Küresel güçlerin terör savaşında milletçe seferberlik

Başta ABD olmak üzere iradelerini kabul ettirmek isteyen küresel güçler terör örgütleri üzerinden Türkiye’de asimetrik bir savaş yönetiyor. 15 Temmuz darbe girişimiyle başarıya ulaşılamayan bu savaşın yeni yöntemleri, intihar saldırıları. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu saldırıların ardından “seferberlik” ilan ettiğini söyledi. Seferberlik kavramının zikredilmesi bir savaşla karşı karşıya olup olmadığımız sorularını da beraberinde getirdi. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’yle seferberlik çağrısının neden yapılmış olabileceğini ve bunun gerekliliklerini konuştuk.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan topyekûn seferberlik ilan etti. Bunu nasıl değerlendirmemiz gerekir?

Son iki yıllık dönemi incelediğimizde, Türkiye sistemli bir şekilde terör eylemleriyle karşı karşıya bulunmaktadır. Bunu, küresel güçlerin, Ortadoğu’daki isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmemesi sonucu, asimetrik güçler kullanılarak yani terör örgütleri vasıtasıyla Türkiye üzerindeki eylemleri olarak yorumlayabiliriz. Cumhurbaşkanımızın 32. Muhtarlar Toplantısı’ndaki seferberlik açıklaması, 14 Aralık 2016 tarihinde olmuştu. 10 Aralık 2016 tarihinde Beşiktaş saldırısında 38’i polis olmak üzere 44 vatandaşımız şehit olmuş, birçok vatandaşımız da yaralanmıştı. Bunun acısı henüz geçmeden, Cumhurbaşkanımız, ‘vatandaşlarıma sesleniyorum, anayasanın 104. Maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başı olarak PKK’sıyla, DEAŞ’ıyla, FETÖ’süyle ve adı, söylemi ne olursa olsun tüm terör örgütlerine karşı milli seferberlik ilan ediyorum. Her kim bu örgütlerin çalışmalarıyla, elemanlarıyla ilgili bir şey görürse, duyarsa, malumat sahibi olursa güvenlik güçlerimize bilgi vermeli’ dedi. Bu çağrıyı normal bir seferberlik ilanı olarak düşünmemek lazım.

Söylediklerinizden yola çıkarak asimetrik bir savaş içinde olduğumuzu söyleyebilir miyiz?

Bütün bunları düşündüğümüzde sinsi hareket eden bir seri asimetrik gücün Türkiye’ye savaş açtığını söyleyebiliriz. Amerika’nın ismini burada zikretmek gerekir, çünkü FETÖ’nün başı orada. Bunlara karşı durmakta Türkiye bugüne kadar başarılı oldu. Şimdi de büyük kayıplara sebep olan yerleşim birimlerindeki sabotajlara, intihar saldırılarına başladılar. Sinsi bir şekilde güçlenerek akıllarını kiraya veren insanlar vasıtasıyla yapıyorlar bunu. Devletin bütün güvenlik güçleri halkımızın arasına gizlenen bu teröristleri tespit etmek için gayret gösteriyor. Cumhurbaşkanımızın çağrısı da milletimizin duyarlı olması ve bilgilerini emniyet güçleriyle paylaşması konusundaydı.

Peki bu asimetrik savaş ne zaman başladı?

7 Haziran seçimlerinden önce siyasi bir savaşın içindeydik. İstikrarı bozucu propagandalar sonucunda milletvekili seçimlerinde partilerin oy oranları değişti. Koalisyon dönemi başladı ve 4 ay sonuçsuz koalisyon görüşmeleri ile geçti. Küresel güçler galip gelmiş gibi oldu. Çünkü bu olaylarda dış merkezlerin desteklediği hem HDP ve FETÖ temsilcileri hem de gaflet içinde hareket eden diğer muhalifler birlik olarak ve yardımlaşarak istikrarsız dönemin sebebi oldular.
1 Kasım 2016 seçimleriyle gereken cevap verildi. Ve Türkiye o siyasi saldırıyı başarıyla atlattı. Ama arkasından hendek politikası güderek, altı yedi ilçemizde sanki bölgesel idareler olacakmış gibi, yoğun bir dış destekle kalkışmalar oluştu. Dört beş ay içerisinde Türkiye bu saldırıları da çukura gömerek mağlup etti.

Ve 15 Temmuz oldu…

Evet, bunların arkasından 15 Temmuz kalkışması oldu. Daha doğrusu Ortadoğu’da Suriye ve Irak’taki iradesini Türkiye’ye kabul ettiremeyen dış güçler, FETÖ vasıtasıyla Türkiye’de bir darbe girişimi başlattı. Beş altı saat içerisinde Türkiye bunu da bertaraf etti. Bu da başını ABD’nin çektiği batılı küresel güçler için kabul edilmesi güç bir mağlubiyetti. Arkasından hemen sınırlarımızın yakınında ve bizim Fırat’ın batısı konusundaki hassasiyetimizi de ortadan kaldıracak bir saldırıyla Cerablus, DEAŞ tarafından PYD’ye teslim edilmek üzere iken, Fırat Kalkanı harekâtı başlatıldı. Cerablus Suriye muhalefetine teslim edildiği gibi Türk Askeri desteğindeki Özgür Suriye Ordusu El Bab’ı kuşattı. ABD bir mağlubiyet de burada aldı.
ABD’nin kontrolünde olan Bağdat Hükümeti Haşdi Şabi eliyle Musul’da bir katliam başlatacaktı, Türkiye Başika’daki varlığını sürdürerek ve sınıra kuvvet kaydırarak bunu önledi. Irak’taki planını uygulayamayan ABD burada da mağlup oldu.

Bu çağrı neden 15 Temmuz’dan sonra yapılmadı?

Bunların hepsi bir birikimdir. Zaten 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanımızın çağrısı ile devletine ve düzenine milletin hür iradesi sahip çıktı. Şer odakları kontrol altına alınıncaya kadar ülkemizin en hassas yerlerini nöbet tutarak korudu. Cumhurbaşkanımız bu nöbete son verinceye kadar da bu bölgelerden ayrılmadı. Yani 15 Temmuz ertesinde Milletin desteği uygulama olarak görüldü, bu tür bilgiler derlenildi, toplanıldı, yardımlar alındı. Aradan geçen sürede sanki biraz tavsama oldu.
15 Temmuz bir darbe girişimiydi, bastırıldı, derken ardından bu tarz sabotajlar geldi. Biz bu meselelerle daha da karşılaşabiliriz, dolayısıyla milletimizin tamamı bu konuda duyarlılığını devam ettirsin ve çevresinde bu tür şüpheli şahıslar ve olaylar varsa, bunları bildirsin anlamına geliyor bu çağrı. Şunu da söylemek lazım, geçmişteki saldırıları bertaraf etmemiz sonucunda Amerika’nın uğradığı bu mağlubiyet Clinton’u sandığa gömerken, Trump’ı ABD başkanı yapmıştır.   Aynı siyaseti devam etme konumundaki bir başkan adayının değil de, o söylemi kullanmayan bir başkan adayının seçilmesini de Türkiye’nin Amerikan kamuoyu üzerindeki etkisi olarak deklare etmekte fayda var.

Cumhur-başkanımız “seferberlik” kavramını bilinçli şekilde kullandı. İhmal edilen görevlere mi dikkat çekmek istedi?

Dikkat çekmek istediği mesele milli birlik ve beraberliğimizin muhafaza edilmesi ve bu tür olaylarda uyanık olunup emniyet güçlerine yardımcı olunmasıdır. Çünkü FETÖ tarafından organize bir darbe girişimi artık mümkün değildir. Ama münferit saldırılar olabilir. Cumhurbaşkanımız muhtarlara hitap ediyordu o sırada. Kendi bölgenizdeki her haneye kim giriyor, kim çıkıyor, bunları da bilin ve emniyet güçleriyle paylaşın diye bir destek istedi.

Bu asimetrik savaş durumunda karşımızda hangi güçler var?

Savaşların nihai hedefi düşmanına iradeyi kabul ettirmektir. Bunda ilk önce siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik güçler kullanılır. Bunlarda başarı elde edilemezse, askeri güç kullanılır. Ama son hedef hasım olarak görülen ülkeye iradenin kabul ettirilmesidir. Küresel güçler iradelerini kabul ettirmek için terör örgütlerini kullanıyor. Küresel güçlerin tek kutuplu dünyada lideri Amerika Birleşik Devletleridir. BM ülkelerinden herhangi biri hata etse bile Amerika onu da cezalandırır. Rus Büyükelçisine yapılan suikastın, Rusya’ya da dönük olduğunu düşünmek lazım. Yani Rusya’ya mesaj, benim olmadığım bir toplantıda, Suriye meselesini Türkiye ve İran’la sen nasıl görüşüyorsun anlamı da çıkar.

Bu saldırılara nasıl karşı durabiliriz?

ABD, Suriye ve Irak’ta bir harita ortaya koymuştur. Bu harita Türkiye tarafından kabul edilmemiştir. Amerika Türkiye’ye iradesini kabul ettirememiştir. Suriye muhalefetine de kabul ettirememiştir. İradesini kabul ettirmek için elindeki FETÖ, PKK, PYD, DEAŞ gibi örgütler vasıtasıyla Türkiye’yi elinden gelen asimetrik taarruzunu yöneltmektedir. Asimetrik olduğu için bu açıkça görülmüyor. Görülmeyince de fiili uygulamaları ile bir seferberliğe gerek yoktur. Elimizdeki emniyet güçleriyle bunlarla mücadele etmek, her mücadelemizde de geçmişte olduğu gibi başarılı olmak zorundayız. Yaptıkları tüm operasyonlar Türkiye tarafından püskürtülüyor. Onlar da artık intihar bombacıları sayesinde Türkiye içerisindeki huzuru kaçırıp morali bozmayı hedef alıyor. Evet, çok kritik bir bölgedeyiz. Bu coğrafyada süper güçlerin iradesini kabul etmeyen ülkeler daima diken üstündedir. Biz de diken üstünde bir müddet geçireceğiz. Bunun panzehri, birlik ve beraberliktir. Nasıl ki kavmiyetçilik ve mezhepçilik kışkırtmasıyla İslam coğrafyasını bölmeye çalışıyorlarsa, bizim de önce kendi içimizde, sonra da İslam coğrafyasında birlik olmamız gerekir. O zaman bütün bu saldırıları ortadan kaldırma gücüne sahip olabiliriz.

Seferberlik kavramını tartışırken, resmi olarak seferberliğin nasıl ilan edildiğini de anlatabilir misiniz?

Seferberlik Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından ilan edilir. İlan edildikten sonra sefer görev emirleri vardır, onlar uygulamaya konulur. Seferberliğin tanımını yaparsak, devletin tüm güç ve kaynaklarının savaşın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hazırlanması, toplanması tertiplenmesi ve kullanılmasına ilişkin bütün faaliyetlerin uygulandığı, hak ve hürriyetlerin kanunlarla kısmen veya tamamen sınırlandırıldığı bir haldir.

Seferberlik ilan edildikten sonraki süreç nasıl işler?

Personel seferberliği ve lojistik seferberlik diye iki türlü sefer görev emri vardır. Silahlı kuvvetlerimizi nazarı itibara alırsak, seferberlik devletin bütün milli güç unsurlarını silahlı kuvvetlerimizi destekleyecek tarzda ve onu da düşmanın karşısına getirtip kullanmak amacına dönük bir faaliyettir. Askerliğini yapmış olan erkek vatandaşlarımız terhis olduktan sonra ihtiyatlık dönemine girerler. Personel seferberliği ilan edildiğinde bunlardan hangilerinin sefer görevine uyacağı ve görevlere çağrılacağı adreslerine tebliğ edilir. Lojistik seferberlik ise, silahlı kuvvetleri desteklemek üzere ulaştırmada kullanılacak araçlar veya silah üretiminde kullanılacak fabrikalar, bunların hepsine sefer görev emri bizzat tebliğ edilir. Personel ve lojistik Seferberlik planları barış zamanından hazırlanır. Muhataplarına seferdeki görevleri bildirilir. Seferberlik tatbikatları ile yükümlüler eğitilir.

15 Temmuz’dan sonra ülkemiz olağanüstü halle yönetiliyor zaten. Seferberlik durumu olsa OHAL kaldırılıp sıkıyönetim mi ilan edilir?

Gereken bölgelerde sıkıyönetim ilan edilir, yurdun tamamında değil. Farz edelim Suriye bölgesinden bir tehdit bekleniyorsa onun gerisindeki Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni kapsayan bir sıkıyönetim komutanlığı olabilir. Veya o bölgede görev yapacak, farz edelim 2. Ordu komutanı, aynı zamanda sıkıyönetim komutanı olur.

Resmi bir seferberlik durumunda insanların temel hak ve özgürlüklerine nasıl bir kısıtlama gelir?

Sıkıyönetim bölgesinde kalan insanların, normal kanunların değil de kanunlar çerçevesinde 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanununun askeri harekâtı kolaylaştıracak tarzda yayınladığı bildirilere göre, o bölge insanının bir kısım özgürlükleri kısıtlanabilir. Yollarda öncelikler askeri nakliyata verilir. Güvenlik için gece sokağa çıkma yasağı olabilir. Belli bölgelere giriş çıkışlar yasaklanabilir, ziraat dönemlerinde tarlasına, bağına, bahçesine gitmekte bile savaşın ihtiyaçlarına göre bazı kısıtlamalar olabilir.

Yakın geçmişte Türkiye’de hangi durumlarda seferberlik ilan edildi?

En son 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında kısmi seferberlik uygulandı. Birliklerin kadrolarını yüzde yüze çıkarabilmek için sefer görevi verilen ihtiyat askerlerinden bir kısmı göreve çağırıldı. Ondan önce 1967 Kıbrıs gerginliğinde de kısmi personel seferberliği uygulandı. Hem terhisler durduruldu, hem de son terhis edilenler askere çağrıldı. Bunların hepsi kısmi seferberliktir. 1941 yılında 2. Dünya Savaşı sırasında çevremizde savaş oluyordu, genel seferberlik ilan edildi. Bütün ordularımıza sefer görevi geldi, askerlik süresi uzatıldı.

PKK’nın en aktif olduğu dönemde Güneydoğu’da sıkıyönetim uygulanmadı mı hiç? Sıkıyönetim seferberlik anlamına gelir mi?

Seferberlik değildi bu, Olağanüstü hal durumuydu. Onun da kanunu mevzuatı ayrı. 12 Eylül 1980 darbesinde sıkıyönetim ilan edildi. Tüm Türkiye’yi kapsayan sıkıyönetim bir süre sonra kaldırıldı. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde devam etti. Daha sonra orada da kaldırıldı. Sıkıyönetim seferberlik anlamına gelmez. Ama sıkıyönetim de temel hak ve özgürlüklerin bir kısmının kısıtlanmasına sebep olan bir yönetim tarzıdır. Şimdi uygulamada olan OHAL, daha ziyade teröristlerin hareketlerini kısıtlamaya yönelik, emniyet güçlerinin terörle mücadelede gücünü artırıcı, etkinliğini artırıcı bir şekilde uygulanıyor. Sokaktaki vatandaşımız temel hak ve özgürlükleri açısından etkilenmiyor. Gözaltı süresinin artırılması, kanun hükmünde kararname çıkartılma imkânı gibi bazı terörle mücadelede icraya güç veren, emniyet kuvvetlerimizin imkânını artıran bir uygulama şeklinde oluyor.

Bu durumda OHAL dönemi uzatılır mı?

Üç aylık dönemlerle yapılıyor zaten. Birkaç dönem daha uzatılır diye düşünüyorum. FETÖ ile ilgili iddianamelerin hazırlanması gerekiyor, çünkü birçok merkezden yapılan soruşturmalar var. Bu soruşturmaların neticesinde iddianameler hazırlanıp mahkemeye sunulur ve yargılama safhası başlarsa, o zaman normal sürece geçebiliriz. Geçen gün Rusya Federasyonu Büyükelçisini öldüren terörist, gördüğünüz gibi Çevik Kuvvetin içerisinden çıktı. Bunu temizleyememişiz. Terör örgütü olduğunu düşündüğümüz veya terör örgütü üyesi olduğuna dair emniyet güçlerinde belgesi olan, araştırma yapılan, ama daha sonuçlanmayan kişiler var. Bu durumda OHAL’in kaldırılması zaten uygun olmaz.

Benzer konular