NATO’ya inat Türk füzeleri

Türkiye’nin bir füze teknolojisine ihtiyacı var mı?” NATO’yu yıllardır meşgul eden ve her seferinde “Çok da yok” neticesine getiren bir soru bu. Soruyu şöyle soralım: “İstanbul komşularından gelecek bir füze tehdidine karşı korunaklı bir konumda mı?” İstanbul söz konusu olunca, insanın aklına ilk Batı kaynaklı tehditler gelse de, İran’ın geçen sene tanıttığı Hürremşehr füzesinin 2 bin kilometre menzilli olduğunu not düşelim.

İran her tehdit algısında füzelerle ilgili fikrini değiştiriyor üstelik. İran Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı Hüseyin Selami füze menzilinin 2 bin kilometre olmasının bir tercih olduğunu belirtmiş, menzili her an 2 bin kilometrenin üzerine çıkartabileceklerini açıklamıştı: “Şu ana kadar Avrupa’yı bir tehdit olarak görmedik, bu yüzden menzili genişletmedik; yapamayacağımız için değil.”

Avrupa’ya yönelme ihtimali olan böyle bir tehdit nasıl görmezden gelinebilir? Bu füzelerin aynı anda yerin aşağısına doğru 25 katlı bir gökdelen açabilecek güçte olduğu, patlama noktasından 10 kilometre öteye kadar bir alanda etkisinin hissedildiği bilgisini de eklersek, fotoğraf çok daha net oluyor.

İran dışında da Türkiye’nin komşularının güvenlik karnesi güven telkin etmiyor. Hızlıca bir hesap yaparsak, Suriye ve Irak’taki iç savaş sürüyor, İran, Rusya, Ukrayna, Ermenistan da balistik füze altyapısı olan ülkeler arasında yer alıyor. Hatta Kuzey Kore’nin imal ettiği füzelerdeki motor teknolojisinin izini sürenler Ukrayna’ya ulaşmıştı. Yani komşularımız geliştirdikleri teknolojileri dünyanın en nükleer füze kullanma tehdidi savuran ülkelerine ithal edebilir durumdalar.

Daha teknik tabirle, Suriye’nin envanterinde 700 km menzilli Scud-D füzeleri var. İran Füze Kuvvetleri ise Kıyam-1 (750 km), Kadir-1 (bin 600 km), Şahab-3 (bin 300 km) ve katı yakıtlı Sejil-2 (2.000 km) füzelerine sahip.

Barış iyimserliği yeterli mi?

TRT Haber Editörü Mehmet Ayfer Kancı’ya göre, Türkiye’nin yüksek irtifa hava savunma sistemi kurması bugünün sorunu değil:

Bu 1990’ların başından bu yana süren bir meseledir. Uzun menzilli balistik füzelere sahip olan ülkelerin sayısının artmasına rağmen Türkiye’deki milli savunma kuruluşları o yıllarda gereken atılımı göstermezken, müttefik ülkelerde bu anlamda katkı yapmakta isteksiz davrandılar. Türkiye 1. Körfez Savaşı sırasında da füze savunması için umudunu ABD’nin Patriot füze sistemlerine bağlamıştı. Aradan geçen yıllarda bu sorunun çözümü için gerçekçi bir adım atılmadı. Peki, uzun menzilli balistik füze tehdidinin bu denli arttığı hatta bu tür silahların terör örgütlerinin eline geçme ihtimalinin değerlendirildiği günlerde, Türkiye’nin kendisini savunmak için yaptığı girişimlere müttefikleri tarafından neden tepki gösterilmektedir? Sorulması gereken soru budur. Bu sorunun cevabını ararken ise karşımıza çıkan tek bir ihtimal var. Müttefikleri, sahip olacağı füze savunma sistemi sayesinde Türkiye’nin kendi balistik füze teknolojisini geliştirmesinden endişe duymaktadır.”

Kancı’nın işaret ettiği noktada ortaya çıkan bir diğer sorun Türkiye’nin bağlı olduğu güvenlik anlaşmaları. NATO’yla imzalanan ve askeri alımları kısıtlayan anlaşmalar neticesinde 300 kilometre uzun menzilli füze alınamıyor. Kancı’nın da işaret ettiği 1990’lar bunun en somut örneği. Irak’ın sahip olduğu balistik füze ve kitle imha silahları karşısında yaptığı anlaşmalar gereği karşılık vereceği bir donanıma sahip olmayan Ankara NATO’ya başvurmuş, kendisine füze savunma sistemlerinde destek vermesini istemişti. Bu sorunun aynısı, aradan geçen 25 yıl içinde Suriye örneğinde de yaşandı. Ankara bu sefer Suriye’de başlayan iç savaş ve balistik füze tehdidi nedeniyle NATO’ya gitti. Bu talep karşısında NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı (SACEUR) koordinasyonunda Ocak 2013’te Türkiye’nin hava ve balistik füze savunmasını ‘Aktif Kalkan (Active Fence)’ misyonuyla korumaya başladı. ABD iki Patriot bataryasını Ocak 2013’te Gaziantep’e, Almanya iki adet Patriot bataryasını Şubat 2013’te Kahramanmaraş’a, Hollanda da yine iki adet Patriot bataryasını Şubat 2013’te Adana’ya gönderdi.

Asıl sorun da bu yardımla beraber ortaya çıktı. Türkiye’ye yapılan desteğin Almanya ve ABD tarafından “bilgi verilmeden” çekilmesi, “Kendi savunma teknolojimizi neden kendimiz oluşturmuyoruz” sorusuna meşru bir zemin hazırladı.

Türkiye sınırında var olan tehditlere ilişkin düşüncelerini aktaran Almanya Savunma Bakanı Ursula Von der Leyen şöyle diyordu: “2013’ten bu yana Suriye’den Türkiye’ye yönelik tehditlerin yapısı değişti. O dönemde Suriye Devlet Başkanı Esed birincil tehditken, şu anda asıl tehdit unsuru IŞİD.”

Bütün bu süreç Türkiye’nin kendi milli yeteneklerinin devreye girmesine neden olan bir sürecin de başlangıcı. Türkiye milli bir yüksek irtifa hava ve füze savunma sistemi kurma konusundaki gayretlerini arttırdı ve 2002’de TSK Hava Konsepti, Hava ve Füze Savunma Konsepti ile değiştirildi. Hava Kuvvetleri füze savunmasının sevk ve idaresiyle görevli kılındı. Savunma Sanayi Müsteşarlığı Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi Projesi’ni başlattı.

Yatay savunmadan dikey savunmaya

Deniz ve kara tehditleri kadar hava tehditleri ve onların ortaya çıkardığı çeşitlik, yüzyılın güvenlik konseptlerine şekil veriyor. Savaşın “göklerde” yürüdüğü bir dönem içinden geçerken, ülkelerin savunma sistemlerinde hava kuvvetleri ve havadan gelecek tehditler üst sırada. Bu konuda teknolojinin neresindeyiz sorusuna Kancı cevap veriyor:

ABD bugün kullandığı füze ve uzay teknolojisi 2. Dünya Savaşı sonrasında ganimet olarak elde edilen Alman V-2 füzeleriyle bunları imal eden Wernher von Braun’a borçludur. ABD, Apollo uzay programını Von Braun’un geliştirdiği füze teknolojisi üzerine inşa etmiştir. Konuyla ilgilenenler, Soğuk Savaş sona erdiğinde ABD’nin SSCB’nin uzay programı için üretilmiş olan uzay roketlerini satın aldığını ve bunlardan hala faydalanmakta olduğunu bilirler. Keza yine İran, bugünkü füze teknolojisini 1980’li yıllarda SSCB’den aldığı S-300 füze sistemleri sayesinde geliştirmiştir. Savunma amaçlı bu füzeleri saldırı amaçlı kullanan İran, Irak ile savaştığı yıllarda kentlere yönelik olarak bu füzeleri kullanmış ve bilim insanları bu füzelerin zayıf güdüm sistemleri üzerinde çalışarak bugünkü uzmanlıklarına ulaşmışlardır. Kuzey Kore ve Yemen’deki Husilerin bugün kullandıkları balistik füzelerin temelini de yine SSCB üretimi S-300’ler oluşturmaktadır. Yani bir kez bu füzeleri elde edip inceleme fırsatı bulan ülkelerin kısa sürede kendi balistik füze teknolojilerini geliştirebildikleri ortadadır. Ve bizim kolektif güvenlik sistemi NATO şemsiyesi altında bir araya geldiğimiz ülkelerin Türkiye’nin bu teknolojiye sahip olmasını istemedikleri anlaşılmaktadır. Mevcut güvenlik ortamında bu füzeler Türkiye’de herhangi bir yeri hedef alabilir. Türkiye’nin çevresindeki bu devletler de konvansiyonel ordularındaki tanklara ve toplara milyarlarca dolar harcamak yerine, caydırıcılık için böyle sofistike silah sistemlerine yöneliyor. Yani bölgemizde balistik füze sahibi olmak moda olmaya başladı.”

Dışardan alma kendin yap

Bu tablo içinde Türkiye öncelikli olarak katmanlı hava savunma sistemi üzerine çalışıyor. Hedef en alçak intifadan en uzun menzile kadar hava savunma yapabilmek. Bu hedef de farklı sistemlerle gerçekleştiriliyor. En alçak intifada Stinger ve Korkut’la hava savunması yapılacak. Aynı zamanda Hisar A Hava Savunma sistemi kuruluyor. Hisar A’nın menzili 15-10, Hisar O’nun da irtifası 18-20 menzili 25 ila 30 kilometreye kadar gidiyor. Bu projelerin yanında şekillenen Hisar U projesi de var. Şu anda yurtdışından S400 alınsa da Türkiye’nin önündeki takvimi kendi savunma sistemini kurmak ve bu konudaki dış bağımlılıktan kurtulmak.

Türk Hava Kuvvetleri tarafından kullanılan AIM-120 AMRAAM füzesinin yerini alacak teknolojiyle uzun menzilli ve radar güdümlü olarak tasarlanan füzelerin çoklu algılama ve güdüm sistemine sahip olması bekleniyor. Sırasıyla Şahin kısa/orta menzilli IIR güdümlü hava-hava füzesi, Hisar-A alçak irtifa IIR güdümlü yer-hava füzesi, Hisar-O orta irtifa IIR güdümlü yer-hava füzesi, Göktuğ uzun menzilli çok güdümlü hava-hava füzesi, orta irtifa çok güdümlü yer-hava füzesi, uzun menzilli hava savunma sistemi devreye girecek.

Türkiye’nin hareket özgürlüğünü kısıtlayan NATO anlaşmaları, başka ülkelerden savunma sistemi alınması sırasında devreye girerken, Türkiye’nin kendi imkânlarıyla yapacağı sistemlerde geçerli değil. Dolayısıyla Türkiye içeride istediği teknolojiyi geliştirebiliyor. Uzmanlar askeri alımları kısıtlayan anlaşmaların hep darbe sonrası ya da darbe öncesi imzalandığına da dikkat çekiyor.

Şu anki durumda Türkiye Stinger projesiyle alçak irtifa radarlı stingerleri atacak şekilde bir yeteneğe sahip. 3 bin metre ila 10 bin metre arasındaki bir füze sistemini de üretme aşamasında. Dışarıdan füze almak konusunda tartışmalar yaşandığında artık Türkiye’nin bir cevabı var: “Bunu Türkiye’de üretecek yetenekteyiz, dışarıya ihtiyacımız yok.”

Benzer konular