Dün Libya’yı kırk yıllığına Kaddafi’ye rehin edenler, bugün “Ya Hafter, ya da bölünme” seçeneğinden başkasına razı görünmüyor. Bu sarmalı kıracak yaklaşıma sahip tek ülke Türkiye. Bunu gayet iyi bilenler, Ortadoğu’da Türkiye’nin karşısına Muhammed bin Zayed önderliğindeki şer ittifakını çıkarma telaşında.
Kötü politikalar, yanlış adımlar, yolsuzluk sarmalı, Birleşik Arap Emirlikleri-Mısır hattının genişleyen nüfuzu, Batılı devletlerin menfaat kavgası, savaş suçlularını ve aşiret liderlerini yatıştırma çabaları içerisinde kıvranıp duran Libya için bölünme mantıklı, gerçekçi bir seçenek olarak masada duruyor. Bunu derken, bölünmenin kolay veya tercih edilen bir seçenek olduğunu savunuyor değiliz. İç çekişmeleri sonlandıracak askeri bir çözümün olmadığı ortamda bölünme er ya da geç kaçınılmaz görünüyor.
İmaduddin Zahri Muntasır / Libyalı siyasi analist
New York Times gazetesi 28 Eylül 2013 tarihinde Robin Wright imzasıyla bir makale yayınladı. Makalenin öncesinde bütün sayfayı kaplayan bir Ortadoğu haritası yer alıyordu. Haritanın üzerinde yer alan başlık şu şekilde atılmıştı: “5 ülke nasıl 14 ülkeye dönüşebilir?”
Haritaya bakıldığında Suriye’nin kuzeyinden Irak’ın kuzeyine uzanan mavi kesimde Kürdistan yer alıyordu. Şam’dan Lazkiye’ye uzanan sarıya boyalı dar şerit Alevi devleti olmuştu. Hemen yanında Suriye ve Irak’ın bir bölümünden oluşan Sünni devleti yeşil renkle ifade edilmişti. Bağdat bağımsız bir şehir devletine dönüşürken Bağdat’ın güneyinden Basra’ya dek uzanan kırmızı renkli alan Şii devleti olarak tanımlanmıştı.
Suudi Arabistan topraklarından ise tam beş devlet çıkmıştı. İlki mübarek topraklar Mekke ve Medine’yi içine alan Batı Arabistan, nam-ı diğer Hicaz Harameyn devletiydi. Tebuk civarında Ürdün’e bitişik Kuzey Arabistan yer alıyordu. Arap körfezinde başkenti Dammam olan Doğu Arabistan Şii devleti vardı. Yemen sınırında Güney Arabistan, geri kalan topraklarda ise Riyad merkezli Vahhabi devleti bulunuyordu.
Bu haritada İsrail’e elbette dokunulmuyordu. Arap ülkelerinden sadece Lübnan, Ürdün ve Mısır’ın sınırlarında değişiklik görünmüyordu. Haritanın diğer köşesinde paramparça edilen son ülke Libya olmuştu. Ülkenin doğusu Sirenaik devletine, batısı Trablus devletine, güneyindeki uçsuz bucaksız çöl bölgesi Fizan devletine dönüşmüştü.
Fiilen bölünmüş bir ülke
Robin Wright’ın haritasının üzerinden tam beş yıl geçti. Libya’daki son duruma baktığımızda neredeyse bu haritayla örtüşen bir manzaraya denk gelmek gerçekten üzücü. Önü alınamayan çatışmaların devam ettiği ülkede bir türlü birlik sağlanamıyor. 3 Temmuz 2018 tarihinde Washington merkezli Atlantik Konseyi’nin internet sayfasında yayınlanan Libyalı iki analiste, İmaduddin Zahri Muntasır ve Muhammed Fuad’a ait “Batı ve Birleşmiş Milletler Libya’da nasıl başarısız oldu?” isimli makale, ülkedeki son durumu bakın ne şekilde ifade ediyor?
“Seçim kanunu ve bir anayasa bulunmadığı için Libya’da seçimler yapılamıyor. Seçimleri zorlaştıran başka bir gerçek daha var. O da ülkenin ağır bir şekilde bölünmüş hali. Doğu bölgesinde muhalif bir adayı suikast ile ortadan kaldırmaya hazır bir savaş lordu hüküm sürüyor. Batı bölgesinde ise oy vermeyi sapkınlık olarak gören Selefi inancındaki Medhali bağlılarının ciddi bir ağırlığı var. Güneyde ise silahlı Afrikalı grupların kontrolü söz konusu.”
Hafter diye bir adam
Makalede “Muhalif bir adaya suikast yapmaya hazır savaş lordu” şeklinde takdim edilen kişi, Doğu Libya’ya hükmeden Halife Hafter’den başkası değil. Hafter kim peki? Kaddafi’nin Çad’a gönderdiği birliklerin başındaki albay. 1986 yılında Çad ile savaşıp yenik düşen, adamlarıyla birlikte tutsak alınan Hafter, burada saf değiştiriyor. Amerikalılar CIA ile temasa geçen Hafter’i ekibiyle birlikte Zaire’ye taşıyor. Kısa süreli Zaire ve Kenya maceralarından sonra 1990 yılında 300 adamıyla birlikte mülteci statüsü verilerek Amerikan topraklarına buyur ediliyor. Hafter artık Kaddafi yönetimine karşı CIA tarafından devşirilmiş bir adamdır. CIA tarafından fonlanan Libya’nın Kurtuluşu için Ulusal Cephe’nin lideri ve askeri komutanıdır. Uzun yıllar devam eden sürgün hayatı Kaddafi’nin düşmesiyle birlikte son bulacak ve 2011 yılında Libya’ya geri dönecektir.
Gülünç bir iddia
“Amerikalılar Palermo’ya İtalyanların önerdiği Dışişleri Bakan Yardımcısı David Hale’in yerine Ortadoğu Masasına bakan David Satterfield’i gönderdi. Bu, Amerika’nın Libya sorununun çözümüne taraf olmadığının, geri çekildiğinin bir ifadesidir. Bu yeni bir durum değildir. Obama da doğrudan müdahale yerine Libya’ya asker gönderme noktasında İtalyanları teşvik edip durmuştu. Fakat başarılı olamamıştı.”
Bu ifadeler 13 Kasım tarihli bir makaleye ait. Rus haber sitelerinde yayınlanan makalenin yazarları Vera Sherbakova ile Anastasia Filimonova.
Evet, Hafter’in Ruslarla arası fena değil. Palermo’dan bir hafta önce Rusya’yı ziyaret ettiği biliniyor. İtalyan tarafının Hafter’i ikna konusunda Rusya’ya teşekkür ettiği de bir gerçek. Ancak Ruslar olayı biraz fazla abartıyor. Hafter’in arkasındaki asıl güç Rusya değil, Birleşik Arap Emirlikleri-Mısır-Suudi Arabistan hattı. Bu hattın perde gerisinde ise İsrail ve Amerika var. 80’li yılların ortalarından itibaren çeyrek yüzyıl boyunca Hafter’e yatırım yapan Amerika’nın, tam da Hafter’i Libya oyununa dâhil ettiği sırada geri çekildiğini iddia etmek fazlasıyla aptalca.
Şer ittifakının adamı
Hafter, 12-13 Kasım 2018 tarihinde İtalya’nın Palermo kentinde düzenlenen Uluslararası Libya Konferası’na katılmayacağını önceden beyan etmişti. Derken bir anda Palermo’da bitiverdi. Dahası, Türkiye’yi dışarıda bırakan “gayrı resmi” bir buluşma tertipledi ve sonrasında resmi programa tenezzül bile etmeyerek İtalyan topraklarını terk etti. Hafter adındaki kuklanın böyle bir gücü, özgül ağırlığı mevcut mu? Mısır diktatörü Sisi’nin Hafter’e refakat ettiğini, dadılık yapmak için Palermo’ya geldiğini gözden kaçırmayalım. Peki, Hafter’in dadısı rolünde Sisi’yi Palermo’ya gönderen kimdi? Kim olacak, Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed. Hafter, şer ittifakının Libya’daki adamıdır. Amerika-İsrail ekseninde saf tutan Birleşik Arap Emirlikleri-Mısır-Suudi Arabistan hattı Hafter’e destek vermek, göz kulak olmakla vazifelidir. İpin ucu ise CIA ile MOSSAD’ın elindedir.
Hafter’in propagandasını İsrail istihbaratı yapıyor
Hafter adına uluslararası kamuoyunda lobi faaliyetini kim yürütüyor dersiniz? İsrail askeri istihbaratında yıllarca görev almış, son derece karanlık işlere bulaşmış bir isim olan Ari Ben-Menaşe. İngiliz The Guardian gazetesi 10 Nisan 2017 tarihinde Ben-Menaşe ile röportaj yaptı. Hafter lehine lobi faaliyetlerinde bulunmak için 6 milyon dolarlık kontrata imza attığı belirtilen İsrailli istihbaratçının vakit geçirmeden çalışmaya başladığını görüyoruz. Beyaz Saray’da Amerikan yönetimine “brif” veren Ben-Menaşe, Amerikalıların Hafter’i desteklemeye gönüllü olduğunu ifade ediyor. Hafter yönetimi lehine İngiltere, Norveç ve İsviçre hükümetleriyle görüşmeler yaptığını belirten İsrail ajanı, “Bu konuda çok iş yaptığını” gururla dile getiriyor.
Uluslararası skandal
İtalyan hükümeti Palermo’da uluslararası bir skandala imza attı. İtalya Başbakanı Conte’nin uluslararası teamüllere aykırı, Türkiye’yi hiçe sayan bir toplantıya ilişkin “İtalya Akdeniz’in başrol oyuncularını bir araya getiriyor ve Libya için diyalogu yeniden başlatıyor” sözleri küresel ölçekte yaşanan liderlik krizinin en anlamlı göstergesi oldu. İtalya, savaş suçları işlemekle suçlanan CIA devşirmesi bir çete reisini saygın bir devlete tercih etme densizliğini işledi. Bu skandalın arka planındaki isim, emin olun Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’den başkası değildir. Ortadoğu’da CIA ve MOSSAD’ın ajandasına hizmet etmekle yükümlü Bin Zayed’in kukla adam rolündeki Hafter’in kulağına neler fısıldadığını gayet iyi biliyoruz. Nitekim Hafter’in sözcüsü Ahmet Mismari’nin “Konferans, Libya’yla ilgili ve İtalya’da yapılıyor. Katar ve Türkiye’nin bununla ne ilgisi var?” sözleri, dikkat ederseniz Bin Zayed’in adamı Enver Gargaş’ın “Öncelikli hedefimiz Türkiye’yi Ortadoğu’dan çıkarmaktır” sözüne ne kadar da benziyor?
Ya diktatöre teslim ol ya da bölün
Palermo skandalı pekâlâ göstermiştir ki Batı cephesinde dünden bugüne değişen hiçbir şey yok. Ortadoğu ülkelerine biçilen rol belli. Coğrafyanın son yüzyılında cumhuriyet görünümlü tiranlıklar ve zorba monarşilerden başka yönetim biçimine rastlamak mümkün değil. Avrupa kıtasında dile pelesenk edilen demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğü kavramları Ortadoğu’nun sıcak ikliminde çok çabuk buharlaşıyor. Dün Libya’yı kırk yıllığına Kaddafi’ye rehin edenler, bugün “Ya Hafter, ya da bölünme” seçeneğinden başkasına razı görünmüyor. Bu sarmalı kıracak yaklaşıma sahip tek ülke Türkiye. Bunu gayet iyi bilenler, Ortadoğu’da Türkiye’nin karşısına Muhammed bin Zayed önderliğindeki şer ittifakını çıkarma telaşında. 15 Temmuz’da FETÖ’ye verdiği destekle iyot gibi açığa çıkan Bin Zayed ve şürekâsı bize hafif gelir, boşuna uğraşıyorlar.