4 Nisan 2017 sabahında, Esed’e bağlı rejim güçleri İdlib’in güneyindeki Han Şeyhun beldesine kimyasal silahlarla saldırdı. Bir kısmı çocuk 100’ü aşkın Suriyeli hayatını kaybetti, 500’ün üzerinde insan yaralandı. Olaya dair medyaya yansıyan görüntüler, vicdan sahibi herhangi birinin duyarsız kalamayacağı cinstendi. Nitekim dünyanın dört bir yanından tepkiler yükseldi, Esed rejimi kınandı. “Kimyasal silah kullanmanın asla kabul edilemeyeceği” vurgusunda bulunuldu. Gelin görün ki Esed bu vahşeti ilk kez yapmıyordu ve “asla kabul edilemeyecek” şeyler, onları kabul etmeyeceğini beyan edenlerin gözleri önünde gerçekleşiyordu. Tıpkı üç buçuk yıl önce Doğu Guta’da olduğu gibi…
Önce çocuklar vuruldu
21 Ağustos 2013 Çarşamba. Şam’da sıcak bir geceydi, saat 02.30’u gösteriyordu. Uçak, füze ve patlama seslerinin sıradanlaştığı ülkenin Zamalka ve Ayn Tarma bölgelerinde ardı ardına 10’a yakın füze patladı. Duma yakınlarında yaşayan 26 yaşındaki yardım gönüllüsü Mecid, uyumaya hazırlanırken yardım çağrıları gelmeye başladı.
Hukuk öğrencisi Mecid, Suriye’deki on binlerce ölüm ve kayıp olayının bildirildiği Suriye İhlal Belgeleme Merkezi’ne düzenli olarak katkıda bulunuyordu. Genç yaşında ölümün her türlüsüne şahit olan Mecid, buna rağmen o gece gördüklerine hazırlıksız yakalandı:
“Her yerde kargaşa vardı. İnsanlar birbirine, ‘Gaz! Gaz! Gazla saldırdılar’ diye bağırıyor, çığlıklar atarak kaçışıyordu. Kimse neler olduğunu anlayamıyordu. Herhangi bir saldırı anında yaptıklarını tekrarladılar ve kadınlar, çocuklar öncelikli olmak üzere bodrum katlarına kaçtılar. Farkında olmadan, kimyasal saldırı sırasında kaçılabilecek en tehlikeli yere sığındılar. Gaz, alçak yerlerde kümelenir. En çok ölüm olayı da oralarda yaşandı.”
İsmi bile olmayan cesetler
Sonraki günlerde, BM denetçileri Zemelka, Ayn Tarma ve Muadhamiye’nin batı mahallelerine düşen roketlerde “Sarin gazı” olduğunu doğruladı. 1938’de, Alman kimyager Gerhad Schrader tarafından bulunan bu gaz, vücuttaki sinir sistemlerinin dengesini bozarak felç meydana getiriyor. Belli dozda Sarin gazına maruz kalan kimse, 1 ila 10 dakika içerisinde boğularak hayatını kaybediyor.
Mecid, o gün Guta’nın doğusunda İrbin’den Zemelka’ya, Hammuriye’ye kadar tüm mahallelere koştu; hastanelerde, camilerde ölenlerin ve olay yerlerinin fotoğraflarını çekti. Gördükleri akıl alır gibi değildi:
“Yalnızca bir hastanede, yerde yüzlerce ceset vardı. Birbiri ardına dizili kız çocukları, erkek çocukları, hepsinin gözleri açıktı ve burunlarından, ağızlarından sıvı geliyordu.”
Tüm cesetler daha sonra beyaz kefenlere sarıldı ve her birine birer numara verildi. Çoğunun kimliği tespit edilemedi.
Mecid, o gece çocuklarını arayan bir babanın hastaneye geldiğini, sekiz yaşındaki kızının cesedini bulduktan sonra ona sarılıp gözyaşlarına boğulduğunu hatırlıyor. Kızını kollarında ağlayan adam, kısa süre sonra küçük kızını da görüyor, ağlaması daha da şiddetleniyor. Üçüncü kızının ölü bedenini gördüğündeyse kendini kaybediyor ve olduğu yerde yığılıp kalıyor.
Kırmızı çizgiler yalama oldu
ABD Başkanı Barack Obama, saldırıdan Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed hükümetini sorumlu tutarak “kendi halkına karşı kimyasal silah kullandığı” suçlamasıyla “kırmızı çizginin aşıldığını” söyledi. Rusya ise ABD’nin bir adım önüne geçmek çabucak bir formül arayışındaydı. BM destekli anlaşmayla Esed, Suriye’nin kimyasal silah cephaneliklerini teslim etmeyi kabul etti, fakat daha sonra bu konuda hiçbir adım atılmadı. Ne ABD aşıldığını iddia ettiği kırmızı çizgisini bir daha andı, ne de Esed’in “kimyasal olmayan” silahlarla öldürttüğü binlerce insanın adı anıldı.
Gerçekleştirilen bu son katliam, dünyanın nasıl bir satranç tahtasına döndüğünü, ve o tahta üzerinde yapılan hiçbir hamlenin artık insanlık için, insanlar için yapılmadığını açık biçimde bir kez daha ortaya koydu. Başta ABD, Rusya ve Çin olmak üzere dünyaya yön veren güçler, karşılıklı olarak satranç tahtasındaki bazı taşların yerini değiştirmek için bu saldırıyı fırsat bildiler. Nitekim Trump yönetimi çok geçmeden Suriye’deki Şinsar ve El Şayrat hava üslerine roket saldırısı düzenleyerek Rusya’ya gözdağı verdi. Rusya ve Çin’in ise bu hamleyi karşılıksız bırakmamak için çoktan harekete geçtiler.
Çağımızın en büyük korkağı
Han Şeyhun’dan gelen haberler; şaşkınlık, keder ve utançtan yüzlerine bile bakamadığımız çocukların ölüm fotoğrafları, Şam rejiminin hayvani bir iştaha kapıldığını gösteriyor. Muhtemelen çoğu uykuda yakalandı ölüme; Sarin gazı birkaç dakika içinde boğazlarını düğümledi, ne olduğunu anlayamadan toprağa düştüler. Oysa savaşın “yiğitçe” yapılanı makbuldür, kendi halkına karşı olsa bile. Esed ise yalnızca vahşice değil, aynı zamanda bir korkak gibi davranmayı sürdürüyor. Lideri olduğu halkın küçücük çocuklarını, hem de en vahşi yöntemlerle öldürmenin, hatta onları öldürmeleri için farklı milletlerin teröristlerine yol vermenin başka hiçbir izahatı olamaz.