AB’nin sonu: Çöküş değil intihar

Bir zerrecik, küresel düzeni alt üst edip kendi düzenini dayatıyor. Büyük bir kargaşa pahasına. Salgının merkez üssü hâline gelen Avrupa, kargaşanın da odağı olmaktan kurtulamadı. Birlik kelimesi, Avrupa’yı zoraki takip eden bir yakıştırma artık. Yakında herhangi bir kıta ismi olarak tek başına anılacak.

Koronavirüsün anarşik darbesi olmasaydı da AB’nin mimarisi çatırdama eğilimindeydi. Virüsün yaptığı şey süreci hızlandırmak oldu. 2011’de Yunanistan’ın borç kriziyle sendeleyen birlik, İngiltere’nin oyun bozan Brexit kararıyla sinerji ve büyüsünü zaten kaybetmişti. Çin virüsüne kalan, iskambilden bir kuleyi sertçe ittirmekti.

BİR BUZDAĞINA ÇARPTIK

Birlik bazında da ülke bazında da hazırlıksız yakalandılar. Yine de bu musibet birbirine kenetlenmeye vesile olabilirdi, tam tersi bir etki yaptı. En lazım olduğu anda AB, istişare ve eşgüdümle davranamadı. Sadmenin en sert hissedildiği İtalya ve İspanya’dan gelen imdat çığlıklarına Almanya, Avusturya, Hollanda ve Finlandiya kulak tıkadı. Dayanışma yerine bencilce bir izolasyonu seçtiler. “Krizden çıkmak için birlikte borçlanalım” çağrısı karşılık bulmadı. Korona tahvilleri fikrinin alıcısı çıkmadı. Kuzey-güney kutuplaşması iyice faş oldu ve Avrupa’nın ortak bir gemide olmayıp her ülkenin gemisini kurtaran kaptan olduğunu aşikâr etti.

Beyanlar açık:

 İtalya başbakanı, “Bu, tüm Avrupa için tarihî bir meydan okumadır.” dedi.

 İspanya başbakanı: “Avrupa projesinin geleceği tehlikede. Avrupa gemisinde hepimiz birlikteyiz. Bir buzdağına çarptık. Şimdi hepimiz aynı riski taşıyoruz. 1. veya 2. sınıf yolcular üzerine tartışacak vakit yok.”

 Fransız bakan, “Eğer Avrupa işler iyiyken tek pazar ise bu anlamsız!”

 Avrupa Parlamentosu’nun İtalyan başkanı: “Dayanışma olmazsa birlikte olma nedeni ortadan kalkar.”

 Eurogroupe başkanı: “Euro bölgesinde kırılma riski söz konusu…” Herkes realitenin farkında.

 Bulgaristan savunma bakanı ise en dobra olanıydı: “Avrupa’da vatandaşların yararına çalışan tek kurumun pahalı Avrupa bürokrasisinin değil, ulus devletin kendisi olduğu ortaya çıktı. Avrupa bürokrasisi, ulus-devletleri yok etmek için direktifler yayımlayarak eşcinsel evliliklerle meşguldü. Şimdiye kadar Avrupa’dan tek maske almadık, Türkiye ve Çin’den geldi” dedi.

Ada henüz virüsle istila edilmezden evvel Brexit yanlıları da kıtayı işaret edip, “Şimdi neden ayrıldığımızı anladınız mı?” diye memnuniyetle soruyordu. AB karşıtı bilumum aşırı sağ, yıkamaktan çok ellerine kına yakmakla meşguldü. Fransızların Milliyetçi lideri Le Pen, “Koronavirüs krizinin ilk kurbanı AB’nin kendisi!” diye ölüm ilanını verdi bile. Birliğin avantajlarını şüpheyle karşılayan kitleler yeni külfetler için isteksizken karşıtlık temelli popülist söylemler elbette ki karşılık buluyor. Bu da AB için bir sonraki etabı daha engebeli kılıyor.

VİZİGOTLAR VE VİRÜS

AB’nin ölüm ilanlarına herkes o kadar aşina ki kimse ne şaşırdı ne telaşlandı. Büyü bozumunun evveliyatı var çünkü. AB’nin hikâyesi Roma İmparatorluğununkiyle ibretamiz bir benzerlik arz ediyor. Milattan önceki yıllarda Roma, deniz yoluyla kolayca erişebildiği Akdeniz civarına sağlamca yerleşmişti. Orada kalıp güç ve ferahını istikrarla sürdürebilirdi; kalmadı, yayıldı. -Ulaşım, isyan ve iç savaş maliyetleri- genişleme her bakımdan pahalıydı. Artan masraflar gümüşlerini pul etmişti. 3 asır sonra merkeze çekilmeye karar verdiğinde her şey için çok geçti. Vizigotlara başkenti yağmalamak kalmıştı.

Tarihçiler Roma’yı yıkan asıl etkenin karmaşıklık olduğunu söyler. Entropi yasası, bir düzenin devamı için sisteme mütemadiyen enerji girişini elzem görür. Düzen karmaşıklaştıkça maliyetler yükselir. Nizamı korumak ve düşüşü durdurmak için daha cüsseli bir ordu, daha iri bir bürokrasi malî açmazı artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Sistemin kırılganlığı artmıştır. Son darbeyi Vizigotlar veya bir virüs vurabilir.

PARANIN VATİKANI BÖYLE İSTEDİ

Batı batıdır, Avrupa’nın doğusu bile değildir. Komünizm kapitalizm karşısında yenilgisini itiraf edip meydanı toptan ona bırakınca AB Doğu Avrupa ülkelerinden bazısını bünyesine katmakla Roma’nın yaptığı genişleme adımını attı. Bir anda 10 milyon işsiz Avrupa kentlerine doluşunca Birlik, içerdeki hasımlarının eline büyük bir koz vermiş oldu. İngiltere’nin ayrılık kararında bu göç dalgasının payı netti. Hâlbuki İngiliz devlet aklı, kopuşu zaten kafaya koymuştu; halkını ikna için bu kozu kullandı. Masada göçtense bambaşka gündemler vardı.

İngiltere, baştan beri ayrıksı bir tutumla sürecin hem içinde hem dışında kalarak Almanya ve Fransa’yla derin bir inisiyatif kavgası içindeydi. AB’nin omurgasını teşkil eden ikilinin İngiltere’yi de Avrupa Merkez Bankası kapsamına sokma ısrarı ipleri koparmıştı. Zira Wall Street’in adı var; Londra’nın City mahallesi paranın Vatikan’ıdır.

1096’da adaya iltica ettiklerinden bu yana City semtinde meskûn olan Yahudiler adadaki malî kurumları ellerinde tutmaktadır. Finans kurumlarının çatı örgütü Financial Services Authority (FSA) yargıdan muaftır. İngilizler kendi denetleyemedikleri yapıyı AB’ye takdim edebilecek değillerdi. İkinci bir merkez bankası ise birliğin ruhuna tersti. Yahudi sermayesi AB içinde erimeyi arzulamadı, kendi yönünü dayattı ve Britanya, rotayı eski kolonisi olan ABD’ye doğru kırdı (yoksa Çin’e mi?). Avrupa’yı kendi kaderiyle baş başa bırakarak.

TEKNEMİZ BATIYOR

AB başarısız oldu. Bu salt bir kurumsal yahut dönemsel başarısızlık değildir. Bir medeniyet projesi olarak böyledir. Baudrillard, yıllar evvel, “Mayası bozuk bir medeniyet denemesinin şahitleriyiz’’ diyordu. Batı’yı bir medeniyet değil, “başarısız bir medeniyet denemesi” olarak tavsif ediyordu. Batı, aslî vasfı kibir olsa da doğasındaki sapma ve çöküş alametlerini gören, özeleştiriye çağıran az sayıda da olsa düşünür çıkarmıştı. 20. asrın Avrupa ve genel olarak Batı için son parlak çağ olduğu kulakların aşina olduğu bir söylemdi. Şimdi basirete hacet yok.

Yatırım gurusu Jim Rogers, “Batı medeniyeti çökecek. Bu, hayatınız boyunca yaşayacağınız en büyük çöküş olacak” derken alelade bir gerçekten söz ediyor. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un “500 yıllık Batı üstünlüğü şimdi sona eriyor” özgüveninin arkasında da bu var. Ondan–Beyrutlu Hıristiyan edip- Emin Maalouf ‘un belagatini elbette ki bekleyemeyiz: “Teknemiz batıyor (en azından insanlık gemisini veya Batı medeniyetini kastediyorum). Bu olaya teslim olmak ve tüm zarafetiyle onunla birlikte boğulmaktan başka bir çâremiz kalmadı.”

Tam da Macron’un elinden Fransa Devlet Nişanı almış birinin zihnine yakışacak sözler. Tekne, tüm kıtalara eli kılıçlı kâşifler götürüp yağma ettiği zenginlikleri kendi kıtasına taşıyan Batı’dan başkasına ait değil. Ama nasıl oluyorsa insanlık gemisi, hatta Sefine-i Nuh oluyor. Hay aksi tam da batarken. Batılı olmayanların nasibine sadece boğulmak düşüyor… Küstahlığı görmek için biraz zekâ ve haysiyet gerekiyor.

TÜM EŞİKLER GERİDE KALIRKEN

Önceki medeniyetler, işbaşına geçen muhteris ve mütekebbir elitler tarafından çöküşe sürüklenmişti. Batı, tüm dünyaya hükmeden bir sistemle kendi oligarşisini kurdu ve çöküşün tüm gereklerini yerine getirdikten sonra bedelini sırf kendisi ödemeyecek, öncekilerden tek farkı bu. Onun insanlığa (tayfaya) yaptığı en büyük kötülük sürdürülemez bir medeniyet(!) kurmakla kalmayıp buna mesafeli duran herkesi düşman belleyip metazori hizaya getirmeye çalışmasıydı.

Buzullar, küresel iklim değişikliği raporlarının tahmininden erken eriyor. Okyanus eko-sistemlerindeki asitlenme had safhada. Atmosferdeki karbon yoğunluğu da. Biyo-çeşitlilik yittikçe yitti, okyanuslar plastik çöplüğü; balık sürüleri azaldı; Kıtalar su kıtlığı çekiyor. Dekadans kaçınılmaz. Kapitalist uygarlık barbarlığın dik âlâsı. Bir kuşaklık canı kaldı gezegenin. Şayet insanlık yönünü değiştirmezse kritik eşiklerin tamamı geride kalacak… Bizi bu çöle kim getirdi?

ERKEN SORULAR, GEÇ CEVAPLAR

Batı’nın en büyük ikinci kötülüğü, Amerikalı bir ilahiyatçının dediği gibi, kendi kültürünün “son derece şarta bağlı kazanımlarını, insan varlığının son şekli ve normu olarak görmesi” idi. Ulus-devlet, liberal demokrasi, laiklik gibi belli bir tarihî tecrübenin ürünü olan her mefhum ve kurumu bir amentü umdesi olarak insanlığa dayatmak, itirazı olan her kesimi terörize etmek, Batı’nın en büyük başarılarındandı. Bugünkü başarısızlık tam da onun semeresidir. Bir Rus düşünürün ta 1862’de “Kilisesi diğer dünyadan değil de bu dünyadan olmasına rağmen son din” dediği Batılı değerlerin avukatları avurtlarını şişirerek Tarihin Sonu’ndan dem vuruyordu. Ne kadar övünseler az. Hakikaten, tarihin de insanlığın da sonunu getirdiler.
Kimsenin ağıt yakası da yok. “İngiliz liberalizminin bayrağını taşıyan Economist’in iki editörü” bile “21. yüzyıl, Batı modelinin şimdiye kadarki en kokuşmuş yüzyılı” diyorsa cenaze duasına çoktan buyrulmalıydı. 1848’den sonra 22 yıl Avrupa’da sürgün hayatı yaşayan Rus yazar Alexander Herzen, “Bizim Batı Avrupa’ya has bilindik umursamazlığımız büyük zararlar üretecek; ırksal nefret ve kanlı çarpışmalar doğuracak” derken inhiraf ve inkırazı çok iyi teşhis etmişti. Batılılaşmadan daha fena bir şey vardıysa Batılılaştırmaktı: “Batı Avrupa ülkelerinden tamamen farklı şartlar altında kendi hayat unsurlarıyla, kendi yöntemleriyle gelişen bir ulus neden sonunun nereye çıkacağını bile bile Avrupa’nın geçmişini yaşamalı?” Refah ve kudret içindeki mağrur Batı’nın bu soruları cevaplaması için çok erkendi. Şimdi ise çok geç.

ECEL GELDİ CİHANE

Batı’nın vaatleri sona erdi. Vadesi doldu. Toynbee, 28 medeniyetin çöküş dinamiklerini incelediği 12 ciltlik eserinde, “Büyük devlet ve medeniyetler başkalarınca çökertilmez, intihar ederler” hükmüne varıyordu. Batı 29. sıradaki yerini uzun süren bir intiharla aldı.

Velhasıl, ecel geldi cihane, korona bahane. 

Benzer konular