Kumkapı’da neler oluyor?

“Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002’den beri üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan biri de İslam coğrafyasının zulüm gören muhaliflerine kucak açmak oldu. İşgaller, baskı rejimleri ya da iç karışıklıklar nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan binlerce muhalif siyasetçi, gazeteci, yazar, asker ve onların aileleri, Türk Hükümeti’nin sağladığı güvenceyle 13 yıldan beri ülkemizde ikamet ediyor. Ancak son bir yılda, hükümet politikasına aksi biçimde yüzlerce mülteci apar topar, çoğunlukla bir gerekçe dahi gösterilmeden sınır dışı edildi ya da edilmeye çalışıldı.”

Yukarıdaki satırlar Gerçek Hayat dergisinin 802. sayısındaki “Kapıyı açan Türkiye, evden kovan kim” başlıklı haberinden. Aradan geçen yedi ay zarfında bu meselenin düzelmesi bir yana, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilginç bir şekilde arttı. Darbe sonrasında yapılan operasyonlar Özbekler özelinde olsa da, Çeçenler, Kırgızlar, Uygurlar, kısacası Türkî Cumhuriyetlerden farklı sebeplerden dolayı ülkemize sığınan mülteciler sınır dışı edilmek üzere Göç İdaresine getiriliyor. Kimisini ülkesinde bekleyen kader hapis veya idam cezası. Kimisi de ülkesinden ayrıldığında herhangi bir suçla itham edilmemişken, burada alıkonulmalarından dolayı suçlu muamelesi görme endişesi taşıyor. Göç İdaresine getirilenler her zaman sınır dışı edilmiyor. Fakat Göç İdaresinin olumsuz koşulları bu insanların suçsuz yere sıkıntıya sokuyor.

Herkes için kötü bir anı

12 Temmuz’da verilen operasyon emrinin 29 Temmuz gecesi uygulanmasıyla, Başakşehir’de yaşayan birçok Özbek’in evi basıldı. Arama yapılarak çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden toplanıp, Kumkapı’daki Geri Gönderme Merkezine getirildi. Günlerce Kumkapı’da kalan Özbeklerin, ne için alındıklarına dair en ufak fikirleri bile yoktu. Bir veya iki ay Kumkapı’da tutulduktan sonra denetimli serbestlikle evlerine gönderildiler. Kimileri için 30-40 günlük devam eden bu süreç, herkes için, ama özellikle de yaşlılar, hamile kadınlar ve çocuklar için hatıralarda kötü bir iz bırakarak geçti. Bu insanların suça karışıp karışmadığı bilinmese de, toptancı bir yaklaşımla çoluk çocuğu içeri almak, gözleri Göç İdaresinin uygulamalarına çevirmeye sebep oldu.

8 aylık bebeğe “suça karıştı” kodu verilebiliyor

3 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaparak dünyaya örnek olan Türkiye, üç beş Türkî vatandaşın yaralarına merhem olamayacak bir ülke değil. Üstelik sorunlar STK’ların devreye girmesiyle, gönüllü avukatların çabalarıyla hallolabiliyor. Bu konuda çalışmalar yapan derneklerden Mülteci Hakları Derneği Başkanı Uğur Yıldırım, “Mültecilik, doğası gereği kendi ülkesinde güvende olmayan veya ülkesindeki zulümlerden kaçan insanların bulunduğu statüdür” diyor. Göç İdaresinde yaşananları ‘bilinçsizlik’ olarak yorumlayan Yıldırım, “Kumkapı Geri Gönderme Merkezi misafirhane statüsünde olduğu halde fiziki koşulları kötü. Havalandırmaya çıkamıyorlar, doluluk oranları çok fazla. Zührevi hastalıkları olanlar veya hayat kadınlarıyla, namazında abdestinde insanlar bir odada tutulabiliyor. Çocuklar, sigara içilen ortamlarda kalıyor. İletişim özgürlüğü veya avukatla görüşme özgürlüğü yok. Bu süreçte Özbekler özelinde anlayamadığımız bazı operasyonlar gerçekleşiyor. G-87 kodlarıyla terör örgütüyle ilişkilendirilen insanların evlerine baskın yapılarak, çoluk çocuk toparlanıp buraya getiriliyor. Fakat burada ilginç olan, Mısır cuntası tarafından terörist olarak tanımlanan bir İhvan mensubuna veya Rus hükümeti tarafından terörist denilen bir Çeçen’e, bir Kafkas Müslüman’ına bu kodun verilmesi. 8 aylık çocukta, suça karışılmış olduğunu gösteren Ç-124 kodu vardı mesela. Aynı şekilde G-87’nin de çocuklara veya 70 küsur yaşındaki kadınlara verildiğini görüyoruz. Kapılarını kırarak operasyon yaptığınız kişiler, artık Göç İdaresinden korktukları için ikamet için bile yaklaşamayacak. Bilinçsizlik var, yanlış yönlendirme mevzusu da olabilir. Mesela Doğu Türkistanlı alim olan Abdülkadir Yapçan, geçenlerde içeri alındı. Ne ile suçlandığı ise muallak. 15 yıldır Türkiye’de yaşayan bu insanın suça karıştığı görülmemiş. Biz Fetullah Gülen’in terörist olduğu için iadesini isterken, ABD, onun terörist olup olmadığına kendisi karar veriyor. Bize gelen ihbarlarda ise apar topar adeta paketleyip gönderiyoruz” diyor.

30 bin kişiye ensar olalım

Mülteci davalarıyla ilgilenen Av. Mehmet Okatan, Özbekistan’dan, Tacikistan’dan, Çeçenistan’dan gelen, İslami hassasiyetleri olan insanlarla ilgili Türkiye’de büyük sorun yaşandığını söylüyor. “Üç milyon Suriyeliyi barındırıyoruz, Türkî Cumhuriyetlerden gelen 20-30 bin kişiye Ensar olamıyoruz. Suriyelilere çıkartılan yönetmelik gibi bir yönetmelik çıkartılsa, bize sığınan bu insanlar da geri gönderilmez. Suriye olaylarından iki üç yıl sonra G-87 diye bir kod çıkarıldı. DEAŞ ve El-Kaide örgütüyle bağlantılı insanlara veriliyor bu kod. Fakat ülkeler kendilerine muhalif olanlara da o kodu verebiliyor. G-87 kodu olanlar Türkiye’ye alınmıyor veya yakalandığında Kumkapı’ya gönderiliyor. Orada da sınır dışı edilmek için 6-12 ay tutulabiliyor. Kumkapı’nın koşullarına gelirsek, F tipi cezaevi Kumkapı’nın yanında saray kalır. Normalde hamileler, yaşlılar ve çocuklar alınmaz, ama 9 aylık hamile kadın doğuma zor yetiştirildi geçenlerde. Doğduktan sonra yine oraya götürüldü. Burada yapılması gereken şey, bu insanlar suçluysa sorgulansın, gerekirse cezaevine gönderilsin.”

Göç İdaresinin yetkisi çok geniş

Türkistan-Der Genel Başkanı Burhan Kavuncu, 150 kişinin içeri alındığı Özbek operasyonuyla ilgili şu bilgileri veriyor. “Maddi durumu iyi olmayan Özbek vatandaşların destek kartı alması için Başakşehir Belediyesine hazırladığımız bir liste vardı. Bizim verdiğimiz adreslerdeki kişileri almışlar. Belediyeye sorduğumuzda, listeyi kimseyle paylaşmadıklarını söylüyorlar. İçlerinde hamile kadınlar, yaşlılar ve çocuklar da var. Göç İdaresi ne yaptığını kendisi bile bilmiyor. Geniş bir yetki verilmiş, isterse sınırdaşı yapıyor, isterse gözaltına alıyor veya serbest bırakıyor. Mahkemenin serbest bıraktıklarına da her gün imza şartı getirdi. Haberlerde çıkan yaşlı kadını da 15 gün içerisinde Türkiye’yi terk edeceksin diye imza alarak bırakmışlar. Bu kadının kızı ve damadı kayıp olduğu için torunlarına o bakıyor. İki ay kadar Kumkapı’da kalınca, çocuklar da ortada kaldı. Terörle mücadele evvela bu operasyonu ciddi bir şey zannederek ilk aldıklarını sorguladı. Sonra ciddi bir şey olmadığını anlayınca, sorgulamamaya başladı. 30-40 gün kaldıktan sonra çoğunu serbest bıraktılar. 6-7 kişi kaldı içeride. Ama operasyonlar hala devam ediyor.”

Doğurduktan sonra tekrar Kumkapı

Dilafruz Şemsuddinova 9 aylık hamile olarak Göç İdaresine alınıp, doğum için hastaneye çıkarılıyor, ama ertesi günü bebeğiyle birlikte tekrar Kumkapı’ya getiriliyor. Şemsuddinova yaşadıklarını şu ifadelerle anlatıyor: “Gece yarısı polisler geldi, bir adamın ismini sordular. Öyle birisi yok dedim. 9 aylık hamileydim, iki de çocuğum var. Müdürlerini arayıp, hamile olduğumu söylediler. ‘Orada doğum yaparsın, bedava olur’ diyerek götürdüler beni. Güvercintepe’deki polisler hamile halimle getirilmeme çok şaşırdı. Kan testleri filan yapıldı orada. Ertesi günü Kumkapı’ya götürdüler. Kaldığım oda çok kalabalıktı. Hayat kadınları sigara içiyor, kavga ediyorlardı. Yatmaya bile yer yoktu. Küçük çocuğum babasıyla, büyüğü benimleydi. Bir hafta çocuğumla birlikte kaldım, sonra babası gelip çocuğumu aldı. Doğum sancılarım geldiğinde hastaneye götürdüler beni. Doğumdan sonra bebek doktoruna haber bile vermeden Kumkapı’ya geri getirdiler. Bebekle birlikte Kumkapı’ya gelince, oradaki müdür kendi inisiyatifini kullanarak imza şartıyla gönderdi evime. İki senedir Türkiye’deyim. DEAŞ demişler, 150 kişiyi almışlar. Kırgızistan’dan geldik biz. Oradaki yönetimle sıkıntılar vardı, güvenlik yoktu. Gidersek, bizi ne bekliyor bilmiyoruz.”

Kültürümüz yakın diye Türkiye’ye geldik

Dildora Nuritdinova 8 aylık hamile olarak terörle suçlanıp, bir gece yarısı apar topar götürülenlerden. 40 gün sonra “yanlışlık oldu” diyerek serbest bırakılmış. “BM’den mülteci olarak kabul gören biriyim ben, altı senedir de İstanbul’da yaşıyorum. İki çocuğumla birlikte Kayaşehir’deki evimde kalırken 29 Temmuz akşamı apar topar Terörle mücadele şubesine götürdüler bizi. 11 gün kaldık orada. Ardından yabancılar şubeye götürdüler. 8 aylık hamile olduğumu bildikleri halde, 40 gün sonra bıraktılar beni. Bırakırken ‘Bizimle işiniz bitti, özür dileriz, yanlışlık oldu’ dediler. Avukatlar müdahale edince yumuşamışlar herhalde. İmza vermeye gidiyorum şimdi. Bizim DEAŞ’le veya herhangi bir örgütle bağlantımız olmadığı halde mağdur olduk. Özbekistan’da imamlardan başkasının Kuran öğrenmesine izin vermezler. Bir çocuk cumaya gitse, anne babasına ceza verilir. Başörtüsüyle gezmek de yasaklandı. Başörtüsünü moda gibi yaparsan, bir şey demiyorlar. Okullarda zaten yasak. Bu yasaklar kanuni değil ama uygulamalar böyle. Üstelik devleti yıkmak suçuyla cezalandırılıyorsunuz. Bu sebeplerden dolayı kaçtık ülkemizden. Dinimiz, kültürümüz yakın diye Türkiye’ye geldik, böyle bir şey beklememiştik.”

Komşular suçluymuşum gibi davranıyor

Muattar Raşidova, Kumkapı’nın kötü bir anı olarak akıllarında kaldığını söylüyor. “29 Temmuz gecesi saat 01:00 gibi polisler geldi. Önce evi aradılar, sonra da beni ayrı bir yere, eşimle dört çocuğumu ayrı bir yere götürdüler. Şüpheli benmişim, o yüzden ayrı yerde tutuluyormuşum. Esenler Emniyetinde 11 gün kapalı bir odada, sorgulanmadan, herhangi bir açıklama yapılmadan kaldık. Sadece dua ettik. 11 gün sonra ifademizi aldılar. İfadeden sonra savcı ‘eşinizin numarası sizin adınızaymış, o numaradan DEAŞ bağlantılı kişilerle konuşmuşsunuz’ dedi. Eşimin numarası benim adıma değil, üstelik ikimiz de DEAŞ’le bağlı kimseyle konuşmuyoruz. Eşimle çocukları bir hafta içinde serbest bırakmışlar. Kumkapı’ya gittikten sonra çocuklarımı görebildim ancak. Bir ay sonra denetimli serbestlik şartıyla bıraktılar. 2013 yılından beri Türkiye’de kalıyorum. İnsani ikametgahımız vardı. Daimi ikamet için randevu almıştık. Çocuklarımın dinini rahatça yaşayabilmesi için Türkiye’ye geldik. Özbekistan’da dinimizi yaşamak çok zor. Kapalı gezerseniz, camiye giderseniz sizinle uğraşırlar. Burada da bu şekilde bir muameleyle karşılaştık. Kod var dediler, ama hiç anlamadım onu. Biz Türkleri çok seviyoruz, darbeden sonra da meydanlara çıkmıştık. FETÖ’cüler mi yaptı acaba diye de düşündüm. Şimdi ne yapacağımızı bilemiyoruz. Komşular da farklı bir gözle bakıyor artık. Suçluymuşum gibi davranıyorlar. Çok zor durumdayım.”

DEAŞ’lılarla birlikte kaldım

Doğu Türkistanlı İ. Abdülmecid’in hikayesi, Özbeklerin hikayesinden çok farklı değil. Başarılı bir öğrenci olan Abdülmecid, hukuk fakültesi 3. Sınıf öğrencisi. İnsani ikametini yenilemek için Göç İdaresine gittiğinde gözaltına alındı. 87 gün sonra da serbest bırakıldı. “İtalya’dan 2012 yılında geldim Türkiye’ye, Şehir Üniversitesinde Hukuk okuyorum. 27 Haziran’da İkametimi yenilemek için Göç İdaresine gittiğimde, sınır dışı kararım olduğunu söyleyerek içeri aldılar beni. Kumkapı Geri Gönderme Merkezine götürüldüm. Önceleri isim karışıklığı olduğunu düşünüyordum. Kumkapı’da her yer kapalı alan, insanlar sigara içiyor. Sigara beni rahatsız ettiği için, sigarasız oda olup olmadığını sordum. Çoğunluk DEAŞ’lilerin kaldığı bir odayı gösterdiler. Sonradan öğrendim. Onların arasında kalırken, Suriye’deki olayları öğrendim. Pek fazla bilgim yoktu bu konularda. El-Nusracı, DEAŞ’ci, muhalif bir sürü kişi kalıyordu orada. Asıl savaşın birbirleri arasında olduğunu öğrendim. Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı geçti. Darbe gecesi herkesi saldılar. Bir tek bizim odada kalan 16 kişiyi terör şüphesinden dolayı salmadılar. Bana G-87 kodu koymamışlardı ama istihbarattan arama emri olduğu için salmadılar. Özbek operasyonunda da oradaydım. Kayaşehir’den, Kaynarca’dan Özbekler getirildi. 22 Eylül’de ben çıkarken de bir sürü Özbek getirildi. 87 gün sonra denetimli serbestlik kararıyla beni saldılar. İki davam var hala. Mahkeme için delil toplamaya çalışıyorum şimdi. Telefon hattım iptal edilmiş. Benim iznim olmadan Suriye uyruklu biri tarafından hattım başka bir GSM operatörüne geçirilmiş. Eğer o yönde bir şey çıkarsa, temiz kurtuluruz bu işten. Olayı takip ediyorum.”

Benzer konular