Afrin merkezde terörün bitirildiği Pazar günü, işgalin sona erdiğini bir bayrak müjdelemişti. O, ellerine yalanlar tutuşturulup toprakları sömürülen mazlumlara bugün, “Toprağınız sizin olsun, biz kardeşliğiniz için geldik” diyen al bayraktı. Karşıdaki duvarda Türkçe ve Arapça olarak, arkalarına bakmadan kaçan PKK’lı teröristlere bir mesaj yazılı: geldik, yoktunuz!
Bağdat’ı, Musul’u, Halep’i, Rakka’yı yakıp, yıkıp, yağmalayıp bir ülkeyi değil bir medeniyetin kendisini hedef aldılar. Yeni planları, süreci bir adım ileri taşıyarak, bölgeye istikrarsızlık içinde boğulan değil parçalanmış ülkeler bırakmaktı. On yıllardır ilmek ilmek işlenen, son yıllarda verilen devasa destekle ayyuka çıkan terör projesi, Türkiye’nin “buradayım” diye haykıran şahlanışıyla bozguna uğradı. Yabancı, yapay unsurlarla ev sahiplerini bölgeden kovmaya çalışanlar, bugün bir zaferin değil parçalanmış bir haritanın maliki. TSK bugün sadece bir terör örgütünü değil, onu bir müttefik devlet gibi donatan süper gücü yenmiş muzaffer bir ordu.
Zaferden saatler sonra Afrin’deydik. Hem terörün barbarlığını hem bir ülkenin ‘ince’ operasyon kabiliyetini hem bir işgal projesinin nasıl başlatılmak istendiğine tanıklık ettik.
Zeytin ağaçlarıyla kaplı bir güzel belde
Türkiye sınırından geçer geçmez karşılıyor bizi Afrin’in zeytin ağaçları. Sınır iki ülkeyi değil, iki farklı habitatı keskin şekilde birbirinden ayırıyor. Aslında zeytinin bizatihi kendisi bile işgalciyle ev sahibi arasındaki o büyük ayrımın öznesi. Bu nedenledir ki kökleriyle yerleşmeyi, medeniyeti, medineyi yani ev sahipliğini haykıran, toprağına sarılan zeytin beldeleri, düşmanın, ötekinin, işgalcinin hedefi olur hep. Tıpkı Filistin’de olduğu gibi. Zeytin diyarı Afrin’in hikâyesi de biraz böyle. İşgale, işgalciye “bir gün döneceğiz” diyerek karşı duran Suriyelilerin hikâyesinin yazıldığı yerlerden biri orası. Zeytin ağaçları ev sahibinin geri dönüşünü bekleyen koca ayaklı bekçiler.
Sınırı geçer geçmez karşımıza dikilen zeytin ağaçlarının sistematik nizamı, nedense bir savaş coğrafyasından çok bir kıyı kasabasında yol aldığımız izlenimini veriyor. Alabildiğine ağaç, o ağaçların altında yer yer kah kızıl toprak kütleleri, kah pespembe yaseminler uzanıyor. Tüm renkleri, çiçekleri ve meyveleriyle Afrin’e bahar geldiğini anlıyoruz.
Sulh köylerinden harp bölgesine
Sınırdan Suriye topraklarına geçtiğimiz yer, Zeytin Dalı harekâtının Batı sektörü, Cinderesi bölgesi. Hedefimiz terörden arındırılmasından saatler sonra Afrin merkeze ulaşmak. Ardı ardına köyleri geçiyoruz; Hamam, Ceml Köy, Hacı İskender, Ağkale geride kalıyor. Buralarda çatışmaya dair izler olsa da, köyler bir savaş coğrafyası izlenimi vermiyor. Evlerin neredeyse tamamı boşalmış. Şimdilik bu köylerdeki tek yaşam belirtisi, bölgede güvenliği sağlayan Özgür Suriye Ordusu askerleri.
İçinde bulunduğumuz araç ilerledikçe, izler netleşiyor. PKK’lı teröristlerin, saklanmak için inşa ettiği koruganların sayısı artıyor. Bu yoğun çatışmaların yaşandığı meskûn mahal bölgesine yaklaştığımızın da habercisi. Bölgenin merkezi olan ve Afrin harekâtının en çetin cephelerinden biri olan Cinderesi’ne vardığımızda ise bir savaşın geride bıraktıklarıyla artık yüzleşebiliyoruz. Sınırı geçtiğimiz anda bizi karşılayan renkler bir anda kayboluyor. Cinderesi’nde görebildiğimiz tek bir renk var, kül rengi yani gri.
Yıkık dökük evler, binaların içine, balkonlarına yerleştirilmiş doçkalar, tüm bölgeyi bir örümcek ağı gibi saran terör tünellerine giriş noktaları, o tünelleri SİHA saldırılarından korumak için yığılan kum tepeleri, caddelerin ortasında vurulan traktörler, kamyonetler, motosikletler. Yani PKK terörünün ardından bıraktığı büyük enkaz. “Evet, burası Suriye” diyebileceğimiz her şey.
Yuvaya dönenler ve dönülemeyen yuvalar
Cinderesi’nden ayrılırken yıkık dökük evlerin maliklerini düşünüyorum, beldelerinde savaş bitse de, uzunca bir süre daha dönecekleri bir yuvadan mahrumiyetlerini.
Hala yaşanabilecek durumda olan evler de var elbette. Onların sakinleri için dönüş vakti gelmiş bile. Göç yoluna düştükleri araçla, traktörleriyle evlerine dönen Afrinliler geçti yanımızdan. Mihmandarımız “Çatışmalar sırasında apar topar evlerinden kaçmış, tarlaların ortasında kalakalmış, korkudan titreyen aileleri kurtardık” diyor. Bu cümle içinde Afrinlilerin TSK ve ÖSO’ya olan güveninin de nedenini gösteriyor aslında. Yol boyu ilerlerken, eskiden otobüs durağı olduğunu düşündüğüm bir kabinde, bir Özgür Suriye askeri ile yaşlı bir kadının konuştuğunu görüyorum.
Afrin merkeze yaklaşırken…
Cinderesi’nden çıkıyoruz. Yeniden terörden arındırılan köyler… Çatışma izleri yeniden yok denecek kadar az. Dakikalar sonra ise bir merkez noktaya yaklaştığımızın işareti olan küçük yapılar karşılıyor bizi. Yol boyu dükkânlar uzanıyor. Büyük kısmı kapalı. Kepenklerde Arapça sloganlar yazılı. Gürültü ve hareket birden büyüyor. Geldiğimiz yer Afrin’in merkezi.
Araçtan indiğimizde bir keşmekeşin tam ortasında buluyoruz kendimizi. Her yöne ilerleyen traktörler, dükkanlarını açan esnaf, sevinç gösterileri, silah sesleri, bize Suriye’de olduğumuzu hatırlatan savaş coğrafyasının araçları Toyota kamyonetler, onların kasasına yerleştirilen silahlar. Ve elbette yol boyu hep hissettiğimiz manzara TSK, MİT ve ÖSO’nun titiz ve gayretkeş idare biçimi.
“Biz geldik, siz yoksunuz?”
İlk karşımıza çıkan, PKK için sözde ‘başkaldırı ’nın sembolü, Afrinliler için ise anlamı zulme eşdeğer olan ‘Demirci Kava’ heykelinin yıkıntısı. Bu heykel, tarihi ya da kültürel bir yapı olmaktan ziyade, yıllardır süren terör baskısının bir hatırası.
Afrin merkezde terörün bitirildiği Pazar günü, işgalin sona erdiğini bir bayrak müjdelemişti. O, ellerine yalanlar tutuşturulup toprakları sömürülen mazlumlara bugün, “Toprağınız sizin olsun, biz kardeşliğiniz için geldik” diyen al bayraktı. Afrin merkezin özgürleştirilmesinin ardından o bayrağın dalgalandırıldığı yönetim binasını görüyoruz hemen karşımızda. Önündeki duvarda Türkçe ve Arapça olarak, arkalarına bakmadan kaçan PKK’lı teröristlere bir mesaj yazılı: geldik, yoktunuz!
Merkezin tam orta yerinde bulunan bina da, bayrağın dalgalandığı o balkon da artık bir sembol. İçerde bulunan askerler kısa bir görüşmenin ardından binaya girmemize izin veriyorlar. TVNET ve Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül ve kameramanımız Hakan Şengül ile birlikte yukarı çıkıyoruz. Binada, tıpkı Afrin’in genelinde olduğu gibi oturmaya çalışan bir düzen ve kaçınılmaz bir kaos var. Bölgenin kurtarılmasından saatler sonra bu balkona çıkmak heyecanlandırıyor bizi. Üzerimizde çelik yelek, kask ya da bizi koruyacak herhangi bir koruyucu giysi yok. Ancak uzaktan, yakından, Afrin’in her noktasından aralıksız yapılan silah atışlarını nedense zerre kadar yadırgamıyoruz. Çok uluslu terör işgalin bitişinin, Afrinlilerin sevincinin, bundan sonra olacakların anlamını konuşuyoruz.
Zaferin kahramanlarıyla buluşma
Afrin merkezden çıkıp yeniden köylere doğru giriyoruz. Yine alabildiğine zeytin ağaçları. Alabildiğine nizami. Ağaçların arasında herhangi bir çatışma izi bulunmayan villalar. Belli ki üst ekonomik yapıdaki Afrinlilerin yaşadığı bir yer burası. Özgür Suriye Ordusu askerleri kontrolü sağlamak üzere her yerde nöbette. Mihmandarımız nöbet tutan Suriyeli askerlerin kahramanlıklarıyla nam salmış olanlarını anlatıyor geçerken; ateşli herhangi bir silahla değil, sadece bıçağıyla cephede en önde koşan ÖSO askeri onlardan biri.
Bir tepeye çıkıyoruz. Burası Kefr Şilo köyü. Afrin’in tamamı buranın görüş alanında. Asker yoğunluğu artıyor. Çünkü harekâtın kahramanları orada. Buluştuğumuz isimler, Kuzey doğu cephesinden sultan Murad Tugayı Komutanı Üstaz Mahmud ile Hamza Tümeni Komutanı Seyf Ebubekir. 58 gün süren operasyonu, terör örgütü PKK’nın nerede, nasıl kaçışa başladığını, operasyonun safhalarını, PKK’nın Afrinlilere yaptıklarını ve halkın terör zulmünden nasıl bıktığını anlatıyorlar. Muzaffer olmanın getirdiği bir rahatlığın ötesi var bu iki yüzde. Mağrur ama mütevazi, kararlı ve olabildiğince ağır başlı ifadeleri, Suriye’nin yakın geleceğinde bir inşacı olduklarını hissettiriyor bize.
Tüneller, dev mühimmatlar, ‘müttefikler’ ve biz
Afrin terörden arındırılırken, hep konuştuk. Tepeleri beldelere, beldeleri merkeze bağlayan terör tünellerinin büyüklüğü, inşa ediliş şekli, arkalarındaki stratejik akılı tartışıp durduk. Araçtan indiğimizde, onlardan biri karşımızdaydı. “Bu en büyük tünellerden biri” diyor mihmandar.
Burası Afrin’in hemen dışında, zeytin ağaçlarıyla kaplı bir tepenin eteği. Kalın beton duvarlar karanlık bir dehlize uzanıyor. Bin 200 metrekarelik bu tünelin 13 bölmesi var. İnşa şeklinin bir başıbozuk terör yapılanmasını değil, bir devlet aklını işaret ettiğini somut şekilde görmek mümkün. NATO standartlarına göre dizayn edildiği de, ciddi bir mühendislik ürünü olduğu da ortada. Tavanda havalandırma delikleri, o deliklerin içinde kuşların girişini engelleyen kafesler, zeminde ise yağmur sularını toplamak için depolar bile var.
ABD tüm sözlere, vaatlere rağmen 5 bin TIR dolusu silah yardımını terör örgütüne göndermişti. İşte burası, o TIR’ların içine rahatlıkla girebileceği boyutta inşa edilmiş bir tünel. Girişten uzaklaştıkça zifiri bir karanlığın tam ortasına düşüyoruz. Sıra sıra odaları gezmeye başlıyoruz. Odalarda ne olduğunu başta tam kestiremiyoruz başta, ama bu cephanenin büyüklüğüyle ilk girdiğimiz odada yüzleşiyoruz.
Çoğu ABD yapımı envai çeşit silah
TVNET ve Yeni Şafak olarak depoya ilk giren ekip biziz. Bu daha büyük bir heyecan. Odaları gezdikçe kasalar, sandıklar, dev variller, poşetler içinde envai çeşit mühimmatla karşılaşıyoruz.
Pentagon, TSK’ya karşı kullanması için Afrin’deki teröristlere TOW tipi gelişmiş anti tank füzeleri vermişti. O füzeler Zeytin Dalı Harekâtı’nda zaman zaman askerimize karşı kullanılmış, şehitlerimiz olmuştu. İlk karşımıza çıkan işte Amerikan yapımı o füzeler oluyor. Seri numaralarını açıkça gördüğümüz bu TOW füzelerinin Fırat Kalkanı Harekâtı boyunca da TSK’ya karşı yoğun olarak kullanıldığına tanık olmuştuk. Bu silahların hem PKK hem de DEAŞ tarafından kullanılması en dikkat çekici unsur.
SUV-23’ler, doçkalar, AT-4’ler, uçak mermileri, türlü çeşitli roketler… Her türlü mühimmatın geliştirilmiş en üst versiyonunun depolandığı odaları bir bir geziyoruz. Depoda Rusya menşeli silah ve mühimmatlar da yoğunlukta. Kasalarda Rusça kullanım kılavuzlarını bile buluyoruz. Bunların tedarikçisinin kim olabileceğini, PKK/PYD’ye kimin servis ettiğini konuşuyoruz. Bölgedeki stratejik ve ülkeler arası mücadele, silah karaborsası, terör örgütleri arasında el değiştiren silahlar düşünülünce, bu silahların üzerindeki imza ile tedarikçi arasında her zaman irtibat olamayabileceğini de unutmuyoruz elbette.
Arapça yazılı silahlar rejimin mi?
Terör örgütüne ABD’nin yanı sıra Almanya, Hollanda, Esed rejimi ve İran’dan destek geldiği biliniyor. Tam bu noktada, dikkat çekici bir başka grup, üzerinde Arapça yazan ve Suriye rejimini işaret eden mühimmatlar. Terör örgütü DEAŞ’a büyük çapta silah, cephane teslim eden Şam rejiminin, Suriye’nin kuzeyinde de PKK/PYD’ye cephane ve silah sevk ettiği haberlerini okumuştuk. Bu silahların onların bir kısmı olduğu açıkça görülüyor. Bir başka odaya depolanmış İran menşeli top mermileir ve mühimmatlar da bize çok uluslu teröre desteği kanıtlıyor.
Bu silahlar bir kanıt, dava açılmalı
ABD PKK’yı eğitti, donattı, silahlandırdı. Ancak Afrin’de gördüğümüz depo sadece ABD’nin değil başka kaynakların da olduğunu gösteriyor. Teröristler işte bu silahlarla harekât bölgelerinde Türk ordusuna saldırdı, Türk askerini şehit etti. Zeytin Dalı harekâtı sonrası o dev mühimmat yığınakları ÖSO VE TSK’nın kontrolünde. Seri numaraları, menşeleri, alım-satıma ilişkin mühürler, imzalar, tarihler üzerlerinde. Yani bir suçun en bariz kanıtı.
Aslında çoğu zaman terör örgütlerinin eline geçen sofistike silah sistemlerinin, üretici ülke ve üretici firma seri numaraları silinir. Dolayısıyla tedarikçiye ulaşmak zorlaşır. Ancak bu kez her şey ortada. Baskın fail belli. Üstelik terör örgütüne verdiği silahın üzerine imzasını atan bir NATO ülkesi, ABD. yapılacak şey de belli, PKK’lı teröristlere silah veren Amerika’ya ve bu süreci yürüten Amerikalı komutanlara dava açmak. Bölgedeki PKK terörünün patronu, tüm karanlık operasyonların planlayıcısı, binlerce sivilin ve askerin asıl katili Brett McGurk gibi, Centcom Komutanı Joseph Votel gibi isimlerin bir dava sürecine tabi tutulacak isimler listesinin en başında.
Afrin’de buharlaşan ‘büyük’ ittifak
Afrin’de içine girdiğimiz depo, binlerce kişilik bir orduyu donatacak silah ve mühimmat sevkiyatının en büyük kanıtlarından biri. Ancak bütün uluslararası desteğe ve dev yığınağa rağmen, PKK/PYD ve arkasındaki güçler, TSK ve ÖSO karşısında hiçbir direnç gösteremedi. Yıllarca süren hazırlığı bir kalemde silip, bütün bu mühimmatı ortada bırakıp, arkalarına bile bakmadan kaçtılar.
Ancak Afrin’de büyük bir şaşkınlıkla gezdiğimiz bu tünel bize Türkiye’nin operasyonunun hangi hesapları parçalayıp attığını da anlattı. Bu tünel, bir terör örgütünün değil, o örgütten bir ordu kurma hesabı yapanların, o terör ordusuyla bir başka ülkeye saldırı planlayanların açmak istediği cephenin yerle bir oluşunun kanıtı. Türkiye’yi terörle kuşatıp, o silahlarla işgal etme hayalleri kuranların rüyalardan uyanışlarının kanıtı. Tüm büyük propagandalara, medya kampanyalarına, reklam oyunlarına rağmen, 2 ay bile dolmadan kâğıttan kaplana dönüşen bir terör yapılanmasıyla yürünecek yol olmadığın kanıtı.
Türkiye hem cephede, hem sosyal medya alanında, hem insani yardımlar konusunda büyük mücadele verdi, veriyor, vermeye devam edecek. Yol daha bitmedi. Akdeniz kıyısı terörden arındıktan sonra şimdi yön Doğu: Münbiç, Fırat’ın Doğusu, Kuzey Irak. Tarihin doğru yerinde duranlar için zafer, terörü müttefik edinenler için bozgun sürecek.
Zeytin ağaçlarına veda ederken
Dev terör tünelinden çıkarken, hemen ilerdeki köyde gruplar halinde oturmuş sohbet eden Afrinlileri görüyoruz. TSK’nın güvenliği, Türk yardım kuruluşlarının yaşam imkanını sağlaması sonrası, hayatın normal seyrine dönüşünün kanıtı bu görüntü. İçlerinden biri “Araplar ile Kürtleri birbirine düşürmek istiyorlar. Bu Allah’ın sözünü yok saymaktır. Bunu yapan fitnecidir” diyor. Bir başkası ‘beklenenin’ gelişine işaret ediyor; gücün değil, merhametin dilini konuşanlara dua ediyor sessizce.
Afrin’İn köylerini geçiyoruz yeniden. Yol boyu PKK’nın bozgununun kanıtları. Bir de zeytin ağaçları. Bir savaş coğrafyasından çok bir kıyı kasabası gibi. Afrin’in baharını yanımıza alıp sınırdan Türkiye’ye geçiyoruz.