Bir Hadis-i Şerif’te Peygamberimiz (a.s.v.) şöyle buyurur: “Kalplerinizi çok yiyerek öldürmeyiniz. Çok su ekinleri öldürdüğü gibi, muhakkak fazla yemek de kalbi öldürür.”
Başka bir Hadis-i Şerif’te ise şöyle buyurulur: “Şeytan, Âdemoğlunun damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır.” Bu Hadis-i Şerifi şerh eden bazı âlimler, bunun engellemesi için şeytanın dolaşım yollarının açlık ile daraltılması gerektiğini beyan ederler.
Açlık, Hazreti Allah’ın bir ziyafetidir. En güzel taam, açlıktır. Neredeyse tüm kadim hekimler, en iyi ilacın açlık olduğunu bildirirler. Kim az yerse, sıhhat ve istikâmet bulur, cihanın sırlarını seyretmeye istidât kazanır.
Açlığın sayısız faydaları vardır. İlki, insanın hevâsını keser. Hevâ, nefsin arzularının peşinden koşmaktır. Hevâ-heves peşinde koşmak ise, Allah (c.c.) tarafından zemmedilir. Bundan kurtuluş, riyâzet yani az yiyip içme, az uyku, çok ibâdet, nefsin arzularının aksini yapma, dünya lezzetlerinden mümkün oldukça sakınmak sûretiyle nefsi terbiye etme, ahlâkı güzelleştirmedir. Aynı zamanda riyâzet tasavvuf yolunun ilk adımıdır.
Aç olan insanın gönül gözü açılır, nurlanır, kalp sefâsı hâsıl olur. Bedenin selametle ruhun hizmetine girmesini sağlar. Nefis, insanın bineği olup, yuları ancak açlıkla tutulabilir. Açlıkla basireti açılan Müslüman, şeytanın tuzaklarına da düşmez.
Nuh (a.s.) gemisinde şeytanı görür. ‘Niçin geldin buraya’ diye sorar. O da ‘Ashabının kalplerini çelmek, böylece onların senin safında değil, benim yanımda olmalarını, senin tarafında sadece bedenleri ile bulunmalarını sağlamak için geldim’ der.
‘Def ol, çık Allah’ın düşmanı’ diyerek kovmak ister Nuh Peygamber.
Şeytan ise, ‘Tamam ineceğim, ancak şu beş şey var ki, insanlar onlarla helâk olur. Ben, sana ikisi hâriç üçünü söyleyeceğim.’
O anda Allah-ü Teâlâ hazretleri, Hz Nuh’a “Diğer ikisini söylesin” diye vahyeder. Şeytan, bunların ‘hırs’ ve ‘haset’ olduğunu söyler ve ekler:
“Ben haset yüzünden lanetlenip, kovulup, şeytan oldum. Hırsım sayesinde de âdemden istediğim neticeyi elde ettim. Âdem’e cennetteki her şey helâl kılınmışken, sadece bir ağaç müstesna idi. O da hırsına kapılarak, o ağaçtan yedi, sabredemedi!”
İşte insan, aç kaldığında bu kötü duygulardan âzâde olur. Bunun en güzel örneğini, Ashab-ı Suffe’nin hayatında görürüz.
Hz İsa (a.s.)’ın ise bu hususta “Karnınızı aç tutunuz, olur ki kalbinizle Rabbinizi görme imkânına kavuşursunuz” buyurduğu kaydedilir.
Cenah-ı Hakk bir Hadis-i Kudsî’sinde “Ey Âdemoğlu! Ben izzet denilen devleti, Bana yapılacak tâatin içine koyduğum halde, insanlar o izzeti sultanların kapısında arıyorlar. Hâlbuki izzeti orada kat’iyyen bulamayacaklar. Ben hakiki ilmi, aç kimselere nasip kıldım. Oysa insanlar onu, toklukta arıyorlar. Bu şekilde bulamazlar. Ben, kalbin cilasını, parlaklığını, sabahın seherinde, gecenin uykusuzluğu ve gece ibadetlerinde kıldığım halde, insanlar o gönül cilâsını uykuda aramaktalar. O takdirde nasıl bulabilirler?” buyurmaktadır.
Ulema, ilim, zekâ ve hikmetin az yemekte olduğunu, cehalet ve mâsiyetin yani isyankârlığın ise tokluktan kaynaklandığını bildirirler.
Kalbin sefâsı, zekânın sefâsı, bedenin hafifliği açlık ile hâsıl olur. Zamanımızın en büyük musibeti unutkanlıktan kurtulur, ayrıca pek çok dünyevî ve uhrevî belâdan da korunur. Çünkü gıdanın buharı fehm (anlayış ve idrak) ve zekâya örtüdür.
Ve tokluk
Tokluk, yaratılış itibariyle insanın şehvetini artırır. Her istediğini vermekle nefsin şehveti kesilmediği gibi daha da azar, hevâsının esiri kılar. Âhireti murat eden kimse, yiyeceğini helâlden yemeli, kanaate riayetle, ibadetlerine zarar vermeyecek ve sağlığını bozmayacak miktarla iktifa etmeli.
Aza kanaatle, fazlası da fakire tasaddukla hem sevaba nail olur, hem de muhtacın ihtiyacını giderir.
ed-Dürrü’l-Mensûr’da kaydedildiğine göre Lokman (a.s.) oğluna şöyle nasihat eder: “Ey oğulcuğum! Miden dolu iken sakın yeme! Zira tokken yiyeceğin şeyi köpeğe atman, senin için onu yemekten daha hayırlıdır!”
Enes (r.a.)’den gelen rivayette, Peygamberimiz (a.s.v.) şöyle buyurur: “Senin iştah duyduğun her şeyi yemen israftandır. Muhakkak ki bir kişilik yemek iki kişiye yeter, iki kişilik yemek de üç ve dört kişiye yeter. Dört kişilik yemek de beş-altı kişiye yeter.”
Başka bir Hadis-i Şerif’te ise “Mide, vücudun sarnıcıdır ve damarlar onun içine dalarlar. Eğer mide, sıhhatli ise damarlar da sıhhatlidirler. Eğer o mide sağlıksız ise o zaman hastalanırlar” buyurulur.
Hekimlerin şahı İbn-i Sina meseleyi şöyle özetler: “Tıp ilmini iki satırda topluyorum: Yediğin vakit az ye! Yedikten sonra dört beş saat hiçbir şey yeme. Çünkü şifa, hazımdadır. Yani kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, yemek üstüne yemek yemektir.”
Ârifler meseleyi şu hoş beyitle özetlerler:
Az yiyen olur veli
Çok yiyen olur deli
Az yiyen olur âlim
Çok yiyen olur zalim
Az yiyen olur melek
Çok yiyen olur helâk
Mehmed Zahid Kotku hazretleri ise tokluğun âfetlerini şöyle sıralar: “Çeşitli hastalıklara yol açar. Vücudu ağırlaştırır. Uykuyu artırır. Tembellik ve gam getirir. Kasvet-i kalp, gönül körlüğü doğurur. Mâneviyatın zayıflamasına sebep olur. Böylece günah işleme korkusunu azaltır, fenalıklardan sakınamaz hâle gelir. Bu hâlde akıl, tam iyiyi ve fenâyı seçemez ve de şükrünü yapamaz. Dolayısıyla da nimetleri azalır. Çünkü nimetlere şükür nimeti artırır.
Dünyayı çok sever. Parasını hayra harcamaya kıyamaz. Bu insanların artması cemiyetlerin felaketine sebep olur. Şeytan onları, onlar da şeytanı sever. Bunlar hiçbir şeye sabredemeyip, feryadı figan ederler. Hikmetten mahrum kalırlar. Güzel bir huy yerine, başkalarına düşmanca davranırlar. Bahadırlıklarını, cesaretlerini, düşmanlara karşı cihat duygusu ve ibadet lezzetini yitirirler. Neticede nefsimizin arzusuyla bedenimizi besler ama canımıza okuruz!”
Batıda yapılan bir deneyde, 100 fareye normal miktarda yiyecekleri verilir. Bunlar üç yıl yaşar. Bir başka 100 fareye, daha fazla yiyecek verirler. Bunların ömrü kısalır, 2 yıl gibi bir zamanda ölürler. Diğer bir 100 fareye normalden daha azı yedirilir. Bunlar dört yıldan fazla yaşar. Çok az yedirilen bir başka 100 fare grubu ise 6 yıl yaşar. Bu da açlığın ömrü uzattığı kanaatini ortaya çıkarır.
Para benim, dilediğimi yer-içerim diyen kimse, parasını değil ömrünü yer. İşte şimdi önümüzde yeni bir Ramazan var. Bizi terbiye eden Ramazan… Ancak bu terbiye yine bize bağlı… Acıkma korkusuyla sahurda tencerenin dibine vuran, iftarda açlığın ızdırabına yenilip kazanı yutan bir kimse, oruç tutmuş mu olur? Ya da oruç bu kimseyi tutmuş olur mu? Kararı herkes kendisi versin!
Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun!