Ağustos ayının başında ABD’nin etkisiyle tırmanışa geçen dolar zirve seyrini yitirirken, faiz ve enflasyon oranlarında aşağı yönlü değişimin olmaması kafaları karıştırdı. Döviz kurundaki düşüşün fiyatlara yansımamasından şikâyet eden halk, enflasyon-faiz arasındaki ilişkinin rafları etkilediği kanaatinde. Enflasyon ve faiz oranlarının yüksekliğinin fiyatlardaki etkisinin, yatırımcı açısından yarar mı zarar mı sağladığı da merak edilen konular arasında. En önemli soru ise şu: Enflasyon rakamları 2019 yılında hangi yönde hareket edecek?
Türk lirası dolar karşısında eski değerini kazanadursun, faiz ve enflasyon oranlarında düşüş yaşanmıyor. Ekonomi uzmanları, dünyada en yüksek faiz-enflasyon oranına sahip ülkelerden biri olduğumuzu söylüyor, yatırımcıların bu yüksek faiz ortamında yatırım yapmadıklarını vurguluyor. Her ne kadar döviz kuru, faiz ve enflasyon kavramı beraber anılsa da uzmanlara göre aralarında pek ciddi bir bağ bulunmuyor. Ekonomiye ilişkin konuşmalarında faiz hassasiyetini sürekli dile getiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Nisan ayında Beştepe’de söylediği şu sözlerle aslında tüm meseleyi özetliyor: “Faiz oranlarını aşağı düşürmedikten sonra bu yatırım yapılabilir mi? Yatırım Destekli Teşvik Sistemi diyoruz, burada neyi sağlayacaksın? Öncelikle bir defa yüksek faizden yatırımcıyı kurtaracaksın. Kurtaracaksın ki bu yatırımlar yapılabilsin.”
BELİRSİZLİK ORTAMI FİYATLARI ARTIRDI
İstanbul Medipol Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Mevlüt Tatlıyer enflasyonun yükselme nedenini şöyle ifade ediyor: “Türk Lirasının dolar karşısında ciddi şekilde değer yitirmesiyle ithal malların fiyatlarında ciddi bir artış yaşandı. Bunun yanı sıra, ‘fırsatçılık’ çerçevesinde yaşanan ekonomik/finansal türbülansın ortaya çıkardığı belirsizlik ortamında birçok firma, maliyette herhangi bir artış yaşamamasına rağmen sattığı malların fiyatına fahiş zamlar yaptı. Sonuç olarak enflasyon yüzde 25 düzeylerine kadar yükseldi. Enflasyonun bu kadar çok ve hızlı yükselmesinin arka planında iki faktör yatıyor: 1. Türkiye nihai malları üretmek için ara malı ithalatına ciddi şekilde bağımlıdır.
2. Türkiye’nin geçmişteki 34 yıllık yüksek enflasyon macerası ‘fırsatçılığın’ çok ciddi boyutlara çıkmasına neden oldu. Faiz oranlarının yüksekliğine gelince; Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) anlık enflasyona göre bir faiz politikası güdüyor. Yani, bu ay enflasyon 20 ise, faiz oranının da yüzde 20 civarında olması gerektiğini düşünüyor. Türkiye bu yüzden, enflasyon yüksek olduğu için yüksek bir faiz oranına sahip.”
FAİZİN DÖVİZLE ETKİN İLİŞKİSİ YOK
Yüksek faiz oranının yatırımcı firmaları da sıkıntıya uğrattığını söyleyen Tatlıyer, faizin düşük olmasının firmalar açısından istenen bir durum olduğunu belirtiyor. “Bankaların verdikleri kredilerin çok büyük kısmı yatırıma gitmez, işletmelerin günlük nakit ihtiyacını karşılamaya gider. Bunlara rötatif krediler deniyor. Kredi çeken firmalar tabi ki faizin düşük olmasını ister. Faizlerin yüksek olması firmaları sıkıntıya sokar, piyasada ödeme vadelerinin uzamasına neden olur. Bu da genel olarak ekonomide durgunluğa yol açar. Yüksek faiz reel ekonominin düşmanıdır.” Yüksek faizle döviz kuru arasında da etkili bir ilişkinin olmadığının altını çizen ekonomistler, ülke piyasası üzerindeki olumsuz etkilerin yatırımı etkilediğini belirtiyor. Mevlüt Tatlıyer, bu olumsuz etkinin ABD’li odakların Türkiye’ye düzenlediği saldırılarla desteklendiğini vurgulayarak TCMB’nin faiz artışıyla dolar kurunun değişimini de rakamlarla örnekliyor. “Faizin ‘yüksek’ olmasıyla döviz kuru arasında çok güçlü bir bağ yok. Yani, yatırımcılar şu ülkede faiz yüksek diye hadi o ülkeye yatırım yapalım demiyor. Özellikle yatırımcılar arasında bir ülkeye yatırım yapma noktasında önemli miktarda çekince oluşmuşsa, o zaman yüksek faiz bir işe yaramıyor. Bunu bu yıl için Arjantin’de çok net bir şekilde gördük. Bu yıl ABD’nin Türkiye’yi hedef almasıyla birlikte ABD ile ilişkili finansal odaklar Türkiye’ye karşı finansal saldırılar düzenledi. Bunların zaten Türkiye’ye yatırım yapması gibi bir şey söz konusu değil. Diğer taraftan da ‘ekonomik saiklerle’ hareket eden finansal çevreler ise ortaya çıkan genel durumdan ürktüler ve geri durdular. Finansal kesim zaten çoğunlukla ‘birlikte’ hareket eder. Sürü etkisi finansal piyasalarda çok yaygındır. TCMB faiz oranında 625 baz puanlık bir artışa gittiğinde de döviz kurunda bir gevşeme görüldü. Ama bu çok sınırlı düzeyde oldu. Kur, 6.30-6.40 düzeyindeyken, faiz artışı sonrası 6.20-6.30 seviyesine geldi. Ancak Brunson’ın bırakılmasıyla birlikte kur ciddi şekilde gevşeyerek 5.50 düzeyinin altına geriledi.”
SAĞLAM BİR ENFLASYON TEORİSİ YOK
Merkez bankalarının faiz artırma pratiğinin finansal piyasaların beklentileri çerçevesinde şekillendiğini ifade eden Tatlıyer, merkez bankacılığının artık teorik değil, büyük oranda teknik bir iş haline gelmiş olduğunu söyleyerek, “Günümüzde merkez bankacılığı anlayışı fiyat istikrarına çok fazla vurgu yapıyor. Bunun yanı sıra, enflasyonla mücadelede, faiz oranını tek enstrüman olarak görüyor. Ayrıca, günümüz merkez bankacılığı anlayışı, sağlam bir enflasyon ya da faiz teorisine dayanmıyor. O açıdan merkez bankacılığı günümüzde teorik ve akademik bir işten ziyade ‘teknik’ bir iş. Merkez bankaları sürekli vurguladıkları gibi enflasyonu düşürmek için, faiz oranlarını yükseltmiyor. Merkez bankaları ‘finansal piyasaların beklentilerini’ gerçekleştirmek için faiz oranlarını yükseltiyorlar. Temel motivasyonun bu olduğunu düşünüyorum. Kurdaki değer kaybını da merkez bankaları (teoride ve kendi söylemlerinde buna yer olmamasına rağmen) faiz artışıyla ‘direkt olarak’ engellemeye çalışıyor. Fakat iktisat tarihine baktığımızda döviz kurunun faize duyarlılığının kısa vadede ve olumsuz ekonomik atmosferde oldukça düşük olduğunu görüyoruz. Bu sene Arjantin’de yaşananlar da bunun çok net bir göstergesi” yorumunu yapıyor.
İLETİŞİMLE FAİZLER DÜŞÜRÜLEBİLİR
Faizle enflasyon arasında, negatif yönlü ve doğrusal bir ilişki olduğu kabulünün gerçekte bir karşılığı olmadığını belirten Dr. Öğretim Üyesi Mevlüt Tatlıyer, “Enflasyonu düşürmek için faizi yükseltelim anlayışı gerçek hayat için çok basit ve yanlış. Türkiye’de 2006-2008 arasında reel faiz yüzde 10’dan fazlaydı. 2014-2016 döneminde de yüzde 1-2 düzeyinde reel faiz vardı. Fakat her iki dönemde de enflasyon yüzde 8 civarındaydı. Eğer yüksek faiz gerçekten enflasyonu düşürseydi, böyle bir tablonun kesinlikle ortaya çıkmaması gerekirdi” diyor. Faizlerde düşüşün olması için enflasyonda bir düşüş görülmesi gerektiğini belirten Tatlıyer şöyle devam ediyor: “TCMB’nin ‘yaklaşımı’ bu. İlerleyen aylarda enflasyonun düşüşe geçtiğini göreceğiz. Yıl sonunda enflasyon yüzde 20 civarına düşebilir. 2019’da ise enflasyonun iyice geriye çekileceğini göreceğiz. Faizler de, enflasyondaki geri çekilmeyle birlikte gerileyecek. TCMB’nin, politika aracı olarak iletişimi daha kuvvetli uygulaması durumunda, enflasyon bir yıl içinde hatırı sayılır ölçüde düşecektir. Bu düşüş beklentisinden hareketle, bugün bile enflasyonun düşmesini beklemeden faizleri indirebilir. Zira reel faiz oranı hesap edilirken, bugünkü enflasyon kullanılmaz. Bugünkü enflasyon, son bir senedeki fiyat artışını gösterir. Bugünkü faiz oranı gelecek bir sene için geçerlidir. Gelecek sene bu zamanlar, enflasyonun yüzde 10’lar düzeyinde olmasının beklendiğini düşünürsek, çok daha güçlü bir iletişim politikasıyla TCMB bugün bile faizleri düşürebilir. 2 yıllık tahvil faizinin sadece bir ay içinde yüzde 27’den bugün yüzde 20’ye düşmüş olması da bu noktada oldukça açıklayıcı. ” 2019 Haziran’a yani senenin ilk yarısına kadar Türkiye ekonomisinin durağan bir seyir izleyeceğini fakat bu durağanlığın Türkiye ekonomisinin canlı, enerjik olması ve dolarda son aylarda yaşanan önemli gerilemeler sayesinde sınırlı kalacağını söyleyen Tatlıyer, senenin ikinci yarısında ise ekonominin canlanacağını işaret ediyor.
POLİTİK EKONOMİ BELİRLEYİCİ ETKEN
Faizlerin tırmanışa geçmesinin cari açıktan kaynaklanan yurt dışı borçlanma olduğunu söyleyen Ekonomist Dr. Mehmet Akif Soysal, mevcut durumun dış politik tehditlerden kaynaklandığını işaret ediyor. “Ülkemizin yıllar yılı süregelen cari açık problemi bulunuyor. Cari açık finansmanı ise yurt dışı borçlanmayla sağlanıyor. İç tasarruflarımız az ve israfımız fazla diyebiliriz. Bu nedenle borçlanma risklerinin arttığı durumlarda faizler hızlıca tırmanışa geçer. Esasen Anglo-Sakson ekonomik öğretiye göre enflasyonla faiz arasında pozitif bir korelasyon olduğu öğretilse de, günümüz şartlarında bu öğretinin ilişkisinden çok politik ekonomi belirleyici etken oluyor. Zira 2018 Mart – Temmuz arası ekonomimizin temel göstergelerinde hiçbir değişiklik yoktu. Faizin sıçrama yapması enflasyonun artmasından dolayı değil. Ortadaki durum, dış politik tehditlerin ülkemiz egemenliğine kastının bir neticesi.”
YÜKSEK FAİZ, ÜRETEN İÇİN TEHLİKE
Enflasyonun dış müdahaleyle yükseldiği dönem kârın, enflasyonun iki katı haline geldiğini belirten Soysal, bu iniş çıkışların üretenler için ise risk teşkil ettiğini ifade ediyor. “Faizden faydalananlar, faiz lobisi veya kısmen bankalar diye okunsa da iki fikri akım öne çıkıyor. Birincisi faizler düşükken bankalar çok kazanır diyenler, ikincisi faizler yüksekken bankalar daha çok kazanır diyenler. İlk tezi savunanların ortaya koyduğu iddia, bankaların elinde bulunan tahvillerin, faizlerin yükselip değer kaybetmesiyle, yaşadıkları karlılık düşüşünü ifade ediyor. Ancak bankaların savunmada açıklayamadıkları konu; faizin yükseldiği ortamda, kayıplarını enflasyon oranından daha fazla artırmalarıyla ortaya çıkan kârın matematiksel durumu. Geçtiğimiz yaz ayında, enflasyonun dış müdahaleyle yükselip yüzde 20 olduğu dönem, otomobil kredi faiz oranları senelik yüzde 50, ticari kredi faizleri ise yüzde 40’lara vardı. Yani enflasyonun iki katı haline gelen bir kâr ortaya çıktı.
Büyük sermayeler inişleri ve çıkışları sever, dalgalı seyirde yüklü miktarlar kazanırlar. Üreten için dalgalı seyir ve yüksek faiz tehlikeli ve zararlıdır. Üreten, ölçeğini arttırmak için yeni yatırımlar yapmak durumundadır. Bu yatırımlar ise çoğu zaman dış kaynakla finanse edildiğinden faizlerin arttığı ortamda sekteye uğrar, hatta nakit akışının darlığı konkordato veya iflasları meydana getirir.”
SİYASAL RİSKLER 2019’A YÖN VERECEK
Ekonomist M. Akif Soysal, enflasyonla beraber, beklenen enflasyonda da düşüşün, faizlerde aşağı yönlü hareket oluşturacağını belirtiyor. Düşük faizin hem yatırım hem de tüketim açısından önemli bir unsur olduğunu söyleyen Soysal, faizin üretim ve satın alma maliyetlerini etkilediğini ifade ediyor.
Gelecek yıl nasıl bir ekonomik seyirle karşılaşacağımızı ise şöyle anlatıyor: “2019 yılı küresel risklerin yoğun olduğu bir zaman dilimi olacak. Bu küresel risklerin büyüklüğü faizlerin artışı ve merkez bankaların bilançolarını ne denli hızla küçülteceğiyle doğru orantılı olacak. Ancak küresel ekonominin yılın ikinci yarısından itibaren çok keyifli geçmeyeceğini ve bir kısım analistlere göre yeni bir krizin başlangıç dönemi olacağı ifade ediliyor. Türkiye açısından bakacak olursak belki büyüme değil ama enflasyon açısından zoru geride bıraktığımız bir dönem bekliyoruz. 2019’un ilk çeyreğinden sonra nispi olarak büyüme trendine geçmemiz mümkün görünüyor. Türkiye için temel senaryo yine siyasi riskler olacak. ABD ve İsrail’le karşı karşıya kalacağımız, Suriye’nin kuzeyi ve S-400 füze sisteminin kurulması konusundaki riskler 2019 sonuna kadar var olacak.”