Akdeniz bizden sorulur ‘Bize Hayreddinli derler’

27 Kasım 2019 sadece Türkiye ve Libya için değil, tüm dünya açısından tarihî bir gün. Libya’nın BM tarafından tescilli yegâne devlet otoritesi olan Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Başkanı Fayiz es Sarrac ile Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Dolmabahçe Sarayı’nda Akdeniz’i yeniden Türk gölüne çeviren imzayı attılar. Bu tarihî imza, İsrail’den Amerika’ya, Mısır’dan AB’ye, Yunanistan’dan Körfez’in kuklalarına dek herkesi çılgına çevirdi. İşte bu yüzden şimdi hepsinin ortak hedefi, Allah’tan ve Türkiye’den başka sığınacağı tek limanı olmayan Libya’nın meşru idaresi… Türkiye’nin omuzlarındaki Trablus’u koruma sorumluluğu kat be kat arttı. Elbette Ankara bununla da baş edecek; kardeşini çakallara, kurtlara, sırtlanlara yem etmeyecek. Lakin bu hususta geç kalınmamalı. Ankara’nın önüne çıkabilecek her türlü dahili ve harici engel bir sel gibi vurup devrilmeli. Çünkü Trablus düşerse Libya düşer. Libya düşerse bize Akdeniz’i dar ederler. Ankara elbette bunun farkında; lakin bize düşen (Fezekkir in nefeatiz zikra / Hatırlat, zira hatırlatmak fayda verir – A’la:9) yüce kavlinde olduğu gibi bir daha hatırlatmak.Herkes iyi bilir ki, Türk komandosu bir yere girmişse orada başkasına hayat hakkı yoktur. ABD’nin diğer ülkelere gönderdiği yüksek kabiliyetli elemanlarına dönük stratejisi Ankara tarafından dikkatle izlenmeli. Libya vatandaşı vurucu timler, Trablus’u korumakla kalmayıp Hafter’in inine girmeli ve bu işi bitirmeli. Bölge güvenliği, Akdeniz’in geleceği, Türkiye’nin hedeflerine ulaşma başarısı, dosta güven-düşmana gözdağı vermek için her ne gerekiyorsa yapılmalı.

Bu millet sana güveniyor Ankara!…

27 Kasım 2019 gününü bir milat olarak aklınıza kazıyın. O gün sadece Türkiye adına bir dönüm tarihi olarak kayıtlara geçmedi. Libya’nın Birleşmiş Milletler tarafından tanınan yegâne devlet otoritesi, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz es Sarrac Dolmabahçe Sarayı’na adım attığında yakın coğrafyamızdan tutun Atlantik ötesine değin pek çok başkentte tahrip şiddeti yüksek seri depremler meydana geldi.

Libya ve Türkiye… Dünya haritasını önünüze aldığınız vakit Akdeniz havzasının doğu yakasında iki ülkenin geniş kıyı şeridiyle dikkatleri celp ettiğine şahit olacaksınız. Kuzey Afrika boyunca uzanan güney hattında 1770 kilometreye ulaşan kıyı şeridiyle Libya başı çekerken kuzey hattında 4382 kilometre ile Akdeniz’in en uzun kıyı şeridine sahip ülkelerden biri olan Türkiye yer alıyor. Bu mâlûmatı en baştan verelim ki, taşlar yerine düzgün otursun.

BARBAROSLU GÜNLER GİBİ

Daha Temmuz ayında Dolmabahçe Sarayı’nda ağırlanan Serrac’ın her Türkiye ziyareti ayrı bir gövde gösterisiydi, bu defaki bambaşka oldu. Çünkü bu defa iki mutabakat muhtırasına karşılıklı imzalar atıldı. İlki, CIA devşirmesi Hafter ile arkasındaki karanlık şebekeye karşı dayanışma görüntüsünün daha da pekiştiği Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası olurken ikincisi mâkus talihimizi tam mânâsıyla tersine çevirdi. Tıpkı Barbaros Hayrettin Paşa’nın mavi sularda cirit attığı günlerde olduğu gibi Akdeniz’i yeniden bir Türk gölüne tebdil etti. “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” milletçe yüreğimize su serpti, gönüllerimizi şâd etti. Peki, tam olarak neden bahsediyoruz?

ARTIK BİZİM DE MAVİ VATANIMIZ VAR

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 31 Ağustos günü Milli Savunma Üniversitesi Harp Okulları Mezuniyet ve Sancak Devir Teslim Törenlerine iştirakinde bir fotoğraf vardı, hatırladınız mı? Ziyaretçi defterini imzaladığı esnada çekilen fotoğrafı kastediyorum. Arkasındaki haritada ne yazıyordu? “Türkiye Mavi Vatan.” Kuzeydeki Türk-Yunan kara sınırının bitiminden güneyde Girit adasının doğu ucuna dek uzanan hat üzerinde Ege denizindeki Türkiye’ye ait sınırları güncelleyen haritanın Yunanistan’ı ayağa kaldırdığını da hatırladık mı peki? Dikkat ederseniz, Libya ile anlaşılan mutabakat metnine göre oluşan Akdeniz haritamız bu Ege haritasının devamı; yine aynı şekilde Girit’in doğu ucuna dek uzanıyor.

SINIRLARIMIZI ÇİZMEYE BAŞLADIK

Herhangi bir haritayı açarsanız Türkiye’nin kara sınırlarının net bir şekilde çizilmiş olduğunu göreceksiniz. İlköğretim ders kitaplarına da girdiği şekliyle vatan topraklarımız 780 bin kilometre kare civarında. Peki, bizim denizdeki vatanımızın toplam yüz ölçümü kaç kilometre kare? O kadar yıl mürekkep yalamış olduğu hâlde buna dair fikri olanımız var mı? Hiç düşündünüz mü, bu durum nereden kaynaklanıyor?

İşte 27 Kasım tarihli Libya ile varılan mutabakatın önemi burada. Bugüne dek sadece Karadeniz üzerinde hâkimiyet alanımız belliydi. O da 23 Haziran 1978 tarihli, altında dışişleri bakanlarının; Türk tarafında Ahmet Gündüz Ökçün, SSCB tarafında Andrey Gromiko’nun imzaları bulunan dört maddelik “Karadeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkındaki Anlaşma”ya dayanıyordu. Ege ve Akdeniz üzerindeki hâkimiyet alanlarımız belirlenmiş değildi. İşte 31 Ağustos’ta Erdoğan’ın önünde poz verdiği “Mavi Vatan” haritamızın Akdeniz sınırları 27 Kasım günü itibariyle resmiyet kazandı ve böylece Türkiye dosta-düşmana toplamda 462 bin kilometre kare Mavi Vatan’a sahip olduğunu açıkça deklare etti.

BU MUTABAKAT BİZE NE GETİRİYOR?

Libya ile varılan mutabakatın en büyük getirisi, bir sonraki adımın kıta sahanlığı anlaşması olarak teyidi ve bunun da münhasır ekonomik bölge ilanına giden yolu açıyor olması. Münhasır ekonomik bölge ilanı ne demek? 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 5. kısmında çizilen çerçeveye göre; kıyılara sahip devlete 200 deniz miline yani 320 kilometreye kadar her türlü ekonomik hak ve yetkinin veriliyor olması. Yani bir komşu devletle anlaşıp karşılıklı olarak deniz sınırlarınızı belirlediğiniz vakit o bölgede dilediğiniz ekonomik faaliyeti yapmakta özgürsünüz, yetki artık sizdedir.

KİMDEN NE GÖTÜRÜYOR?

27 Kasım’da kopan velveleye bakıldığında kimden ne götürdüğü ortada. Bölgede bulunan zengin doğal gaz kaynaklarına çökmek için Türkiye aleyhine birleşen başkentlerde şu sıralar mâtem havası hâkim. Salyalı ağızlardan intikam çığlıkları ve tehditler yükseliyor. Buyrun, kimin ocağına incir dikmişiz bir bakalım…

YUNANİSTAN

İlk tepkinin Yunanistan’dan geliyor olması hiç şaşırtıcı değil. Zira 2014 yılında Libya’daki iç karışıklıktan faydalanarak 39 bin kilometrekarelik deniz alanını zimmetine geçiren hırsız bir ülkeden bahsediyoruz. Bugüne dek Ege ve Akdeniz’de gösterdiği arsız tavırla dikkat çeken Yunanistan her zaman olduğu gibi yine ağa babalarını Türkiye’ye karşı harekete geçmeye davet etti. Konuyu NATO toplantısına taşımakla kalmadı, Libya’nın Atina Büyükelçisi’ni Dışişleri Bakanlığına çağırıp nota verdi. Bununla da kalmayıp mutabakat metnini teslim etmezse sınırdışı etmekle tehdit etti. Libya Büyükelçisi “ser verip sır vermeyince” sınır dışı etme kararı aldı.

GÜNEY KIBRIS RUM KESİMİ

Kıbrıs adasının Akdeniz’de 782 kilometre kıyısı bulunuyor ve bunun 396 kilometresi KKTC’ye ait. Sahip olduğu minicik alana bakmadan racon kesmeye kalkan, üstelik bir de kaçak doğal gaz arama faaliyetleri yapan Rum Kesimi, Uluslararası Adalet Divanı’na gideceğini söyledi.

MISIR

Haberi alır almaz etekleri tutuşan Mısır yönetimi, Yunanistan Dışişleri Bakanı’nı Kahire’ye çağırdı. Libya’da meşru hükümete silah çeken çeteci Hafter’in destekleyen Mısır, Trablus hükümetinin mutabakatı imzalama yetkisi bulunmadığını iddia etti.

İSRAİL

İşgalci İsrail devletinin Türkiye karşıtı tavrı beklendiği gibi gayet net oldu. İsrail Dışişleri Bakanlığı Twitter hesabından bir açıklama yayınlayıp şöyle dedi: “Türkiye uluslararası deniz kanunlarını görmezden gelerek bölgede barış ve istikrarı tehlikeye atıyor. İsrail, Yunanistan’ın deniz yetki alanına tam destek verdiğini yineliyor ve bu hakları ihlal edecek her türlü girişimin karşısında olduğunu teyit ediyor.”

AVRUPA BİRLİĞİ

Brüksel’den gelen “AB, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki faaliyetleri çerçevesinde Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile tam dayanışma içinde olmayı sürdürüyor” açıklamasında yadırganacak durum yok. AB, başından beri Türkiye’nin aleyhine bir tutum içerisinde. Dolayısıyla “Mutabakatın içeriği netleştirilmeli. Metnin gecikmeden AB’ye iletilmesini bekliyoruz” talebini elbette görmezden gelebiliriz.

FRANSA

AB’nin içinde Fransa’ya ayrı bir parantez açmak lazım. Trablus hükümetinin meşruiyetini kabul edip saman altından su yürütmeye kalkan Fransa, Hafter’in sırtını sıvazlamaya devam ediyor. Büyük hırsların küçük adamı Macron, Londra’daki NATO toplantısında o bildik tavrını ortaya koyup kendince puan toplamaya çalıştı fakat yine havasını almakla yetindi.

BAE VE SUUDİ ARABİSTAN

Türkiye’nin Libya ile yaptığı mutabakattan rahatsız olan ülkelerin içinde Akdeniz ile hiçbir şekilde ilgisi bulunmayan başkaları da var. BAE ile Suudi Arabistan bunlardan ikisi. 2 Aralık’ta Suudi kralı Selman bin Abdülaziz’in Hafter’in adamı Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’i ağırlaması gözlerden kaçmadı. Libya basınından gelen haberler, Trablus hükümetini uluslararası arenada bitirmek üzere bir planın işleme konulduğundan bahis geçiyor. Suudi Arabistan ile BAE hükümetlerinin bunun için bir diplomatik atak başlatacağı; Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Afrika Birliği’nden bu yönde kararlar çıkarmaya çalışacağı ifade ediliyor.

Bu arada Akile Salih’in BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e bir mektup yazarak Libya’daki meşru yönetim olarak Trablus’un değil, kendilerinin tanınması yönünde çağrı yaptığı gelen haberler arasında.

PARTİLERÜSTÜ MİLLİ DURUŞA HASRETİZ

Yazının başında 27 Kasım’ı not edin demiştik ya, 5 Aralık gününü de ayrıca not edin. Zira o gün Libya ile mutabakat, onay için TBMM’ye sevkedildi ve tıpkı terörle mücadele hususunda olduğu gibi dört partinin ittifakıyla millî bir duruş sergilenmiş oldu. Türkiye, partilerüstü millî duruşun pek seyrek tezahür ettiği bir ülke maalesef. Bu yüzden şu görüntü önemli. Terör örgütünün borazanı hükmündeki HDP hariç parlamentoda grubu bulunan dört partinin onayıyla Akdeniz’deki millî menfaatlerimizin teminat altına alınmış olması ülke vatandaşları için gurur vesilesi. Bugüne dek içimizdeki çekişmelerden medet uman karanlık odaklar açısından ise tam bir hayal kırıklığı. Mevcut tabloda görünen o ki, bu ülkeye sırtını dönüp düşmanın ekmeğine yağ sürmeye devam eden iki zihniyet milletin meclisinde yer almayı kesinlikle hak etmiyor. Biri bahse bile değmeyen terör örgütünün şakşakçılığı. Diğeriyse “Aman, Ecnebiler ne ne der azizim!” yollu, tedavisi asla mümkün olmayan “monşer” kafası.

MONŞER ZİHNİYETİ ÜLKEYE ZARAR VERİYOR

CHP mecliste millî duruşa çaresiz destek veredursun, Genel Başkan Yardımcısı, emekli büyükelçi Ünal Çeviköz’ün tavrı bu destekle taban tabana zıt. “Libya ile yapılan mutabakat yeni tartışmaları da beraberinde getirir” diyen Çeviköz’e Erdoğan’ın cevabı Londra’dan geldi. Cumhurbaşkanı, monşer zihniyetine hak ettiği karşılığı şu cümlelerle verdi:

“Bunlar Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine kim sahiptir, bunu bile bilmezler. Dolayısıyla bu attığımız adımlarla öğrenecekler. Hakkımız hukukumuz nedir, bunu bilmezler. Bunu da öğrenecekler. Yani o gelip geçen -kusura bakmasınlar- monşerler var ya, onlardan bu ülke çok çekti. Ama biz bu işi monşerlere bırakmayacağız. Kusura bakmasınlar.”

HAFTER’E İLAN-I AŞK

Son Bilderberg toplantısına da katılan CHP Genel Başkan Yardımcısı monşer Çeviköz’ün Libya meselesinde Türkiye düşmanı Hafter’in yanında yer aldığı biliniyor. Nitekim 29 Haziran’da Hafter lehine bir açıklama yapmış ve aynen şöyle demişti: “Türkiye; Suriye, Mısır ve Sudan’da olduğu gibi Libya’daki çatışmalarda taraf tutmakta, Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni ve ona yakın radikal güçleri silah göndererek desteklemektedir. Kısacası Türkiye, Libya’daki savaşa vekil güçleri aracılığıyla müdahil olmaktadır. Bu durum, Tobruk’taki hükümeti destekleyen ve ülkenin doğusunu büyük oranda kontrol eden Mareşal Halife Hafter’in liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nun büyük tepkisini çekmektedir.”

Birleşmiş Milletler’in tanıdığı resmi hükümete karşı savaşan ve kendi kendine mareşal payesi veren bir çeteciye şu ilan-ı aşk neyin nesidir Allah aşkına?

Benzer konular