantajı gerek Kıbrıs adasının geleceği konusunda gerek KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki kaynakların paylaşımında tek bir ağızdan konuşabiliyorlar. KKTC’deki yeni hükümet, Ankara’yla birlikte Doğu Akdeniz’de varız diyor. Ankara, 2014 yılında BM’ye kayıt ettirdiği, Akdeniz üzerindeki kıta sahanlığının dış sınır limitleri dışında, hukuki haklarını kullanıyor. KKTC, TPAO’ya 2009 ve 2012 senelerinde off-shore lisans garantisi verdi.

Kıbrıs Rum yönetiminin 2004 senesinde tek taraflı olarak ilan ettiği sözde MEB’e karşı Ankara, 2011 yılında KKTC ile ruhsat anlaşması yaptı ve Türkiye’yi ada çevresinde kendi deniz yetki alanlarında hidro-karbon araştırma yapmakla yetkilendirdi. Bu çerçevede, Fatih gemisinin sondajı, KKTC tarafından Türkiye’ye verilen ruhsat anlaşması kapsamında devam ediyor, Yavuz da sondaj faaliyetine başlıyor. Şu an Ankara ile KKTC yeni hükümeti arasında önemli bir uyum yakalanmış durumda, bu da tabi Türkiye-KKTC tarafının rakipleri karşısında elini oldukça kuvvetlendirmekte.
Kıbrıs’taki son gelişmeler doğrudan doğruya Akdeniz ve Ortadoğu’nun değişen jeopolitiğiyle ilgili. Bu değişim, Kıbrıs üzerindeki güç mücadelesini daha da arttırdı. Değişen jeopolitiğe dört ana etmeni karşımıza çıkarıyor. Bunlardan birincisi, ABD’nin büyük Ortadoğu projesi kapsamında bölgede uygulamaya koyduğu bazı proje ve yaklaşımlar.

İkincisi, Kuşak ve yol projesiyle birlikte Akdeniz havzasının tekrar artan önemi olarak gösteriliyor.

Üçüncüsü, bölgede keşfedilen petrol ve gaz rezervleri.

Dördüncüsü, Arap Baharı ve Suriye krizinin bölgede yol açtığı sonuçlar.

Buna bağlı olarak beşinci husus ise büyük güçlerin bölgeye askeri sevkiyatı ve bu bağlamda Rusya’nın özellikle güneye doğru inip, Akdeniz’de konuşlanması. Çin ve İran dahil olmak üzere bütün güçlerin yer almaya başlaması.

S-400’LERLE CAYDIRICI OLUNMALI

Suriye’den Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) ateşlenen S-200 füzesinin, eski model olması itibariyle üzerindeki kontrolü kaybedip hedefinden saparak düştüğünü düşünüyorum. Buradan Türkiye ya da Kıbrıs’a bir mesaj verildiği kanaatinde değilim. KKTC’ye düşen S-200, Türkiye’nin güçlü bir hava savunma sistemine duyduğu ihtiyacı bir kez daha göstermiş ve bu bağlamda S-400’lerin önemini ortaya koymuştur. Türkiye bir an önce önümüzdeki süreçte artması öngörülen bu tür “kaza”lara ve provokasyonlara karşı bu silah sistemini almak ve güneyine konuşlandırmak zorundadır.

Türkiye, Doğu Akdeniz’de kendinin ve KKTC’nin haklarını korumak için caydırıcılığını artırmaya devam etmeli. S-400 ve benzeri silah-savunma sistemlerine olabildiğince erken sahip olup Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de bu caydırıcı gücü kullanmalı. Bunun yanı sıra kararlılığını gösterme noktasında başlattığı askeri tatbikatlar ve Akdeniz’deki askeri varlığını daha da kuvvetlendirmeli. İlerleyen süreçte Kıbrıs ve Lübnan gibi bölge ülkelerinde askeri üs açma yoluna gitmeli.

YENİ BİR EKSEN KURULMALI

Bugün Türkiye, Mısır ve Suriye ile sorunlar yaşıyor olabilir. Türkiye’nin bu ülkelerle krizi, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta kendisine karşı kullanılarak her türlü müdahaleye açık bir ülke konumuna getirilmeye çalışılıyor. Türkiye daha önce bölgede ilişki kurduğu ülkelerle tekrar etkin bir pozisyon alma yoluna gitmeli.

Türkiye, Akdeniz’de inşa edilmeye çalışılan eksene karşı farklı bir eksen kurmayı denemeli. Türkiye’nin Rusya ile kuracağı eksene, önümüzdeki süreçte Çin ve İran da katılabilir. Avrupa Birliği ile de Türkiye önemli ilişkiler geliştirebilir. Almanya ve Fransa’nın çıkarlarının tehdit altında olması, Türkiye’nin bu ülkeleri yanına çekmeye yönelik hamlelerini güçlendirecektir. Almanya ve Fransa bu bölgenin ABD- İsrail gölü haline gelmesini kabul etmeyecektir. Türkiye, bir yandan askeri gücüyle kararlılığını ortaya koyarken diğer taraftan diplomasi ve uluslararası hukuk üzerinden daha proaktif bir politika izleyebilir.

Doğu Akdeniz’de uzunca bir süredir devam eden gerilim, tansiyonun yeniden yükselmesine neden oluyor. Bölgedeki kaynaklar üzerinde hak sahibi olan Türkiye, KKTC, GKRY, Mısır, Lübnan, Suriye, Filistin, İsrail gibi ülkeler ve bu ülkelerden bazılarının arama-sondaj ruhsatı verdiği çok sayıdaki uluslararası enerji şirketi zaten yeterince karmaşık olan sorunları daha da derinleştiriyor.

RUMLAR FİTİLİ ATEŞLEDİ

Krizin geçmişi 2000’li yılların başına dayanıyor. 2002’de GKRY ile Doğu Akdeniz’e kıyıdaş olan Mısır, Suriye ve İsrail gibi ülkeler arasında petrol-doğalgaz arama faaliyetleri ile ilgili anlaşmalar sağlanmaya başladı. 2007 yılında ise yine Rum kesimi Lübnan’la bir anlaşma imzaladı. Rum kesimi bu anlaşmaya göre adanın Güney ve Doğu kısımlarındaki 13 parselin kendilerine ait olduğunu iddia etti. Sonrasında büyük enerji şirketlerine söz konusu bölgelerde arama ve sondaj çalışmalarını gerçekleştirmek üzere ruhsat verdiler. Bu dönemde bölgede gerçekleştirilen arama faaliyetleri sonucunda olası rezerv potansiyelleri ile ilgili birtakım rakamlar telaffuz edilmeye başlandı. Böylece dünyanın gözü bir anda Doğu Akdeniz üzerine çevrildi.

MÜNHASIR BÖLGEMİZ 8 YILDIR BELLİ

2011 yılına gelindiğinde bölgede sismik arama çalışmalarını tamamlayan Amerikan Noble Şirketi, sondaj faaliyetlerine başladı. Türkiye’nin karşı hamlesi de tam olarak bu noktada devreye girdi. Türkiye 2011 Eylül ayında KKTC ile birlikte kendi münhasır ekonomik bölgelerini belirledi. Böylece GKRY ile Türk tarafının ilan ettiği bölgeler arasında çakışmalı alanlar ortaya çıktı. Günümüzde yaşanan gerginliklerin en önemli sebepleri arasında söz konusu ihtilaflı bölgeler bulunuyor. Öte yandan bölgede çok sayıda küresel enerji şirketinin bulunması, çekişmeyi bölgesellikten çıkarıp uluslararası bir boyuta taşıyor.

TÜRKİYESİZ BİR AKDENİZ DÜŞÜNÜLÜYOR

Bu yılın başında Mısır’ın başkenti Kahire’de bölgedeki birçok ülkenin katıldığı ancak Türkiye ve KKTC temsilcilerinin davet edilmediği “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” toplantısı geçekleştirildi. Bu durum, Doğu Akdeniz’deki kaynaklar üzerindeki paylaşım ve iş birliği ortamında Türk tarafının etkisiz bırakılmak istenmesi şeklinde yorumlanabilir. Daha açık bir ifadeyle, bölgede Türkiye ve KKTC’nin yer almadığı stratejiler geliştirilerek bu ülkelerin oyunun dışında tutulması isteniyor.

KEŞİFLER ELİMİZİ GÜÇLENDİRECEK

Türkiye’nin olası bir keşif gerçekleştirmesi halinde bölgede dengeler yeniden değişebilir. Bu açıdan Türkiye, bölgeden çıkartılacak hidrokarbon rezervlerinin Avrupa Birliği ülkelerine transfer edilmesi noktasındaki stratejik konumunu güçlendiriyor. Görünen o ki önümüzdeki günlerde Doğu Akdeniz’deki gerilim ve rekabet ortamı devam edecek. Dolayısıyla Türkiye ve KKTC’nin kazan-kazan prensibi çerçevesinde, bölgede bulunan tüm paydaşların eşit şekilde hak sahibi olduğu avantajlı işbirliklerinin oluşturulması adına bir süre daha mesai harcayacak gibi görünüyor.

Benzer konular