İki evvelki sayımızda 27 Mayıs 1960 darbecilerinin masonların bir koluna yönelik, Millî İstihbarat ve Emniyet Teşkilatı’na talimatla hazırlattıkları raporları neşretmiştik. İlginiz için teşekkür ederiz. O halde devam edelim.
Ama gelin önce masonlarla ilgili önemli bir detaya dikkat çekelim. Yanda gördüğünüz belgede “İstiklâl – Aréopage” Locasının İstanbul Vadisi şubesine üye olduğu ve 15 Ağustos 1937’deki toplantıya 5 Ağustos 1937 tarihli belge ile davet edilmişti. Bu kişi İsmet İnönü’ydü. Rumca “Aréopage” kelimesi, eski Yunan’da savaş tanrısı Ares’e ayrılan tepede toplandıkları meclise verilen isimdir bilgisini not edip gözden kaçan bir detaya dikkat çekelim. Bize Mustafa Kemal’in 1935’de mason localarını kapattığı, 1948’de ise mason İsmet İnönü’nün yeniden açtığı ifade edilir. Peki, gerçek böyle mi?
MASON LOCALARI 1935’DE KAPATILMADI
Büyük Masonlar Mahfili Derneği’nin sitesinde durum şu cümlelerle özetleniyor: “Atatürk’ün Masonluğa karşı olduğunu ve 1935 yılında Türkiye’deki mason localarını onun kapattırdığını dillerine dolamışlardır. Türk masonları 13 yıl süreyle hiçbir örgütsel etkinlik göstermedi. Buna Türk Masonluğu’nda “uyku dönemi” denir. Gerçi masonlardan birçoğu özellikle İstanbul’da aralarındaki kardeşçe ilişkileri koparmamışlar, sık sık bir araya gelmekten geri kalmamışlardı. Hatta 1939 yılında evlerinde loca toplantıları yapmaya bile başlamışlardı. Fakat bunlar, Türk Masonluğunun uyanması değil, yeniden uyanış hazırlıkları sayılır.”
‘İNÖNÜ’NÜN MASONLUĞU GİZLENSİN’
Eldeki belgeler hakikatin, resmi ideolojinin ve masonların ifade ettiği şekilde olmadığını ortaya koyuyor. Kapandığı iddia edilen örgüt, İsmet İnönü gibi rejimin ikinci adamına 1937’de resmi davetiye gönderiyor. 27 Mayıs 1960 darbecilerin hem el yazısı, hem de resmi yazılarında İnönü’nün masonlar listesinde yer almaması ve hatta övülmesi gerektiği Emniyet Teşkilatına şu cümlelerle emrediliyordu: “İnönü listeden çıkarılarak, övücü kelimeler yazılacak, rapor ona göre düzenlensin. MAH’ın talebidir.” MAH’ın raporunda ise Mustafa Kemal’e 33. Derece Masonluk teklif edildiği, onun da kati suretle reddettiği, İnönü’nün de onun yolundan gittiği iddia ediliyordu. Mesele şuydu; mason olduğu bilinmesin istenenler gizleniyordu. Gizlenmekle kalmıyor, 27 Mayıs’ın arkasında hangi gücün olduğunun da itirafı yapılıyordu.
MAH/MİT: 1960 DARBESİ, İNÖNÜ, CHP, CIA ORTAKLIĞI
Mâlum Başvekil Adnan Menderes, 27 Mayıs 1960’da bir darbeye maruz kalmış ve 17 Eylül 1961’de de idam edilerek katledilmişti. Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan mason olmadıkları için idam edilmiş, mason Celal Bayar ise bir süre tutulduktan sonra salıverilmişti. Bu süreçle ilgili çok şey yazılıp çizildi. Darbe’nin faillerinden olan Alpaslan Türkeş idamın gerçekleşmemesini, İnönü ise idamın mutlaka gerçekleşmesini arzu ediyordu. Birazdan MAH/MİT’in DP iktidarı ile ilgili raporunu okuyacağız. Ama önce Bayar’ı kim kurtardı ona bir bakalım.
TÜRKEŞ’İN OKUDUĞU BİLDİRİYİ KİM YAZDI?
Her şey istedikleri gibi gitmese de bu şeytaniler işlerini pek şansa bırakmazlar. Amerikan Deniz Kuvvetleri 1958’de Türkiye’ye gerilla ve kontrgerilla uzmanı, aynı zamanda ajan olan Fred Haynes adlı bir askeri ataşe gönderir. 27 Mayıs 1960’taki askeri darbenin mimarlarından olan ve sürekli sivil giyinen bu ajan, ABD’nin Ankara elçiliği ile Milli Birlik Komitesi arasında irtibatını da sağlayan kişidir. Önceleri İnönü ile irtibatı Kasım Gülek üzerinden kurar. Sonra ise General Sıtkı Ulay ve albay olan Alpaslan Türkeş ile irtibat sağlar. Türkeş’in, Aytunç Altındal’a anlattığına göre, 27 Mayıs’ta sabaha karşı, Türkeş’in TRT’de bizzat okuduğu o meşhur bildiriyi okuması için TRT’ye bizzat götüren de ajan Fred Haynes’tir.
BAYAR: “BEN ATATÜRK’E TAPIYORUM”
1961 idamından kurtulan yüksek dereceli mason Celal Bayar ile İnönü arasındaki mücadele sadece bir güç mücadelesinden ibaretti. İktidara geldiğinde Mustafa Kemal Paşa’nın izlerini kaldıran İnönü, 1950’den sonra ise Mustafa Kemal’in ardına sığınır. İnönü’nün kurumlardan ve paralardan Mustafa Kemal’in resmini kaldırması sadece bir husumetin değil, aynı zamanda bütün dünyada geçerli bir devlet geleneğidir. Mustafa Kemal’in öldürülmesi ile ilgili neşredeceğimiz belgeler İnönü, Kasım Gülek ve CHP’nin ipliğini pazara çıkarmaya yetecektir. Ancak CHP’lilerin nefret ettiği Bayar 1986’da öldüğü günkü TRT’nin yayınında şöyle diyordu: “Atatürk, benim rabbimdir. Ben Atatürk’e tapıyorum.”
‘BAYAR’I İDAM EDERSENİZ, DÜNYAYI KARŞINIZA YIĞARIM’
Bayar da, o dönemin cumhurbaşkanı olarak Yassıada’da yargılanıp idama mahkûm edilir. Ancak idam edilmez. Onu idamdan kurtaran kişi, Kardinal Roncalli’dir. Gül ve Haç Örgütü Üyesi olan Piskopos Angelo Giusepp Roncalli, 1950’ler Türkiye’sinin en önemli casuslarından biridir ve 1958’de Vatikan’a giderek ‘23. John’ adıyla papa olur. Roncalli’nin Papa olmasından 2 yıl sonra, ilk defa Vatikan’a Türkiye’de temsilcilik açma hakkı veren yakın dostu Celal Bayar idama mahkûm edilir. Hemen devreye giren Papa, ‘Bayar’ı idam ederseniz, dünyayı karşınıza yığarım’ diyerek idamı engeller.
TÜRKİYE’DE AJAN, VATİKAN’DA PAPA
“Türkiye’de ‘Türk dostu’ diye yutturulan Roncalli’nin İstanbul Kurtuluş’ta oturduğu Ölçek Sokak, ‘kutsal mekân’ ilan edilir. 3 Eylül 2000’deki törene katılan Diyanet İşleri Başkanı da memnuniyetlerini belirtir. Bu ad, masonlar tarafından konulmuştur. Vatikan, Roncalli döneminde hazırlanan ‘dışa açılma’ stratejisini, 1965’te iki yönde uygulamaya başlar. Bunların birincisi, Hıristiyanlığın diğer mezheplerini yönlendirme projesi olan ‘ekümenizm’dir. İkincisi ise özellikle Müslümanları hedefleyen ‘evangalization’ adlı Hıristiyanlaştırma projesidir. Bunlar da ‘Hoşgörü /Tolerans’, ‘Dinler Arası Diyalog’ ve ‘İbrahimî Dinlerin Birliği’ şeklinde formüle edilmiştir. Gülen ise bu projenin Türkiye ayağını oluşturur. Hızını alamayan Gülen, ‘ahir zaman Mehdisi’ olduğunu ileri sürer.”
İSTİHBARAT’TAN DP RAPORU
Bugünkü adı MİT olan Millî İstihbarat ‘Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti’ MAH, Menderes’in liderliğindeki Demokrat Parti iktidarı ile ilgili “1950-1960 DP İktidarı” başlıklı bir rapor hazırlar. Rapor, Menderes’i suçlama, İnönü’yü aklama ve 27 Mayıs darbesinin haklılığını ispat amaçlıdır. Yakın zamana kadar MAH’ın askerler tarafından yönetildiğini, mensuplarının pek çoğunun özellikle de idareci kısmının asker olduğunu, bunların çoğunu göreve İnönü’nün getirdiğini en azından genç kārîlerimize hatırlatmakta yarar var.
MAH’IN “1950-1960 DP İKTİDARI” RAPORU
İnönü’cü mason askerler tarafından hazırlanan, yanlışlarla doğruları girift hâle getiren istihbarat raporu şöyle başlıyor: “Türk tarihinde 31 Mart irtica eylemi olaylar, acı ders gibidir. Kanlı çarpışmalara neden olmuştur. Her keresinde ordunun da mücadele etmesi zorunlu olmuştur. Ordu her daim şeriat ve dincilik konularında hep hassas olmuştur. Atatürk tarafından kurulan Halk Evleri ve odaları kapatması, Atatürkçü olduğunu söyleyen Millî Eğitim Bakanı, köy çocuğunu eğiten ve ileride Türkiye’nin kalkınmasına büyük katkıda bulunacak Köy Enstitülerini kapatması, DP’nin Türkiye’de Atatürk’e karşı geri hareketleridir. Yürürlükte olan anayasanın Türkçe dili DP tarafından teşkilatı esasiye kanunu dönüştürülerek Osmanlıcaya dönülmüştür veya dönülmeye çalışılmıştır.”
MAH’A GÖRE DP’NİN KARGALARI GÜLDÜREN ‘GÜNAHLARI’
İnönü’cü MAH’ın raporunda kargaları bile güldüren “DP’nin günahları” şöyle sıralanıyor:
Halk Evlerini kapatmak
1946’da CHP tarafından öğretmen okuluna dönüştürülen Köy Enstitülerini kapatmak
Komik ama Osmanlıcaya dönülme
Vicdan özgürlüğü ve laiklik konusunda ordu ve CHP’nin rahatsızlığı
Dinî dergiler, cami yaptırma derneklerinin çoğalması iddiası
Atatürk heykellerine saldırılması
Oy için “yobaz sürüsü dinciler”in desteklenmesi palavrası
Ramazan’da oruç tutmayanlara karşı baskı hissedilmeye başlandığı yalanı
Türkçe okunan ve “halkın alıştığı” ezanın bir kararla Arapçaya dönüştürülmesi
Gazetecilere baskı
Menderes’in Said-i Nursi ile görüşmesi
Sahne sanatçılarına sahnede olur olmaz siyasi espri yapmamaları ikazı
CHP ile rekabet
Fakir ile zengin, halk ile okumuşun oyunu bir tutması
Halkı bilinçli olarak cahil ve yoksul bırakmak
‘İNÖNÜ ORDUYU ÖRGÜTLEMEYE BAŞLADI’
1950 hezimetinden sonra halkın DP’ye rey vermeyeceğini düşünen İnönü/CHP, 1954’deki ikinci ağır hezimeti ile çileden çıkar. Sonrasını rapor şu cümlelerle dile getiriyor: “1954 yılından sonra İnönü ve CHP ordu içerisindeki sempatisini kullanarak bazı subay ve generalleri -DP’ye- karşı örgütlemeye başlattı. Ordu içerisinde son derece etkili olan İnönü’nün telkinleri ve çabaları sonucu ordu içindeki gruplaşmalar tamamen bertaraf edilmeye, İnönü’nün ve CHP’nin hâkimiyeti tesis edilmeye başladı. Subayların büyük bir kısmı DP’ye her şeyi gözü alarak kafa tutmaya başladı.”
‘DP, ŞERİAT GETİRECEKMİŞ’
Menderes şöyle diyordu: “Üstümde Celal Bayar (Cumhurbaşkanı), altımda Medeni Berk (Başbakan yardımcısı) var. Bunların ikisi de 33. dereceli masondur. Ben iki değirmen taşı arasına sıkışmış buğday tanesi gibiyim!” MAH, bu durumdaki bir kişiye şu suçlamada bulunuyor: “Nitekim genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanları İnönü’yü ziyaret ederek, DP’nin şeriat getireceği ve tepki göstermek gerektiğini İnönü’ye arz etti.”
İNÖNÜ: GEREĞİ YAPILACAK
“İnönü ve generaller çok sinirliydi” diye devam eden rapor, İnönü’nün neler yaptığını ise şu cümlelerle ifade ediyor: “Gereğinin yapılacağından kuşku duymayın’ diyerek orduyu biraz olsun rahatlatmıştı İnönü!”
İHTİLAL ÇAĞRISI YAPAN GAZETECİLERİ SORUŞTURMA SUÇU
DP’nin iktidar olmasına en büyük desteği ilk seçimde ordunun verdiğini ileri süren istihbarat raporu, “Ordu umduğunu bulamayınca DP’yi devirmek için örgütleniyordu. 1958 Ağustos ayında CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in bir konuşmasını neşreden üç gazete sahibi, yazar ve muhabirleri hakkında ihtilali teşvik suçuna iştirakten soruşturma açılıyor.”
DP’yi basına baskı kurmakla suçlayanlar, devirlerinde hükümet bildirileri dışında haber vermenin yasak olduğunu, dahası İsmet İnönü başbakan, Mustafa Kemal’de Cumhurbaşkanı iken (CHP’nin) Cumhuriyet gazetesini 29 Ekim 1934 tarihinde “Hükümetin genel politikasına aykırı yayınlar yapmak” suçlamasıyla 10 gün süreyle kapattığını, 1940’da ise hükümetin yayın politikasına aykırılıktan 90 gün süreyle bir kez daha kapatıldığına hiç temas etmezler.
‘İNÖNÜ, ORDU BOŞ DURMUYOR, ABD VE AVRUPA’YI İKNA ETTİ’
“İnönü, ordu boş durmuyor, toplantı üstüne toplantı yapıyor, ordu, aydınlar ve gazetecilerle ayrı ayrı görüşmeler yaparak Cumhuriyeti ve Atatürk inkılaplarını koruyacaklarına dair yemin ettiriyordu” denilen MAH raporunda, “Kasım Gülek’in ABD ziyaretinden sonra ABD’nin ve Avrupa devletlerinin olurunu alan CHP, istihbarat örgütleri ile temasını güçlendiriyor, DP’nin her yaptığı eylemi soruşturuyor, tutanak altına alıyor, raporluyordu. Celal Bayar ve Adnan Menderes’in tüm görüşmeleri tutanak altına alınıyor ve kayıt altına alınarak ileride kullanılması için (MAH) bünyesinde korunuyordu. Adnan Menderes’in özel hayatı, çıkar ilişkileri, ihlalleri bir bir takip ediliyor ve raporlanıyordu.”
‘KASIM GÜLEK, CIA İLE İRTİBATI SAĞLIYORDU’
“Kasım Gülek, ABD elçiliğinde organizasyonu kontrol ediyor ve İnönü ile temasla orduyu ve gazeteleri, cumhuriyeti koruma ve kollama adına takip ediyor ve nihai çözüme adım adım yaklaşıyordu” cümlesiyle, Türkeş’i TRT’de bildiri okumaya götüren CIA ajanı Fred Haynes ile İnönü ve ordu içindeki darbeci askerlerin irtibatı itiraf ediliyor.
‘OY HER ŞEY DEĞİLDİR’
“1950-1960 arası DP oy çokluğu ile iktidara gelince millî iradeyi temsil ettiklerini ve onun temsilcisi olduğunu, her şeyi yapabilecekleri kanısını taşımakta idiler” diyen istihbarat raporu, geçtiğimiz yıllarda “dağdaki çoban’la benim oyum eşit olamaz” diyen Aysun Kayacı’nın nereden beslendiğini şu cümleler gözler önüne seriyor: “Millet soyut bir varlık ve mânevî bir kurumdur. Her an iradesi yanlış yönlendirilebilir. Millî irade anlamsız, sosyal bir gerçekle alakası yoktur. Millet iradesi, halk iradesi olabilir mi? Kişisel irade toplamı, kolektif irade olamaz. Oy kullanmayan, oy hakkı olmayan kitle vardır. Bir cahille, bir eğitimlinin iradesi bir midir?”
‘ESAS MİLLİ İRADE, GÜNÜMÜZ ŞARTLARINDA ASKERÎ GÜÇTÜR’
Halkın tercihlerinin önemli olmadığını belirten mason İnönücü istihbarat teşkilatı, “Esas milli irade, günümüz şartlarında askerî güçtür” diyor ve ekliyor: “Her zaman halk iradesi doğrudur demek yanlışın en başlangıcıdır. Seçim sonucu ne millî, ne genel irade seçimde oy kullanmış insanların tercihidir. Egemenlik kavramı üzerine kurulu teori olduğu için doğru tercihi yansıtmayabilir. Esas milli irade, günümüz şartlarında askerî güçtür. Milli hedeflerin ele geçirilmesinde yegâne belirleyici olan güç askerî güçtür.”
‘BÜTÜN İPLER ORDUNUN ELİNDE OLMALIDIR’
Müslümanlara “Arap hayranı mahluklar” diyen, Mustafa Kemal Paşa’nın ardına sığınan İnönü’nün kuklası durumuna gelmiş askerlerce idare edilen dönemin istihbaratı, CHP’nin zihniyetini şu cümlelerle ifşa ediyor: “Kanunları, anayasaları devletin tüm imkanlarını koruma ve kollama gücü ordunun elinde olmalıdır. Esas milli irade bu temelde olmalı, iktidarı cahil, yobaz, şer’i esaslara göre yönetmeye çalışan şaibeli iktidarlar Arap hayranı mahluklar, ancak ordunun cumhuriyetin esaslarını korumak ve kollamak suretiyle iradeyi tamamlamış olurlar. Ordu en büyük iradedir.”
Görülüyor ki 1960 Darbesinin taşları İnönü, masonlar ve İslam düşmanı nevzuhurlarca döşenmiş, sudan bahanelerle Menderes idam edilmiş, Türkiye en az yüz yıl geriye götürülmüş, ardından 1967 darbe girişimi, 1972 muhtırası, 12 Eylül darbesi, 28 Şubat postmodern darbesi, 17 Nisan e-muhtırası ve 15 Temmuz işgal girişiminin zemini hazırlanmıştır.
****
MENDERES’İN KASIM GÜLEK’E YAZDIĞI MEKTUP
Elbette süreçle ilgili tek mektup yazan Cemal Gürsel değildi. CHP, İnönü ve masonların faaliyetlerinden haberdar olan Menderes de, CIA ve diğer istihbarat örgütleri ile darbe sürecini yöneten Kasım Gülek’e bir mektup yazar. Haza bir beyefendiden muazzam teşhislerle dolu bir mektup. Şefkatle ikaz eden, hürmetle biten bir mektup. Vicdan sahiplerini duygulandıran, hatta gözyaşına boğacak bir mektup. İnönü’nün nasıl bir şahsiyet olduğunu en nazik, hakkaniyet ve adaletli üslupla izah eden nezaket âbidesi bir mektup bu…
“Seyitgazi 28/1/1960” tarihli mektupta Rahmetli Menderes, İslam düşmanı ve mason Gülek’e şu hususları dile getirmektedir:
Sayın Kasım Gülek,
İnönü tarafından iftira edilir şekilde partiden bir sene müddetle atıldığınızı duyduğum zaman Halk Partisi’nin demokrat ruhlu, hak ve hakikat âşığı bir elemandan mahrum bırakıldığını göz önüne getirerek çok üzülmüştüm.
Avrupa Konseyi azası sıfatıyla Millet Meclisi’ndeki konuşmanızı gazetelerden okuyunca endişe ve üzüntüm kısmen zail oldu. Demokratik terbiyenin noksanlığı icabı mı bilmiyorum. Birbirimizi lekelemek, yıpratmak için yaratılmış insanlarız doğrusu… Birbirimizi damgalamak ve beş parmağımızla kara çalmak yetmiyormuş gibi, Avrupa Konseyi’ndeki üyelere bile dil uzatıp kara çalmakta bir beis görmüyoruz. Bir marifet yapmış gibi arkadaşlarınızdan biri (Luciberon) için faşist sözünü sarf eder. Siz de iblis sıfatını takıp takıştırıyorsunuz.
Millî his ve gayretle güzel bir müdafaa yapabilirdiniz. Sizin gibi olgun ve dolgun bir şahıstan böyle sözler sudur etmemeli idi. Sizin nam ve hesabınıza doğrusu çok üzüldüm. (Luciberon) bu hususta yerden göğe kadar haklıdır. Hakikat acıdır. Fakat kabul etmek lâzımdır. İnsanlık bunu emreder. Gayret ve çabanız beyhude. Ne yapsan Halk Partisi’ne yaranamazsın. Elinizi vicdanınıza koyup söylemek cesaretini gösterecek olursanız Cumhuriyet idaresi kurulduğundan bugüne kadar Aziz Türk milleti Avrupaî tarzda demokratik bir idare görmüş ve tatmış değildir. Bunu aklı başında olan hiç bir kimse inkâr edemez. ‘Biz bize benzeriz’ diye bir vecizemiz var ya… Hükümet şekillerimiz ileri gelen baştakilerin menfaat ve düşünce tarzlarına göre kurulup işlemiştir. Bu yüzden de kısır ve verimsiz olarak kalmıştır.
Yirminci medeniyet asrında yaşıyoruz. Hâli rejim münakaşasından insan hakları dedikodusundan kurtulabildiğimiz yok. Bu gidişle kurtulabileceğimiz de yok galiba… ‘Mazlum Türk Milletine Allah acısın’ demekten başka çâre yok. Çilemiz bakalım ne zaman dolacak ve insan gibi yaşamak ne zaman nasip ve müyesser olacak. Biricik emelimiz memlekette demokratik idarenin noksansız işlemesini görmektir.
Heyhat ki, bizlere o günler daha pek çok uzak olsa gerek. Gidiş ve tutum bunu gösteriyor. Bizden on dört sene sonra uyanan ve 1853 senesinde Avrupa ile temasa geçen Japonlar (40) senede maksada vasıl oldular. Bugün her alanda Avrupa ve Amerika milletleri ile boy ölçüşmekte devam ediyorlar.
İmparatorluklar kurup, milletler idare etmiş, eski bir medeniyet ve tarihe sahip Yüce bir milletin ahfadı bizler, Amerika para verirse harcayacağız, buğday gönderirse karnımızı doyuracağız. Ne ayıp şey doğrusu! Bizler arslan olalım, tilkiler bizim mesai ve âlicenaplığımızdan geçinseler daha iyi değil mi? Ne günlere kaldık Allah’ım! Dinî Mübin’imiz ve Türk’ün asaleti bunu emir etmektedir. Türk, din farkı gözetmeden hemcinsine yardım etmekle mükelleftir. Avuç açmak Türk âdet ve an’anesinde yoktur. Türk verir, almaz. Ben, Türk milletini böyle biliyor ve böyle olmasını istiyorum.
Sayın Kasım Gülek, âdalet olmayan yerde muzafferiyet olmaz. Bu yüzden iki yakamız bir araya gelmiyor. Memlekette, insan haklarına tecavüz edip adaleti çiğneyenlerle menfaat peşinde koşup suiistimal yapanları çok iyi bilen Türk milleti, öteden beri yıldırma siyaseti takip edile gelmiş olunduğundan bildiklerini ve gördüklerini kalbinde saklamak zorunda kalmıştır. Beş kişiyiz birbirimizi çok iyi biliriz. Yukarıda arz ettiğim gibi bilmek fayda vermiyor. Çünkü memlekette demokratik bir idare tarzı yok. Demokrasimiz bize benzemektedir. Bize benzemekten ne zaman kurtulacağız bakalım. İş burada. (Luciberon’a) iftira etmeyi İnönü’den öğrendiniz galiba. Hürmetlerimle!
Adnan Menderes
****
MENDERES’E İŞKENCE İTİRAFI
Bu kadar kibar bir adama darbeci haydutlar asmadan önce işkence yapmışlar. İşkenceye maruz kalan kişi hatâsı ve savabıyla (doğrusuyla) bu ülkenin 10 yıl Başbakanlığını yapmış, naif ve kibar bir zat… Ona yapılan işkence ile ilgili 10 Ekim 1960 tarihinde MBK adına İstihbarat subaylığı yapan Kurmay Yarbay Necip Aka, Milli Birlik Komitesi Başkanlığı’na hitaben şunları yazmış:
“Sabık Başvekil Adnan Menderes’in M.B.K.’ne vermiş olduğu şikayet mektubunun soruşturması neticesinde, kendisine yumruk ile vurulduğunu iddia ettiği, subay ve astsubayın ifadesine başvurulmuş, olayın vuku bulduğunu, başvekilin kendilerine hakaret ettiğini, bundan dolayı bir kaç kez vurduklarını itiraf etmişlerdir. İfade tutanakları ektedir. Sabık Başvekilin yüzünde oluşan morluklar muhakeme süresince tedavi edilerek mahkemeye hazır vaziyette intikal edecektir. Saygılarımla arz olunur efendim.”
Dünyanın en kibar adamlarından biri olan ve zor şartlarda tutuklu olduğu hapishanede bir subay veya astsubaya hakaret etmeyi aklından bile geçirmeyecek bir kişi için atılan iftira ve zulmün itirafnamesi:
‘DÖVDÜK, TEHDİT ETTİK, SUSACAK’
Kurmay Yarbay Necip Aka, Milli Birlik Komitesi Başkanlığı’na yazdığı 23 Ekim 1960 tarihli yazısında Menderes’e yapılan işkenceyi itiraf ediyor ve Menderes’in bu hususta susacağına dair tehdit edildiğini beyan ediyor: “Sabık Başvekilin dövülmesi olayı, azami ölçüde dikkat edilerek kapatılmıştır. Sabık Başvekile de bu konu ile ilgili beyanat vermeyeceğine dair söz alınmıştır. Saygılarımla arz ederim efendim.”
‘SAVUNMA YAPMASINA İZİN VERMEDİK’
İstihbarat Kısım Amiri K. Yarbay Necip Aka imzasıyla gelen bir başka yazı ise Menderes’in savunma hakkının elinden nasıl alındığının itirafnamesidir: “Milli Birlik Komitesi Başkanlığı’na, Milli Birlik Komitesi’nin 23 Kasım 1960 gün ve 7327/32442 sayılı emirleriyle, Sabık Başvekilin savunmasını yapan avukatı ve ailesinin görüşmelerini kısıtlayarak düzenli bir hâle getirilmiştir ve Sabık Başvekilin ve arkadaşlarının her görüşmesi tutanak hâline getirilerek kayıt altına alınmıştır. M.B. Komitesi izin belgesi olmadan mahkemeye hiçbir şahıs ve fert alınmamıştır. Bilgilerinize arz olunur.”
*****
TÜRKEŞ: MENDERES’İ ASMAYIN!
27 Mayıs’ın önemli aktörlerinden olup sonra Hindistan’a büyükelçi olarak gönderilerek tasfiye edilen Alpaslan Türkeş, Cumhurbaşkanı makamını işgal eden Orgeneral Cemal Gürsel’e Yeni Delhi’den “7 Eylül 1961” tarihinde yani Menderes’in idam edilmesinden 10 gün önce “Generalim” diye başlayan bir mektup yazıp, şöyle diyor:
“Size asla yazmak niyetinde değil idim. Fakat bugün memleketin yüksek menfaatleri bakımından bazı hususların dikkatinize sunulması zarurî oldu. Şöyle ki: Yüksek Adalet Divanı birkaç güne kadar eski iktidar mensupları hakkında hükmünü verecektir. Âdaletin hükmüne müdahale etmemek ve daima hürmetkar bulunmak şarttır. Ancak, hükümlerin infazı yurtta mevcut durumun nezaketi göz önüne getirilince ayrıca incelenmeğe değer görülmüştür.
Yüksek Adalet Divanı’nın vereceği cezalar içinde idam hükümleri mevcut bulunduğu takdirde bunların tadil edilerek hafifletmek cihetine gidilmesi çok faydalı olacaktır. Çünkü:
a. İdam cezalarının infazı, 13 Kasım’dan beri atılan çok hatalı adımlar dolayısıyle memlekette meydana gelmiş olan huzursuzluğu daha çok artıracaktır,
b. Ölüm cezalarının infazı, yurt dışında milletimiz ve devletimiz aleyhinde tepkilere yol açacaktır,
c. Ölüm cezalarının infazı hâlinde; Milletimizi bölen kin ve garez duyguları şiddetlenecek ve 27 Mayısın amacı olan Milli Birlik ruhunun geliştirilmesini güçleştirecektir,
ç. Yukarıda sıralanan mahzurlarına karşılık, cezaların infazı ile memlekete sağlanacak hiçbir fayda yoktur,
Esasen siyasî suçlardan dolayı ölüm cezaları verilmesi, bugünün insanlık duygularına uymamaktadır.
Buraya kadar sıralanan mütalaalara ilâveten, hukuk bakımından da şu hususların incelenmesi lüzumludur:
I. Yüksek Adalet Divanı’nın vereceği idam kararlarının nihaî incelenmesi, bununla ilgili kanunun yürürlüğe girdiği tarihte tek meşru yasama organı bulunan 27 MAYIS MİLLİ BÎRLİK KOMITESİ’ne ait idi.
II. Bugün ise, yasama organı yalnız başına 13 Kasım Komitesi değil, Temsilciler Meclisi ile birlikte komiteden meydana gelen Kurucu Meclis’tir.
III. Türk Anayasasına göre, idam hükümlerinin nihaî incelenmesi, yasama organlarına aittir. Şu hâlde, bugün Yüksek Adalet Divanı’nın vereceği kararların yalnız 13 KASIM KOMİTESİ’nce incelenmesi hukukî ve meşru olamaz.
Aksi hâlde, millet ve tarih önünde sorumlu olacağınızı hatırlatırım.
Saygılarımla
Alparslan TÜRKEŞ