Ayasofya, Yavuz Sultan Selim, Bayezid, Şehzadebaşı, Süleymaniye, Valide Sultan, Sultanahmet, Nuruosmaniye…
Uzun soluklu bir hikayenin cüzleri gibidir camiler, hem tekil hikayeler anlatırlar hem onları birbirine bağlayan şiraze kulakları gibi süreklilik içinde bir arada tutarlar hayatın hikayelerini.
Kimileri bir dağdan yontulmuş gibi heybetle, kimileri yavrularını etekleri altında toplamış bir anne gibi merhametle kurulurlar ufuklarımıza.
Kubbeleriyle semayı, minareleriyle duaya durmuş elleri, süslemeleriyle makro kozmosu, secdeye varan alınlarla mikro kozmosu sembolize ederler.
Dile inen Kelam, duvarlarına çarpa çarpa kelimeleşen ahenkli ses dalgaları halinde dökülür kapılarından.
Şadırvanlarında gürül gürül akan sular, abdestleşerek süzülürler halılarına.
Ayaklar başların, başlar ayakların izlerine sürüp yüzlerini, kıyama durmakla, suretini kendi aslından olan toprağa iade etmenin ubudiyet ve hilafet zevkini birlikte açığa çıkarırlar.
Ufuk çizgilerinde ehlileştirerek nazarları, ya bir mekandan ad olur veya kendi adlarıyla nam salarlar mekanlara.
Bakışı terbiye eder camiler, dile kılavuz, ruha ve akla istikamet verirler.
Çocukluğumuzun lisanı camide görücüye çıkar, zihni burada cilalanır, alınları atların akıtmalarına özenerek parlar, mühleti burada helallikle perçinlenir ve dünya yolculuğu burada bitip, buradan başlar ahiret yürüyüşü.
Cami mekanı İslamlaştıran mühürdür
Camiler, mekanın dini hüviyetidir; kale, kule ve minare ayrılmayan bir üçlü olarak şehrin dini ve medeni aidiyetini belirtirler müştereken.
Bundandır ki ecdadımızın fetihleri, şehirlerdeki tapınakların mescitlere tebdiliyle ve bu manada çokluğun vahdete, teslisin tevhide iadesiyle tamamlanır.
Ayasofya örneğinde olduğu gibi. Sonra dini ve medeni hüviyetin asıl sayfaları mescit mescit eklenir fetih menkıbelerine.
Ayasofya Sultanahmet’e sırt verir, Şehzadebaşı Süleymaniye’ye; Yavuz Selim’den bir tebessüm iner Yeni Cami’ye ve bir dua yükselir Mihrimah’tan Çamlıca tepesine…
Çamlıca Tepesi ya da tek başına Çamlıca kelimesi Mabud’a sunulan yeni mabede ad olmaya hazırlanıyor bugünlerde.
Her yanında hummalı bir çalışmanın sürdüğü bu mekana girerek, merak uyandıran müşterek sorularımıza cevapları bizzat yerinden topladık:
Çamlıca Camii, mekansal işlevlerinin yeni zamana ve şartlara göre yenilendiği bir külliye.
Örneğin toplantı salonları, sanat atölyeleri ve galerileri, müzeleri ve otoparkları zamanın belirlediği ihtiyaçlar olarak eklenmiş caminin ana gövdesine.
Avluya açılan cümle kapısının sağ ve sol kanatlarına, eski söyleyişle işlikler yüklenmiş. “El işler, göz yorulur, gönül sevinir” deyimiyle ifade ettiğimiz işleyiş hüner, maharet, marifet, zanaat ve sanat suretinde telvinden telvine uğrayarak seçilecek, seçkinleşecek ve hayata katılacak bu işliklerden.
Aynı zamanda hem ikinci bir cemaat mahalli hem de ibadetleri sohbetle bereketlendirecek muhabbetlerin ortamı olarak biçimlendirilen şadırvanlı avlu, Mimar Sinan’ın elinde kavuştuğu ideal formunda yapılandırılmıştır.
Göğü temsil eden kubbeye, kul mahareti
Form demişken, Sinan’ın mimari bakışının ve mekana yüklediği simgesel anlamların da halen Çamlıca Camii’nde de belirgin olduğunu söylemeden geçmeyelim.
Cümle kapılarının, pencerelerin alınlıklarına işlenen hatlar ve bu hatları kozmolojik ifadeyle bütünleştirerek hem çerçeveleyen hem de sonsuzluğa açan süslemeler de Sinan’ın eteğine tutunmuş bir şekilde yürümektedir.
Bir farkla ki, yeni tekniğin ve teknolojinin imkanlarına, hem kolaylıklar hem de yeni güzellikler şeklinde bitişmiş olarak.
Örneğin, hat şablonlarının özel alaşımlı, altın görünümlü metal harflerle mermer yüzeylere uygulanması yeni zamana yakışan yeni imkanların harekete geçirilmesi sayesindedir.
Aynı husus, ana kubbenin istifi ve tezyini için de geçerlidir.
Şeyhü’l-Hattatin Hasan Çelebi’nin istifi, Mustafa Nasuhi Çelebi’nin tezyinatıyla birlikte, özel alaşımlı metal yüzeye uygulanarak, asliyetinde asılı göğü temsil eden kubbeye, kul mahareti olarak asılmıştır. Dolayısıyla bu çifte asılış, ancak bu zamanda mümkün olabilen bir imkandan ibarettir ki, bu sayede hem kubbenin klasik ifadesinin (geometrik formun yüklendiği kozmolojik mananın) korunması, hem de bu ifadenin teknik imkanlar eşliğinde zamanın görüşüne ve bilgisine eklenmesi mümkün olabilmiştir.
Hanımlar mahfilinin doğu ve batı cephelerine uygulanan minyatür de bu manada önemli bir farklılık olsa gerektir.
Ufkumuzdaki yeni kandil
Zikredilen yünlerdeki minyatür uygulaması, Nûr Suresi’nin 35 ve 36. ayetlerinde “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O’nu (öyle kimseler) tesbih eder ki…” (Nûr 24:35-36) lafzi mealiyle yer alan manaya yaslanılarak yapılmıştır. Bu bakımdan kandil merkezli olduğu gibi, ayetteki tasviri doğu ve batı ışıklarında seyretme zevkine açan özel nitelikler de yüklenmiştir.
Mescidler Allah’ın evleridir ve bu evler Allah’a kullukta yarışanların ellerinde mekanlaşırlar.
Öncelikle mimarlar ve yapı ustaları dahil, zanaatkarların ve sanatçıların müşterek çabasıyla şekillenmeleri bakımından da hem ortak güzellik anlayışını, hem de fertten ümmete yönelişteki gibi parçadan bütüne ulaşmayı temsil ederek, kul isimlerini aşa aşa Müslüman ismiyle sabitlenen bir tekliğe emsal oluştururlar.
Bu manada Çamlıca Camii, sanat yönüyle Şeyhü’l-Hattatin Hasan Çelebi ile onun hattatlık, müzehhiplik ve nakkaşlık maharetiyle donanmış kıymetli öğrencilerinin ellerinde şekillenmektedir. Sanatın Müslümanlara fayda saylama özelliği ve komunal bir uğraş olarak seçkinleşmesi hususu Çamlıca Camii’nde de bizzat tahakkuk etmiştir.
Ufkumuzdaki yeni bir kandil olarak Çamlıca Camii, yedi tepeli İstanbul’un yeni bir tepesinde bakışımızı süslemeye ve kulluğumuzu beyan mekanı olarak hizmetimize tahsis edilmeye başlanmıştır.
***
Cami oturum alanı: 14.045 m2
Cemaat kapasitesi: 60.000 kişi
Konferans salonu kapasitesi: 1.000 kişi
Kütüphane alanı: 2.900 m2
Sanat galerisi alanı: 2.000 m2
Müze alanı: 10.000 m2
Sekiz atölye alanı: 2.400 m2
Otopark kapasitesi: 3.000 ara.
Mescitlerle ilgili ayetlerden
Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır. (Bakara Suresi, 2: 114)
Ey Âdem oğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez. (A’râf Suresi, 7:31)
Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar. Çünkü (o günde) Allah, onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracak ve lütfundan onlara fazlasıyla verecektir. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nûr Suresi, 24:36-38)
Mescidler şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (ve kulluk etmeyin). (Cin Suresi, 72:18)