Yeni bir Sykes-Picot zamanı

“Yeni müzakereler sonucu Türkiye, Irak belki İran ve Suriye topraklarından bir Kürdistan çıkmak zorunda kalacak. Esed, Rusya uydusu bir güç olarak yerinde kalacak. İran’ın Irak Şiileri üzerindeki etkisi daha da güçlenecek. DAEŞ, politik kimliği baki olmak üzere, Bağdat’ın müdahale alanından uzak bir Sünni devletine doğru evrilecek.” (Peter Van Buren – Reuters)

“Ortadoğu haritasının değişim vakti geldi” tezi, artık daha yüksek sesle telaffuz edilmeye başlandı Batı medyasında. Yüzyıl önce Osmanlı’yı bölgeden atıp coğrafyayı lime lime edenler, yüzyıl sonra bölgenin kardeş halklarını yeni kavgalara sürüklemek için aynı haritayı güncelleyip yeniden dayatmaya çalışıyorlar. Halkların kendi kaderini tayin hakkı mı dedi birisi?

Sykes_Picot_Agreement_Map_signed_8_May_1916

Trump-Bağdadi vs. Bush-Bin Ladin

“Henüz Trump’un retoriği Bağdadi’nin yaptıklarıyla kıyaslanamaz. Bağdadi, gayrimüslimleri sürekli bir şekilde baskı altında tutan ve Hilafet kurumu adına Yezidiler gibilerini kölelik statüsüne layık gören birisi sonuçta. Fakat küresel haberleri domine eden bu iki adam ve dönüşebilecekleri kimlik hakkında ne zaman kafa yorsam aklıma nedense George W. Bush ve Usame bin Ladin geliyor. Senden-benden daha kutsal olduklarını iddia ederek birbirlerine layık gördükleri “şer” yaftası dünyayı terör sarmalına sokup nasıl bir uçurumun eşiğine getirmişti.” (Marwan Bishara – Al Jazeera)

Düşman yaratmak, kitleleri belli bir hedefe sürükleyebilmenin en geçerli yolu. Ve galiba ABD’nin en başarılı olduğu işlerden biri. Dün Bin Ladin, bugün Bağdadi, yarın bir başkası. Geçmişe baktığımızda mesela bir Hitler, bir Demirperde, bir Saddam…

George-Bush-with-Osama-Bin-Laden-79059

Mültecisi olmayan bir ülkenin yabancı düşmanlığı

“Almanya bir İslam Cumhuriyeti olmaya doğru gidiyor” dedi Polonya’da aşırı sağcı bir partinin üyesi. Duvarlar, fanatik futbol taraftarları tarafından çizilen faşizmin simgesi Kelt Haçları ve Yahudi karşıtı yazılarla dolu. Bir sol parti üyesi, Marta Tycner ise şu görüşte, “Holokost’tan bu yana Polonya’da Yahudi görmek pek mümkün olmasa da hala canlı bir Yahudi karşıtlığı zaten vardı. Şimdiyse mültecisi olmayan yabancı karşıtı bir ülkeye dönüştük.” (Cedric Gouvernour – Le Monde Diplomatique)

Polonya’da ırkçı olmak neye tekabül eder? Bir zamanlar oralı, adı Ali ama kimliğinde Alexander yazan birini tanımıştık. Aslen Tatar’dı. Polonya’da Tatar olmanın çok da kötü bir şey olmadığını söylemişti. Ama demek ki “domino teorisi” işliyor. Avrupa’yı yabancı düşmanlığıyla konsolide etmeye çalışan bir şebeke var ortada. Tarihi korkular depreşiyor mu? Gel de Margarete Spohn’u anma şimdi. Ne demişti “Her Şey Türk İşi” adlı kitabında: “Kilise bilinçli olarak Türk korkusunu tüm Avrupa’ya enjekte etmeyeydi, mevcut şartlardan bezmiş Avrupalı halkın Osmanlı safına geçmesi mukadderdi.”

Night panorama of Old Town in Warsaw, Poland

Night panorama of Old Town in Warsaw, Poland

Bir işgalcinin feryadı

“Ramat Shlomo, 1967 savaşında Ürdün’den ele geçirilen kamu malı bir arazi. Orada Araplar yaşamıyor. Dindar Yahudiler’in yaşadığı bu mahalde, evler, okullar ve sinagoglar yapılmasına herhangi bir olumsuz tavır alan da yok. “Şimdi Barış” adında, barıştan başka herşeyi amaçlayan ve böyle herşeye ciyaklayan bir STK’nın, İsrail topraklarında yaşayan Yahudi halkının egemenlik haklarına saldırıda bulunup medya tarafından öne çıkarılması şaşırtıcı bir konu. Eğer biz Yahudiler Başkentimiz Kudüs’te bina inşa edip içinde yaşayamayacaksak, hangi hakla Tel Aviv’de bunu yapabiliriz?” (Ben Friedman – Jerusalem Post)

“Yahudi Halkının İcadı” diye bir kitap yazan Shlomo Sand, İsrailli bir Yahudi aydını olarak en çok yakındığı şeylerden birinin “kabileci Yahudi-merkeziyetçiliği” olduğunu ifade etmişti. Ben Friedman, işte tam da bu kavrama denk düşen bir örnek. Her şeyin merkezine Yahudiliği koyan, Yahudi için herşeyin mübah olduğunu savunan, mantık ve vicdan dışı bir zihniyetin temsilcisi. Salya sümük feryadına bakmayın, o bir işgalci!

DAEŞ’in destekçisi kim?

“Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan, DAEŞ’in üç ana destekçisi olarak Irak’taki değişimi hiçbir zaman hazmedemedi. Suriye’de kriz başladığında herhangi bir maliyet hesabı yapmaksızın krizin büyümesi için ellerinden geleni yaptılar. Bugün ABD’nin bölgedeki karmaşık ve çok yüzlü politikaları nedeniyle Ankara, Riyad ve Doha bu krize öyle gömüldüler ki Rusya’nın denkleme dahil olmasıyla çoğu kimse bir savaş çıkma olasılığından bahsetmeye başladı.”
(Sadegh Maleki – Iranian Diplomacy)

Türkiye’nin DAEŞ destekçisi olduğu saçmalığı İranlıların dilinden düşmemeye başladı. İran kaynaklı el Alam ve Fars Haber Ajansı bir süredir “istihbarat kaynaklarından elde edilen bilgilere göre”, yani herhangi bir kaynağa dayandırmadan “Türkiye’nin Ebu Bekir Bağdadi’yi CIA-MİT ortak operasyonu ile ölümden kurtardığı” tezini işliyor. 14 Ekim ve 9 Aralık 2015, bir de 7 Mart 2016 tarihli haberler duruyor önümüzde. Tam bir suçlu psikolojisi bu!… Yoksa DAEŞ’i İran mı kolluyor?…

DAEs Fars Haber eng

Pakistan’ın Batı tipi demokrasiyle imtihanı

“Demokrasi, Batı’ya ait bir siyasi sistem ve bizim sosyal dokumuza uyum sağlamıyor. Devamlı dile getirdiğimiz gibi, demokrasi Pakistan halkının tabiatına uygun değil. Şair ve düşünür Allame Muhammed İkbal, parlamentonun rolünü, pek de katılımcı olmayan yapısı ve yaklaşımı nedeniyle kamu menfaati açısından “muzır” olarak nitelemişti. Ve demişti ki, “İki yüz eşeğin beyni bir araya gelse bir fikir kırıntısı zuhur etmez”. Başka bir sefer de, demokrasiyi, “kafaların içindeki fikirlerin kaale alınmadığı, sadece bir kelle sayımı” olarak ifade etmişti. Şöyle bir bakın, Batı tipi demokrasinin olduğu her yerde ABD, AB, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü ve daha nice teşkilatın müdahil baskısı var mı, yok mu? Kabul edelim, biz demokrasiyi “bize bağışladıkları paracıkların hatırına” benimsedik. Ve şu anda işlemediğini bildiğimiz bir sistemin sadece formalitelerini yerine getiriyoruz. Seçimler, parlamento… İkisi de formalite…” (Ali Ashraf Khan – Pakistan Observer)

Başkalarının tecrübesi bizim hayatımızda doğru bir yere tekabül etmeyebilir. Durum, biraz Nasrettin Hoca’nın “Bana damdan düşeni getirin” demesine benziyor. Ama bütün bu doğruluk payları, “Peki, bizim sosyal dokumuza uygun olanın formülü nedir?” sorusu karşısında da dimdik ayakta durabilmeli. Eleştirmek, daha iyisini bulmanın formülü olamıyorsa “gardını almaktan” öteye geçebilir mi?

Donald Trump’ın Hıristiyan askerleri

“Trump’un yeri geldikçe yaptığı dini göndermeler -mesela Noel alışverişi için bir dükkâna girdiğinizde tezgâhtarın size ‘mutlu tatiller’ yerine ‘mutlu noeller’ diyeceğini taahhüt etmesi- gereklerini tam olarak yerine getirmese de Hristiyan kimliğini bir muska gibi benimseyip üzerinde taşıyan oy verenler için “cuk” oturuyor.” (Ross Douthat – New York Times)
Birçok Protestan ve Katolik din adamı Trump’ı kınayan bildiriler yayınlarken Trump’ın yükselişi biraz DAEŞ’in çıkış hikâyesini andırıyor. Amerika’nın din konusunda cahil ama tutucu Hristiyan kesimi, “10 Derste İslam” kitapları okuyup Batı dünyasından DAEŞ’e akan, yeniyetme, iki kültür arasında sıkışmış Diaspora’nın Müslüman gençliğine ne kadar da benziyor. Demek ki, cehaletin radikalizmi doğurduğu o puslu, o karanlık noktada Hıristiyan, Müslüman, Yahudi pek de ayırt edilemiyor.

Trump-Bible

Benzer konular