Abdullah Öcalan ve arkadaşlarının 27 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurduğu terör örgütü, 40 yılı bulan kanlı tarihinde bir büyük hezimete daha uğradı. Hendek teröründeki kaybını “tarihin en büyük fırsatı” olarak gördüğü Suriye’de unutturmaya çalışan PKK, büyük bir şehir savaşına hazırlandığı Afrin’den arkasına bakmadan kaçtı. Gerilla mücadelesinden alan hâkimiyetine geçtiğine inandığı Suriye’de, ABD’nin desteğiyle elde ettiği kazanımları bir bir yitiren PKK, sadece Fırat’ın batısını değil doğusunu da kaybetme korkusu içerisinde.
Çok uzun süredir Batılı istihbarat örgütleri tarafından kontrol edildiği bilinen PKK’nın önümüzdeki süreçte hangi ülkenin kontrolüne gireceği ve hangi gücün uzantısı olarak varlığını sürdüreceği en büyük soru işareti. Güvenlik uzmanlarına göre henüz kullanım tarihi son bulmayan örgüt, daha uzun süre “maymuncuk” bir yapı olarak bölgede varlığını sürdürecek ve hizmet verdiği ülkelerin belirlediği görevleri yerine getirecek.
Her savaş bir fırsat mı?
Her kritik dönemde izlediği farklı stratejilerle varlığını sürdürmeyi başaran PKK, Öcalan’ın yakalanması sonrasında yaşadığı şoku atlatmakta çok da zorlanmadı. Zaten Öcalan sonrasına hazırlanan PKK, istihbarat örgütlerinin desteğiyle farklı bir mücadele biçimine hazırlandı. Eylemsizlik dönemi olarak kabul edilen bu yıllarda başta Kandil olmak üzere pek çok kampta militanlara karmaşık düzenekleri olan ve gelişmiş teknolojilere sahip silahların kullanımı için eğitimler verildi. Bu dönemde istihbarat desteği aldığı ABD, adeta bugünleri hesap ederek yeni bir savaş konseptinin hazırlığını yaptı. Öcalan’ın kısıtlı bir temas imkânı bulduğu İmralı yıllarında örgüt liderliği tamamen Kandil’in eline geçerken, artık klasik bir liderlik modeli değil, stratejik bir aklın hâkim olduğu örgütlü model devreye giriyordu. Eski bir asker olan Dr. Eray Güçlüer’e göre, zaten örgütü hiçbir zaman Öcalan yönetmemişti. Körfez Savaşına kadar Almanya’nın başını çektiği Avrupa ülkeleri, sonrasında ise ABD örgütün yönetimini eline almıştı.
Marksist-Leninist örgüt yapısının gereği olarak ilk yıllarında Sovyetler Birliği ile yakın ilişkilerinden söz edilen PKK, 80’li yılların ortasından itibaren artık proje bir terör örgütü olarak çok yönlü asimetrik ilişkiler geliştirmeye başlamıştı. Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Akif Okur da, PKK’nın bugünkü yönelimini ve uluslararası bağlantılarını anlamak için Körfez Savaşına ve ABD’nin Irak’ı işgaline bakmak gerektiğini savunuyor.
Suriye iç savaşından önceki en büyük fırsatı Körfez Savaşı sırasında elde eden terör örgütü, Suriye ve Lübnan’daki lokal kamplarını artık Irak’a taşımış ve geniş eylem imkanlarına kavuşmuştu. Baba Bush yönetiminin ilan ettiği 36. Paralel, Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani gibi aşiret liderlerine özerk bir yapının taşlarını örerken PKK için de çok güçlü lojistik imkanlar sunmuş oldu. Dönemin Türk siyasetinde en çok duyulan kavramlardan biri olan Çekiç Güç ve 36. Paralel, adeta terör örgütünün can suyu olmuş ve gerilla savaşına karşı büyük tecrübe kazanmış Türk güvenlik güçleri artık sınır ötesinde yapılanan bir örgütle mücadeleye başlamıştı.
PKK’da Post-Öcalan dönemi mi?
Kenya’da yakalandıktan sonra yaşanan süreçte liderliği önemli ölçüde zaafa uğrayan Öcalan’ın, bu dönemde Türk istihbaratıyla bazı pazarlıklar yaptığı hep iddia edilir. Dış istihbarat örgütleriyle artık temas kurma imkânı kalmayan Öcalan, yıllar içerisinde pek çoğunu infaz ettiği örgüt yöneticilerinin bu süreçte bölgesel ve küresel güçlerin bir operasyon aracı olacağının farkındadır. Zaten avukatları aracılığıyla dışarıya yansıyan açıklamalarında ve çözüm süreci döneminde yaptığı değerlendirmelerde Öcalan’ın en az güvendiği isimlerin Kandil’deki PKK yöneticileri olduğu anlaşılmıştır.
Kandil ve İmralı üzerinden sürdürülen görüşmeler sırasında devlet yöneticilerinin en fazla şüphe duydukları konu da, Öcalan’ın örgüt üzerindeki gücüdür. Gerek Öcalan gerekse Kandil’deki terör örgütü yöneticileri bu süreçte birbirlerine muhtaç olduklarının bilinciyle hep ikircikli tutum sergilemişlerdir. Siyasi liderliği Cemil Bayık’ın, örgüt yöneticiliğini Murat Karayılan’ın ele geçirdiği bu dönemde birbiri ardına kurulan sözde örgütler hep kontrolüne girilen batılı istihbarat örgütünün kurumsal aklını yansıtmaktadır.
Suriye iç savaşının kendileri için büyük bir fırsat sunduğuna inanan PKK liderleri, çözüm sürecini sonlandırıp topyekûn savaş dönemine geçerken Öcalan’ı da adeta İmralı’ya gömdüklerinin farkındaydılar. Hendek teröründen umduğu sonucu alamayan, bölgedeki taban desteği en düşük seviyeye inen terör örgütü 90’lı yıllarda ilk kez denediği alan hâkimiyeti stratejini bir kez daha kaybetmişti. Hendek terörüyle şehirlerde kurtarılmış bölgeler ilan etme hayali güvenlik güçlerinin muazzam başarısına çarpmış ve çok ciddi militan kaybına uğramışlardı. Örgüt kaçınılmaz bir şekilde Suriye denklemindeki oyuna dâhil olurken tarafını çoktan seçmişti. ABD’nin kara gücü olarak Türkiye sınırı boyunca oluşturulacak terör koridorunun kurucusu ve bekçisi olma misyonu PKK liderlerini fazlasıyla heyecanlandırıyordu.
ABD aklıyla Suriye örgütlenmesi
Sadece militanlarını değil tüm örgüt aklını da Suriye’deki gelişmelere tahsis eden Kandil, ABD danışmanlığında çok yönlü bir strateji oyunu sahnelemeye başlamıştı. İlk perdesi Kobani’de sergilenen bu strateji “DEAŞ ile mücadele” misyonuna dayanıyordu. Meşruiyetini bu mücadeleye bağlayan örgüt, Suriye’de birbirinden farklı isimlerde yapılar inşa ederken emirleri hep Kandil’den alıyordu. İç içe geçen örgütlerde önde ve arkada pek çok isimden söz ediliyor ama neredeyse tamamı PKK içinde yer alan bu kişiler her defasında kendilerini bağımsız Suriyeli Kürtler olarak lanse ediyordu.
PKK’nın Suriye örgütlenmesinde en bilinen isim olan Salih Müslim’in seçilmesinde de tasfiyesinde de kararı veren Kandil’di. Müslim kadar kimliği bilinmese de, ABD’liler için çok önemli kişi statüsünde yer alan Şahin Cilo da terör yapılanmasında kritik isimlerden biri. İstihbarat kaynaklarının elde ettiği bilgilere göre, Bahoz Erdal’la birlikte Suriye’de PYD-YPG’nin kuruluşunu gerçekleştiren bir başka isim Sofi Nurettin, PKK’nın Suriye’deki yöneticisi olarak atanmıştı. Bu görevlendirmeyi yapanlar da yine Kandil’deki Cemil Bayık ve Murat Karayılan’dı.
Domino taşları bir bir devriliyor
Terör örgütü PKK’nın Suriye’deki hayallerini de özgüvenini de yıkan gelişme Afrin Operasyonu oldu. Yüzlerce TIR tarafından taşınan ABD silahları, geniş Suriye topraklarında ABD’li askerler tarafından verilen eğitimler ve uluslararası konjonktürün sağladığı fırsat bir anda önemini yitirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Ocak ayında başlattığı ve büyük bir başarıyla sonuçlandırdığı Afrin Operasyonu PKK için rüyanın sonuydu. Sadece Afrin ile sınırlı kalmayan operasyonun Suriye sınırlarını aşıp Sincar’a kadar dayanacağı korkusu örgütte çoktan paniğe yol açmıştı.
Türkiye’nin kararlılığı sadece örgütü değil, ABD ve Avrupa’yı da etkilemiş görünüyor. ABD’den birbiri ardına gelen açıklamalar Suriye’de yeni bir dönemin başlayacağını işaret ederken, Avrupa çoktan denklemin dışına itilmiş görünüyor. ABD tarafından yarı yolda bırakıldıkları korkusuna düşen Kandil’de örgüt liderleri arasında güç kavgasının çoktan başladığı konuşuluyor. Suriye ve Irak’taki ABD’li komutanlar ile DEAŞ Özel Temsilcisi Brett McGurk tarafından yönlendirildiği bilinen örgütün İran, Irak ve Suriye denkleminde kendine yeni çıkış yolu bulmaya çalışacağı tahmin ediliyor.
***
İran etkisi göz ardı edilemez
Dr. Aydın Babai
Şu an itibariyle PKK’yı vesayetçi olarak Cemil Bayık’ın yönettiğini düşünüyorum. Bölge ülkelerinden İran’ın PKK ile ilişkilerine bakacak olursak, Türkiye sınırına yakın PKK kamplarında 1000 civarı örgüt üyesi faaliyet gösteriyor. Elbette İran, kendi topraklarında faaliyet gösteren PJAK’a karşı operasyonlar düzenlemektedir. İran’da faaliyet gösteren diğer Kürt guruplar Komola ve İran Kürdistan Demokratik Partisi gibi gruplar da İran tarafından tehdit olarak algılanmakta. İran istihbaratının PKK yöneticilerinin Kuzey Suriye’den Kandil’e taşınmasındaki etkisini de göz ardı edemeyiz. Tabii İran, Suriye Kürtlerinin ülkenin geleceğinde söz sahibi olmasını işitiyor. Fakat diğer taraftan Türkiye’nin Kuzey Irak’taki nüfuzundan da rahatsız.
***
Örgütü istedikleri kılığa sokuyorlar
Dr. Eray Güçlüer
Başta ABD olmak üzere Avrupa’nın derin yapıları PKK’yı yönetiyor ve lider sorununun doğmasına da engel oluyorlar. Yani örgütteki iç çatışmanın yaşanmamış olması, yaşanmıyor olması doğal süreçlerden kaynaklanmıyor. Müdahale edilen, kontrol edilen bir terör örgütünün içinde bu tür faaliyetlere ya da durumlara izin verilmiyor. Çünkü kullanım kılavuzlarında daha henüz PKK’nın ve şu an diğer adı PYD olan Suriye PKK’sının fonksiyonu henüz bitmiş değil. Dolayısıyla örgütten beklenen amaç gerçekleşinceye kadar da bunlar içerisinde herhangi bir iç çatışma, bir savaş olmasını çok mümkün görmüyorum. Aslında hem içeriden hem de dışarıdan kontrol edilen bir örgüt. Ayrıca içinde de sızmış elemanlar var ve bunlar vasıtasıyla bir iç yapışıklık ve iç dinamizm PKK-PYD’nin belirlenen amaçları doğrultusunda ilerlemesini mümkün hale getiriyor.
PKK çok katmanlı bir örgüt ve homojen değil. Çeşitli gruplar var ama ağırlıklı olarak PYD’ye silah desteği veren ABD’nin dominant olduğu bir durum söz konusu. Bir tarafta PKK’yı terör örgütü olarak tanıyacaksınız bir yandan da yardım edeceksiniz. İsim değiştirmeler, üniforma değiştirmeler, sözde paçavra bayrakları değiştirme gibi manipülasyonlar söz konusu. Tabii burada bir inanç bir dava söz konusu olmadığı için bu maymuncuk şeklindeki PKK’yı istedikleri kılığa sokup istedikleri şekilde meşrulaştırma yolunda gayret gösteriyorlar.
Tabii ABD ile birlikte özellikle Almanya’nın örgütte etkisi olduğunu biliyoruz. İran’ın aynı şekilde örgütte gücünün farkındayız. Tabii bu güçler çok yönlü asimetrik ilişkiler halinde, bir örüntü şeklinde ilişkileri yürütüyorlar. Bir tarafta PKK’nın uyuşturucu işi, diğer tarafta suikast ya da haraç toplama, diğer tarafta başka amaçları gerçekleştirme şeklindeki bu alt gruplar, ama neticede derin ABD’nin dominant olduğu bir çerçevede örgütün yaşamasını, güçlenmesini ve ilerlemesini sağlayan faktörler olarak, ama bütünsel olarak, uyumlu bir şekilde bu işi yürütüyorlar.
***
Kandil’den bağımsız değil
Prof. Dr. Mehmet Akif Okur
Suriye’ye baktığımızda bir tarafta PYD’yi ve onun yerel unsurlarını görüyoruz ama resmi pozisyonu tepe yöneticisi olmasa da daha çok ikinci pozisyondaymış gibi gözükseler de Kandil kökenli militanların esas yetkiyi ellerinde tuttukları ve tayin edici kararlarda etkili oldukları görülüyor ve biliniyor. Şimdiye kadar uluslararası gözlemcilerin PYD / SDG ile ilgili yayınladıkları makalelerde ve hazırladıkları raporlarda bu gerçek gözüküyor. Örgüt o yüzden şu şekilde bir manzara arz ediyor. Bir tarafta esas büyük liderliğinin bulunduğu Kandil, öte yanda da Türkiye’de, Suriye’de ve Irak’ta değişik unsurları ve ayakları olan, Avrupa’da da aynı şekilde bir yapı halinde karşımızda duruyor. Bu yapı bölgede irili ufaklı tüm aktörle değişik ölçülerde temas halinde olmaya çalışıyor. ABD ile temas halinde duruyor ama Rusya ile de temasını bütünüyle kesmiyor. Yeri geldiğinde PEJAK, İran’ı tehdit ediyor ama bir taraftan İran ile de temasını kesmiyor. Örgütün içindeki kadrolar, bazı güçlere ve büyük küresel yapılara ve bölgesel güçlere daha yakın bir yerlerde konumlanıyorlar.
Bahsettiğim Kandil bağlantılı liderlik Suriye’de orta yerden tümüyle kalkmadı ama yeni militanlar yetiştirmek için eğitim sistemi uyguladılar ve bu eğitim sisteminin çarkından da daha önce bu örgütle temasa geçmemiş veya teması zayıf olan bazı unsurlar geçti. Bu unsurlar cephede savaştırılıyor. Bunlar arasında sadece Kürtler yok, Araplar da var. Konjonktür değiştiğinde PKK/YPG’nin sıklet merkezi eridiğinde ve zayıfladığında biz bu unsurların dağılabileceğini ve başka unsurların içine girerek yayılabileceğini ve eriyebileceğini düşünebiliriz. Her ne kadar bunlar ideolojik eğitim alıyor olsalar da, bunların Kandil’de yıllarını geçirmiş militanlar düzeyinde olmadıklarını düşünebiliriz. Amerikalılar, doğrudan etkiledikleri bu YPG’yi, Amerikan tarzı, Amerikan değerlerine mümkün olduğu kadar çekmeye çalışıyorlar. İdeolojik dönüşüm yaşamasının tesisi için çaba harcıyorlar.
Daha sonra süreç içerisinde PYD/YPG unsurları Amerika ile temaslarını da kolaylaştırmak için Salih Müslim’den başlayarak sürekli kendilerini Amerikan değerleriyle siyasi liberalizm ilkeleriyle tarife çalıştılar. Bununla Amerikan kamuoyuna ve karar alıcılarına mesajlar göndermeye çalıştılar. Örgütün için iç işleyişine baktığımızda ve son tahlilde ipler kimin elinde olduğuna ve liderliğin nasıl yürütüldüğüne baktığımızda her defasında karşımıza Kandil’in çıktığını gördük. Afrin’de çatışmalar başlamazdan önce Karayılan ve önemli üst düzey teröristlerin Afrin’e gittiklerini ya da orada bulunduklarını gördük. Yine ele geçen belgelerde Öcalan’ın Afrin’de zeytinyağı değil silah fabrikaları kurun dediğine dair bilgiler elimizde. Örgütün Suriyeli veya yerel yüzünün Kandil’den bağımsız şekilde var olduğunu söyleyemeyiz.