ABD menşeli teknolojiye eleştirel yayın politikası güden Logic dergisinin Nisan sayısında Darren Byler imzasıyla yayınlanan “Hayalet dünya” başlıklı makale, Çin Halk Cumhuriyeti’nin teknoloji üzerinden Doğu Türkistan’ı nasıl bir açık hava cezaevine çevirdiğini, Müslüman Uygur halkına yönelik baskı ve zulmün detaylarını işliyor. (https://logicmag.io/07-ghost-world/)
Makale, yazarın gerçek ismini kullanıp, başını derde sokmamak için Âlim olarak adlandırdığı, yirmili yaşlarda Uygurlu gencin 2017 yılında başına gelenleri konu ediniyor. Arkadaşıyla bir alışveriş merkezinde buluşmak için evden çıkan Âlim’in yolda başına gelenler, gözetleme ve yapay zekâ kullanan güvenlik teknolojileri üzerinden insanoğlunun tekno-faşizm tarafından nasıl çepeçevre sarıldığını açıkça ortaya koyuyor.
Âlim, birkaç hafta önce öğrenim gördüğü ülkeden yurduna döndüğünde, havalimanında “güvenli olmadığı” gerekçesiyle polis tarafından gözaltına alınır, kan örneği, ses ve yüz ifadesi kayda alınarak, Çin güvenlik birimlerinde bulunan profili “güncellenir.”
Daha sonraki günlerde sokakta kısa mesafeli güvenlik noktalarında aranır ve kimlik doğrulaması yapılır. O gün arkadaşıyla buluşmak için sokağa çıktığında, daha alışveriş merkezine varamadan “güvenlik ihlali” sebebiyle gözaltına alınır ve haftalarca ufacık bir hücrede tutulur.
Tekno-zulmün kısa tarihi
2009 yılında Urumçi’de Uygur halkının mâruz kaldığı haksızlara karşı düzenledikleri gösterilere ölümcül şiddetle müdahale eden Çin Komünist Partisi, Müslüman Uygur halkı üzerinde uyguladığı baskıyı sürekli arttırdı. Uyguladıkları katliamı örtbas etmek isteyen iktidar, 9 ay boyunca bölgedeki internet erişimini kapattı.
2010’dan itibaren Facebook ve twitter gibi sosyal ağlara erişimi tamamen kapatan Çin devleti özel sektör, üniversiteler ve kamu kurumlarının işbirliği çerçevesinde sanal dünyadaki Uygur varlığını gözlemleme ve kısıtlama sürecini başlattı. 2014 yılına gelindiğinde Doğu Türkistan’daki en ufak hırsızlık vakası bile terörizm yasası altında değerlendirilir hâle geldi.
Bu süre içerisinde devletin teşvik ettiği “güvenlik sektörü” de hâyli palazlandı. Her köşe başında kurulmuş karakoldan, her noktayı gözleyen güvenlik kameralarına, Doğu Türkistan dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüşümünü tamamlamıştı.
Söz konusu kameralar terörle mücadele adı altında güvenlik teknolojilerine yatırım yapan Çin devleti açısından son derece önemli bir aktör haline gelecekti. Uygur halkını her daim izleyen Çin güvenlik aygıtı, elde ettiği görüntülerden yüz tanıma teknolojilerinin geliştirilmesi için faydalanacak, aynı zamanda bu görüntüleri analiz etmede başrolü oynayacak yapay zekâ teknolojileri geliştirmek için de gerekli kaynakların aktarılmasına olanak sağlayacaktı.
Uygur’san cep telefonsuz gezemezsin
Keza yüz binlerce insanın hareketlerini ve suretlerini analiz etmek için insan gücü yetersiz kalacağından, yapay zekâ ön plana çıkacaktı. Tabii söz konusu teknolojiler sadece insan suretini ve hareketlerini değil, yazıp çizdiklerini de tanıyacak özellikleri barındırıyor. Elinde taşıdığı not kâğıdındaki yazıyı bile çevirebilecek optik yakınlaşma teknolojilerine sahip olan cep telefonlarının “kamera gücünün” reklâmlarda nasıl kullanıldığını da aklınızın bir kenarında tutun. (https://www.kisa.link/LKUH)
Bununla birlikte, bu tarihten sonra tüm Uygur halkı için cep telefonu taşımak, Çin devleti tarafından zorunlu hâle getirilir. Telefondaki tüm yazışmaları ve görüşmeleri kaydedip, güvenlik güçlerinin veri tabanına yükleyen bir yazılımla birlikte gelen telefon, Uygur halkının yanında taşıdığı bir gardiyandır, adeta.
Büyük birader sensörler
Gelelim yukarıdaki terör bahânesi üzerinden milyar dolarlık bütçelerin döndüğü, binlerce yazılımcının ve mühendisin 7/24 geliştirdiği yazılım ve cihazlarla dünya çapında bir ticarete evrilen güvenlik sektörünün yüzbinlerce kilometre ötede son model bir cep telefonu üzerinden nasıl Uygur halkı üzerinde baskı aracına dönüştüğüne. O avucunuza sığan veya bileğinize saat niyetine taktığınız, her işinizi gören ve gözlerinizi alamadığınız o akıllı cihazların içerisinde birçok sensör bulunmakta. Bu sensörlerin başlıcaları şunlar:
İvme ölçer: Yer değiştirme hızınızı ve yönünüzü ölçer.
Jiroskop: Yön, açı ve hız ölçer.
Yakınlık ölçer: Telefonu görüşme sırasında yüzünüze yaklaştırdığınızı tespit etmekte kullanılır.
Barometre ve termometre (her telefonda yok): Basınç ve sıcaklık ölçer. Vücudunuzdaki sıcaklık artışını ölçerek, vücudunuzun verdiği tepkileri ölçebilir.
Pedometre: Adım sayınızı ölçer. Her telefonda bulunmayabilir. Çoğu telefon başka sensörlerin yardımıyla adım sayınızı ölçebilir.
Parmak izi sensörü: Telefon güvenliği adına parmak izinizi kaydeder.
Kalp atışı sensörü: Her telefonda bulunmaz, nabız ve kalp atışınızı ölçer.
Bedenimize erişimi olan aplikasyonlar
Ancak madalyonun bir diğer yüzünde, cihazların barındırdığı sensör çeşidi kadar, bu sensörlerden gelen verileri toplamaya izni olan aplikasyonlar yatıyor. Sizin bedeninize ait tüm verilere erişimi olan aplikasyonların arkasında hangi şirketler var, bu veriler üçüncü şahıslara veya şirketlere satılıyor mu vs. gibi sorular genellikle binlerce lira sayarak aldığınız bu cihazların günlük kullanımında kafanızda yer etmez. Mahremiyetinden çok son kullanıcı için önemli olan bu cihazların sundukları hız, ekran kalitesi ve hafıza kapasitesidir.
İşin acı kısmı ise tüm bunları sizin rızanızı alarak yapmasında yatar. Keza yüklediğiniz her aplikasyon öncesinde size hangi sensörlere erişim sağlayacağını belirtir ve kabul edip etmediğinizi bir kereliğine sorar. Genellikle kullanıcılar için bu bilgiler önemsizdir, hemen evet deyip, aplikasyonun yüklenmesine onay verirler. Birçok telefon üreticisi – buna Çin menşeili telefonlar da dâhil – silinemez olarak telefonun hafızasına baştan yüklediği programlar sayesinde telefondaki veri alışverişini takip etme hakkını baştan garantilemiş oluyor.
Veriler nerelerde kullanılıyor?
Peki, akıllı cihazların sizlerden topladığı veriler ne gibi alanlarda kullanılmaktadır? Örneğin kolunuza taktığınız akıllı saat, size o gün içerisinde kaç adım attığınızı, anlık nabzını ve kalp atış hızınızı söylemektedir. Ancak bu bilgi aynı anda cihazın üreticisine ve barındırdığı aplikasyonun sahiplerine ait veri merkezlerinde kayıt altına alınır.
Milyarlarca insana ait temel sağlık bilgileri eş zamanlı olarak bu veri merkezlerinde işlenir ve sigorta şirketlerinden tutun da ilaç firmalarına kadar satılabilir. Hatta gelecekte binlerce lira verip aldığınız o saatler, anlaşmalı olduğunuz özel sigorta şirketi tarafından size zorunlu kılınabilir. Böylece sigorta şirketleri beden sağlığınızı an be an takip ederek, kalbinizde bir sorun varsa bunu önceden tahmin edebilir ve ona göre sizi uyarmaya bile gerek görmeden bir sonraki dönemde sigorta priminizi, risk artışı sebebiyle yükseltebilir.
Bu tür uygulamalar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Örneğin ABD’de bazı sigorta şirketleri bahsettiğimiz uygulamaya geçmeye başladılar. Günlük egzersiz bilgilerini paylaşmaları karşılığında müşterilerine belirli oranda indirim sunarak, ağızlarına bir parmak bal çalmakta. Ancak gelecekte bu bilgiler bizzat o müşterilerin aleyhine, yukarıda bahsettiğimiz şekilde kullanılabilecek.
Bu işin kapitalizm tarafından tüm insanlığı tahakküm altına alma tarafı. Aynı yöntemler, Türkiye, Endonezya vs. gibi ülkelerde piyasaya sürülen akıllı cihazlar vasıtasıyla Müslümanların gözlenmesi ve elde edilen verilerin Çin devletinin “aşırıcı hareket” olarak nitelendirdiği, İslam’ın gerektirdiği gibi yaşamaya çalışan Uygur Müslümanları üzerinde denetim ve baskı kurulmasında önemli roller oynuyor.
İstanbul’da her adımı, namaz sırasında yaptığı hareketleri, okudukları ve yazdıkları sürekli yanında taşınan telefon sayesinde kaydedilen Müslümanların gözlenmesi sonucu, Çin menşeli yapay zeka Doğu Türkistan’ı tahakküm altında tutuyor.
Şu an için kafamızı meşgul etmesi gereken soru şu: Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de iletişim sektöründe boy gösteren Çin menşeli teknoloji firmalarına ait cep telefonları, güvenlik kameraları, akıllı saatler, fotoğraf makineleri gibi her gün üzerimizde taşıdığımız ve günlük hayatımızın her anını kaydeden birçok akıllı cihazı satın alıp kullanarak bu zulme biz de rızamız dışında katkı sağlamış oluyor muyuz?
Yazılanlar doğruysa, bu sorunun cevabı ne yazık ki “evet”.
Bir dahaki sefere batılı muadillerine kıyasla çok daha ucuza çok daha güçlü, akıllı ve iyi çekim yapabilen kameralı akıllı cihazları satın alırken işin bu yönünü de göz önünde bulundurun.
Batı bile Çin’in telekomünikasyon alanındaki başatlığından korkar hâle gelmiş, yarışta geriye düştüklerini kabullenmişken, Doğu Türkistan üzerinde denediği teknolojiler sayesinde elinde korkunç bir know-how biriktirmiş Çin’in dijital hakimiyetinin kimlerin pahasına oluştuğunu bilin.