Cevap ver CIA!

Özgür Suriye Ordusu’nun istihbarat şefi “M” iki yıl boyunca DAEŞ ile alakalı her gelişmeyi CIA’ye detaylarıyla bildirdiklerini söylüyor. Diyor ki: “DAEŞ 20 kişiden 20 bine ulaşana dek, Amerikalılara adım adım, her aşamada bilgi verdik. Daha sonra bu bilgilerle ne yaptıklarını sorduğumuzda kaçamak cevaplar verip konuyu üst makamlara havale ettiklerini söylediler.” Daha sonra bize Lazkiye’nin kuzeyinde DAEŞ’in yabancı savaşçılarına eğitim verdiği bir kampın fotoğraflarını gösterip ekliyor: “Her zamanki gibi bu durumu GPS koordinatları ile birlikte Amerikalı temaslarımıza aktardık fakat bir yanıt alamadık. Benim ajanlarım DAEŞ yetkili isimlerine ait telefon numaralarını, uydu ekipmanlarının seri numaralarını ve IP adreslerini ele geçirdiler. Fakat CIA yine sessiz kaldı.”

Benjamin Barthe – Le Monde

BOP kilidinin maymuncuğu DAEŞ hakkında bugüne kadar herkes diğerini suçlayarak kendine haklılık üretmeye çalıştı. CIA hala suskun kalsa da, DAEŞ’in kendisi tarafından peydahlanan bir gayrimeşru oluşum olduğuna şüphe kalmadı. Ancak soru şu: Bu ifşaatların gün yüzüne çıkması için neden bugüne dek beklendi? Yoksa DAEŞ için düğmeye mi basıldı?

ABD-Rusya-YPG-DAEŞ Kardeşliği

“Bana göre, geçen gece Türkiye’de şahit olduğumuz terörist saldırısı DAEŞ’in intihar bombası eyIemiydi. Buradaki ironi şu: Türkiye evcil bir akrep gibi onları aldı, besledi, büyüttü ve şimdi aynı akrep tarafından sokulmuş durumda.”

Eski CIA Çalışanı Larry Johnson – Russia Today

Basit bir okuma yapalım.

1. Johnson, eski bir CIA mensubu olarak ömrü boyunca hasım olarak aleyhine çalıştığı Rus medyasına konuşuyor. Burada amaçlanan, kontrastı artırıp verilecek mesajı daha görünür kılmak.

2. CIA mensubu Johnson, DAEŞ’i kendilerinin besleyip büyüttüğünü pekala biliyor. DAEŞ terörünün kaynağı kendileri olduğu halde Türkiye’yi DAEŞ’in arkasındaki “asıl şer güç” olarak lanse etmeye çalışıyor.

3. YPG’yi küçük bir ihtimal dahilinde bile saldırıyla ilişkilendirmekten çekinerek kendi yarattıkları “DAEŞ öcü, YPG cici çocuk” algısına gönderme yapıyor.

4. Bu demeç, aslında bir çizgi çekme denemesi. Çizgi ise apaçık ortada. ABD-Rusya-YPG-DAEŞ ve karşısında Türkiye.

Je suis Ankara ve Çanakkale’yi anmak

“Geçen Kasım ayındaki Paris saldırıları sonrası bazı Türk okulları bütün gün süren matem seremonileri düzenlediler. Binalar “mavi-kırmızı-beyaz”lı bayraklarla donandı. İnsanlar terör kurbanlarını mumlar yakarak andı ve anlamsız terörü kınamak için resimler astılar. Oysa bir ay öncesinde Ankara’da can veren aynı sayıda insan Avrupa’nın geri kalanına pek de bir şey ifade etmemişti. Ne gözyaşları içinde BBC muhabirleri vardı orada, ne de Türk bayrağını profil resmi yapan bir Facebook kampanyası.”

Liz Cookman-The Guardian

I. Dünya Savaşı’nın en kızışmış zamanlarından biriydi. İngiltere önderliğindeki İtilaf devletleri Çanakkale’ye yüklenmiş, var güçleriyle Osmanlı’ya diz çöktürmeye çalışıyorlardı. Bu sırada Savaş Bakanı olan Winston Churchill sinir krizleri içerisinde emri altındaki bir komutanı ikna çabasındaydı. Komutan, bir asker olarak kendisiyle aynı fikirde olmadığını ısrarla belirtiyordu. Ve Churchill dayanamayıp gürledi: “Kimyasal silahlar, bizim medeniyetimizin bilimsel sonuçlarından biri. Bunu kullanmamızda herhangi bir engel göremiyorum. Bir asker olarak bu silah, insanlara karşı kullanılamaz diyorsunuz. İyi de, Türkler insan değil ki!..”

Erich Maria Remarque’ın dediği gibi: “Batı cephesinde yeni bir şey yok.”

Putin “Sünni öfkesi”nden mi korktu?

“Putin’in çekilme kararının umut verici yorumlarından biri, dış müdahalenin Rusya için giderek bezdirici hale gelişini öne sürüyor. Obama yönetiminin kıdemli isimlerine göre Rusya’nın müdahalesi istenmeyen sonuçlara yol açarak ülkeyi Suriye batağına iyice gömebilir ve bölgedeki Sünnileri kendisinden tamamen soğutabilirdi. Putin ise böyle bir bedeli göze alamazdı, aldı diyelim, bunun altından kalkamazdı.”

Editorial- New York Times

Geçenlerde Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül de benzer bir tespit yapmış ve “Müslüman öfkesi ve Türk öfkesi Rusya’yı vuracak” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Rusya’da bilindiği gibi 20 milyon civarında Müslüman var ve neredeyse tamamı Sünni. Ayrıca Rusya şu günlerde petrol fiyatları için masaya oturma fırsatı kolladığı Suudi Arabistan ve diğer Sünni ülkeleri doğrudan karşısına almanın aptallık olacağını hesap etmiyor olamaz. Ama Putin bu, hiç belli olmaz!..

Rus askerleri “out” milisleri “in”

“Moskova’daki yetkili isimler, off the record görüşmelerde, en büyük endişelerinin Suriyeli muhalif gruplardan birinin Rusya ordu güçlerine ciddi bir atak yaparak onları süpürmesi ihtimali olduğunu belirttiler. Birinin yorumu şu oldu: “ Eğer Putin böyle bir tehlike görüyorsa asker yerine oraya milis güçleri göndermesi yolunda tavsiye almış olabilir. Zaten bildiğin gibi, biz on yıllardır oradayız”

Mark Galeotti -Reuters

Rusya, Ukrayna’da olduğu gibi düzenli ordu yerine “hayalet güçler” ile savaşma yolunu seçebilir mi? Neden olmasın? Partneri İran da aynı yoldan yürümüyor mu? Milis kullanmanın pek çok avantajı var. Ancak dezavantajları da yok değil. Bir kere karşısında düzenli ordu yerine milis gören Suriye muhalefetinin moral açıdan güçlenmesi kaçınılmaz olacak. Cephedeki dezavantajlar yanında işin bir de içerdeki sosyal boyutu var. Ukrayna’dan dönen Rus milislerin yaşadığı hayal kırıklığına bir de Suriye örneği eklenebilir. Rusya’da bir Vietnam sendromu yaşanmayacağını kim garanti edebilir?

AB vizesine “medya” kotası

“Herşeye rağmen, AB’nin elinde hala bir koz var. Erdoğan’a içerde büyük bir kazanım sağlayacak serbest dolaşım maddesi. Bunu insan haklarına saygı ve basın özgürlüğü şartlarına sıkı sıkıya bağlayacaksın ki Erdoğan için kolay bir zafere dönüşmesin. Gelecek hafta yapılacak zirvede böyle bir fiyat biçilmek zorunda. ”

Mathieu von Rohr -Der Spiegel

Batı medyasının Erdoğan ve Türkiye aleyhine kışkırtıcı yayınları dur-durak bilmeden devam ediyor. Serbest dolaşım için şarta bağlanması istenen basın özgürlüğünün kapsamı casusluk faaliyetlerine, insan haklarına saygı ise terör eylemini hak talebi olarak görmeye dek uzanıyorsa, kim, hangi samimiyet parametresinden bahsedebilir?

Rusya’nın çekilmesine İsrail yorumu

“Rusya’nın askerlerini ve hava gücünü Suriye’den çekmesi, Hizbullah’ın silah kaçakçılığını engellemek amacıyla İsrail’e Lübnan semalarında daha rahat operasyon imkanı sağlayacaktır. Şimdiye dek, Rus ordusuna kazayla bile olsa zarar vermekten kaçınan bir İsrail vardı. Ayrıca bu durum Hizbullah’ın Suriye’deki dengesini daha da bozacak. Ne kadar Suriye’ye gömülürse bizim için Lübnan sınırında o kadar az tehdit oluşturacak. Hatta Esed rejiminin Rusya eşliğinde stabilize edilmesi bile İsrail için o kadar kötü sayılmaz. Ne de olsa muhalif gruplardan hiçbiri İsrail’in potansiyel müttefiği olarak görünmüyor. Herhangi bir durum oluşursa, Esed’i düşürmeye çalışan muhaliflerden çok Esed’le birlikte savaşan Kürtler ve Dürziler İsrail’e daha yakın duruyor. ”

Editorial- Jerusalem Post

Suriye savaşının tek ve gerçek galibi kim sorusunun net bir cevabı var: İsrail. Esed veya muhalefet, her kim kazanırsa kazansın savaşta alınan yaraların etkisiyle istese bile dik duramayacak. Zaten ilginçtir, savaşın taraflarından hiçbiri ciddi anlamda İsrail karşıtlığı yapmıyor/yapamıyor. Hizbullah’ın İsrail karşıtı duruşundaki sertlik, Sünnilere ve Esed karşıtlarına gösterdiği insafsızlığın yanında “küs çocuk tavrı” gibi duruyor. Hilafet gibi çok iddialı bir terminolojiyi kalkan yapan DAEŞ, konu İsrail olunca “parmak sallanınca bir köşeye büzülen çocuk” suskunluğuna bürünüyor. Yeri gelmişken size büyük resme dair küçük bir bilgi. DAEŞ’in Türkiye dahil bölge ülkelerinde gerçekleştirdiği saldırılar biliniyor. Bugüne dek saldırıda bulunmadığı iki bölge ülkesi var. Biri İran, diğeri İsrail.

Trump’ın maymun ettiği Amerikan medyası

“Ona göre Forbes yazarı Clare O’Connor bir “salak”. AP muhabiri Jill Colvin “en berbat muhabirlerden biri”. CNN’den Sara Murray “tamamen dehşet verici”. Arianna Huffington “liberal soytarı”. Fox moderatörü Megyn Kelly ise “sürtüğün teki”… Neredeyse her mitinginde, bir an duraklıyor, işaret parmağını basın bariyerlerinin arkasına sıkışmış gazetecilere doğru uzatarak haykırıyor: “Bunlar zavallı insanlar!”

Holger Stark -Der Spiegel

Genel olarak bütün medyayı, özel anlamda kadın medya mensuplarını hedef alan inanılmaz aşağılayıcı ifadelerin sahibi olan Trump, ABD değil de mesela Türkiye’nin önde gelen isimlerinden biri olsaydı acaba yeni bir Gezi vak’ası yaşanır mıydı? Demokrasinin beşiği, ifade özgürlüğünün anavatanı bir ülkenin vatandaş profili bu kadar mı duyarsız? Veya Türkiye’deki aşırı hassasiyet neyin nesi?

İsrail’in çimentosu “Arap düşmanlığı”

“Yahudi toplum katmanlarındaki keskin bölünme, mesele Araplar olduğunda bir anda kayboluyor. Her beş Yahudi’den dördü Yahudiler lehine ayrımcılıktan yana. Yahudi toplumunun %48’i “Araplar İsrail’den kovulmalı veya başka bir yere gönderilmeli” konusunda hemfikir. Fanatik, dindar ve muhafazakar Yahudilerin neredeyse hepsi bu konuda ortak bir tavır içindeler. Sadece seküler Yahudiler farklı düşünüyorlar. Ancak onların da üçte biri diğerleriyle aynı kanaatte.”

Editorial -Haaretz

Son PEW raporu İsrail toplumu hakkında ilginç ve detaylı veriler sağlıyor. Haredi (fanatik dindar ), Dati (ılımlı dindar), Masorti (muhafazakar) ve Hiloni (laik) olarak dörde bölünmüş bir toplumdan bahsediyor rapor. Özellikle “Hangisi öncelikli olmalı: Din mi, demokrasi mi?” sorusu tam bir kırılma noktası oluşturuyor. Haredilerin %89’u din derken karşıt uçtaki Hilonilerin %89’u demokrasi diyor. Datilerin %65’i din tarafındayken Masortilerin %56’sı demokrasi diyor. Daha pek çok parametre bu bölünmüşlüğün göstergesi olarak raporda yer alırken, konu Araplar olunca bütün bu ayrılık bir anda yok oluyor. İsrail toplumu Arap karşıtlığında tek bir blok haline dönüşüyor.
Darısı Arap ve İslam dünyasının başına…

İsimlere sirayet eden İslamofobi

“Geçen gün kız kardeşimle haftasonu tatili için Paris’te kalacak bir yer bakıyordum. Küçük bir stüdyo daire için rezervasyon yapmaya çalıştım ancak ev sahibi rahatsız bir şekilde bana güvenmediğini bildirdi. Diğer bir daire arayışım da aynı sonuçla karşılaşınca daha önce benzer bir deneyim yaşamadığım için buna bir anlam veremedim. Benim hakkımda bildikleri tek şey ismimdi. Genç bir İngiliz Müslümanı olmaktan gurur duyuyorum. İsmimi niçin değiştireyim ki?..”

İman Amrani -The Guardian

Dino Merlin ismi kafama takılır dururdu. Sadece sahne için tercih edilen kolay bir isim miydi, yoksa Edin Dervişhalidoviç fazla mı “Müslüman” duruyordu? Kimseyi yargılamıyoruz, yalnızca anlamaya çalışıyoruz. Avrupa’nın orta yerinde Müslüman olmak, Müslüman kimliğiyle yaşamak, çalışmak, kariyer yapmak çoğumuzun tecrübe etmediği bir durum. Sadece isminiz bile, çoğu zaman başınıza iş açabiliyor. İşçi Partisi’nden Londra Belediye Başkanlığı’na aday olan Pakistan asıllı Sadık Han’ın destekçilerinden biri, yazdığı makalede şöyle diyordu: “Homo-seksüel evliliği savunan, partisinin Yahudi karşıtı tavrını eleştiren ve mahallesindeki birahane için kampanya yapan birinin destekçileri, yalnızca Müslüman oldukları için aşırılıkla itham ediliyorsa ılımlı olanlar kimler acaba?”

Hindistan’ın en büyük kentinde Müslüman olmak

“İnternetteki ev ilanlarında Hindu veya Müslüman mahallesi notuyla karşılaşmak şaşırtıcı değil, hatta Mumbai’nin zengin muhiti Anderi civarında yarım milyon dolarlık bir dairenin tanıtımı şöyle bir notla sonlanıyor: Her vatandaşa kapımız açık, Müslümanlar hariç… Öyle bir hoşgörüsüzlük ki bu, ne para ne de şöhret size bir fırsat sağlamaya yetiyor. Bir TV röportajında, Shabana Azmi – Hindistan’ın en meşhur aktristlerinden biri ve de eski bir parlamento mensubu – en az kendisi kadar meşhur senaryo yazarı eşiyle birlikte sırf Müslüman oldukları için istedikleri daireyi satın alamadıklarından yakınmıştı. ”

Manil Suri -New York Times

Abdurreşid İbrahim, Alem-i İslam adını verdiği yüzyıl öncesinin meşhur eserinde Orta Asya’da Rusların işgal ettiği şehirlerde Rus mahallelerinin imarlı, düzenli, tertemiz ve aydınlatılmış olduğunu söylerken şehrin asıl sahibi olan Müslümanların karanlık, kaldırımsız ve çamur içindeki sokaklara mahkum edildiğini ifade etmişti. Zaman değişiyor, şehirler değişiyor ama Müslüman olmanın kaderi bazı coğrafyalarda hiç değişmiyor.

ABD ordusu Trump’ı istiyor

Amerikan Silahlı Kuvvetler Personeli arasında yapılan anket, askerlerin gelecekteki başkomutan olarak Donald Trump’ı görmek istediklerini ortaya koyuyor. Seçimler bugün yapılsa Trump %27 ile diğer adayların arasından sıyrılmayı başarıyor.

Leo Shane ve George R. Altman -Military Times

Amerikan yerlilerine, Filipinlilere, Vietnamlılara ve Iraklılara işgal acısı yaşatarak kan ve gözyaşından şan-şöhret devşiren ABD ordusuna aslında adayların hepsi başkomutan olarak fena durmaz. Ancak Trump eylem ve söylemleriyle daha bir yakışacak gibi duruyor. Öyle değil mi?

 

Benzer konular