Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 Kasım seçimlerinden önce dile getirdiği “Yerli ve milli 550 milletvekili istiyorum” sözleri çok tartışıldı. Erdoğan neyi kastediyordu? Bu ülkenin yerlileri kimlerdi? Milli demek, akla etnik ayrımcılığı mı getiriyordu? Erdoğan, “Benim bölgede ve ülkemizin dört bir yanında yaşayan her vatandaşım gibi Kürt kardeşlerim de Zaza kardeşlerim de yerlidir, millidir, bu ülkenin, bu vatanın öz evladıdır” diyerek, yerli ve milli derken etnik kökeni kastetmediğini açıkladı. Buna rağmen, yerlilik ve millilik gibi geniş kapsamda tartışılacak vurucu cümleleri, etnisite üzerine inşa edenler oldu.
Yerli kelimesi TDK sözlüğünde “bir yerin ilk sakini” olarak geçiyor. Vikipedia ise “Herhangi bir yerin eskiden beri meskûn olan halkı, yakın bir zaman içerisinde dışarıdan gelmemiş olanı” şeklinde açıklıyor. Bunlar lügat manalar olarak literatüre geçse de kelimelerin bir de istilah anlamları vardır ve bazı kelimelerin lügat anlamı o kelimeyi açıklamaya yetmez. Yerli kelimesinin istilahda kullanılan anlamı, bir yerin ilk sakininden ziyade, o yeri sahiplenen, içselleştiren kişi anlamını içeriyor. İnsanın yaşadığı yeri sahiplenmesi demek, orayla ilgili düşünme, fikir üretme, zenginleştirme ve güzelleştirmesini de beraberinde getirir.
Düşüncemize gölge düşünce
Rasim Özdenören’in “Yerli olmayı içinde yaşadığımız bu ülke insanının geleneğinin ve alışkanlıklarının toplamını, kendi bünyemizde içselleştirme olayı olarak kabul ediyorum” sözünden de anlayacağımız gibi, yaşadığımız kültürü içselleştirmeden yerli olunmuyor aslında. Süleyman Seyfi Öğün de “Yerli olmak bir insanın üzerinde yaşadığı coğrafyayla kültürel birikimiyle bağını kurmasına bağlıdır. Bu bir idrak durumudur” diye açıklıyor yerli olmayı.
Aidiyet hissinin zayıflığından olsa gerek, ülkemizin en büyük sıkıntılarından bir tanesi yerli düşünememektir. Yaşadığı yeri beğenmemek, hep dışarıya öykünmek bunun sebeplerinin başında gelir. Osmanlının son dönemi ile Cumhuriyetin kuruluş yılları, Batılılaşma hareketlerinden dolayı ülkesini beğenmeyen aydınların çokluğuyla hatırlanıyor. Cemil Meriç, Bu Ülke kitabında Tanzimat sonrası aydınlarını şöyle tarif eder: “Tanzimat sonrası Türk aydınına en çok yakışan sıfat, müstağriptir. Edebiyatımız bir gölge edebiyat, düşüncemiz bir gölge düşünce. Üç çeşit edebiyat itibardadır: Taklit, intihal, tercüme.”
Günümüzde bu durumun pek değiştiği söylenemez. Ülkesini ve halkını beğenmeyen, başka ülkelerin politikaları doğrultusunda kendi ülkesine yön vermeye çalışanlar ne kadar yerli ve milli olduğu tartışmaya açık. İçlerinde yetiştikleri toplumu ve alışkanlıklarını beğenmedikleri için sevemiyorlar. Oysa insanlar, sevdikleri ölçüde benimserler vatanlarını.
Bir cep telefonuna iki ton domates
Yerli düşünmeye başladığımızda, bize ait olanı ortaya koymak için de çabalamaya başlamış oluruz. Ancak o zaman bir cep telefonu almak için neden 2 ton domates yetiştirmemiz gerektiği sorusu aklımıza gelir. Yerli arabanın neden hiç gündeme gelmediği ve bazı kesimlerce desteklenmediği de… Yerli malı haftasını fındık fıstık yiyerek kutlayan bir nesilden, yerli araba üretiminin ne manaya geldiğini anlamasını beklemek hayli müşkül görünüyor.
“Yerli savunma sanayiimiz olmadan milli olamayız” düşüncesi de yabana atılacak bir konu değil. Yerli savaş uçağımız, yerli savaş gemimiz bu anlamda çok önemli. Yerli düşünmeyi beceremeyen, dışa bağımlılığı kaderimizmiş gibi kabullenenler, bu yerli gelişmeleri önemsemiyorlar.
Kiracı yabancı ve şizofrenler
Kendilerini Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ülkenin gerçek sahipleri gören elitist sınıf aslında bu ülkenin neyi olur? Milletvekili, gazeteci, bilim adamı, iş adamı fark etmeksizin, ortak özellikleri ülkelerini her fırsatta dünyaya şikâyet etmek olan bu sınıftan, Merkel’e mektup yazıp “Bu ülkeye gelmesinin, ülkemizin Başbakanına ve Cumhurbaşkanına destek olarak algılanacağını” söyleyenler çıktı. Rasim Özdenören böylelerini kiracı” olarak isimlendiriyor. “Kiralık fikirleri hayatlarına geçirdiler” diyor. Sosyolog Nurhayat Kızılkan da, “Bu zulmü kendilerine yapmasalar iyi olur. Aslında yabancı değiller, ama gurur fanusundan çıkıp iletişime geçemiyorlar” şeklinde bir açıklama getiriyor. Yusuf Kaplan ise bedenen bu ülkede yaşayıp ruhen burada yaşamadıkları için “şizofren” kavramını kullanıyor; “Bu anlamda yerlilik ve millilik kavramının karşılığı olduğunu kabul ediyorum” diyor.
Bu ülkenin gerçek yerli ve millileri olmadığını söyleyen Yusuf Kaplan, “Kültürde ortaya bir şey koymuş değilsin, felsefe yapamıyorsun, düşünce üretemiyorsun. Gazali’yi anlayamıyorsun. Hangi yerlilikten bahsediyorsun” diyerek yerli olmanın o kadar da kolay bir şey olmadığını ortaya koyuyor.
“Bu ülkenin gerçek yerlileri, bu ülkeyi ‘tüten en son ocak’ olarak görenlerdir” diyor İsmail Halis de. İşte o gerçek milli ve yerliler, ülkesinin tehlikede olduğunu hissettiği durumlarda, bütün kavgaları bir kenara bırakıp ülkesinin ve milletinin geleceği için sağlam bir duruş sergiliyor.