Hz. Peygamber (sav)’i romanla anlatmak mümkün mü?

Peygamber Efendimizin hayatını günümüz dünyasına taşımak, onu çeşitli yöntemlerle anlatmak konusu çerçevesinde romana, yani kurmaca edebiyata hep şerh düşülmüştür. Romanın yapısı bakımından tasvire, muhayyel dünyaya ve kurmacaya yer vermesi gerekirken, Peygamber efendimiz söz konusu olduğunda hakikate bağlı kalma mecburiyeti doğmaktadır. Bu konuda genel endişeler aynı olsa bile, yöntem üzerinde yeni formlar bulunarak Hz. Peygamberi anlatmanın adabını, sınırlarını, hassasiyetlerini, gözetilmesi gereken ilkeleri bulmamız gerektiği konusu da ortada.

Meridyen Derneği, FSMVÜ Edebiyat Fakültesi, İÜ Edebiyat Fakültesi, MÜ İlahiyat Fakültesi, İMÜ Edebiyat Fakültesi’nin işbirliğiyle düzenlenen, Sireti Surette Görmek – Hz. Peygamber’i Kurmaca Dünyada Yazmak sempozyumu bu konudaki kafa karışıklığını gidermek ve doğru bir yöntem belirlemek açısından önemli bir çalışma oldu. Biz de Gerçek Hayat dergisi olarak konunun uzmanlarına Peygamberimizin hayatının roman olarak yazılıp yazılamayacağını sorduk.  

Nicelik artarken nitelik sorunu oluşuyor

Fatma Ekinci

Hakkında binlerce eser bulunmasına rağmen Mü’minlerin hala Peygamberlerini anlatmak, siretini çeşitli formlarla dile dökmek istemeleri son derece doğaldır. Üstelik bunu, bugünün modern dayatmaları karşısında Hz. Peygamber’in rehberliğine daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde yeni bir dil ve üslupla yapmanın gereği ortadadır. Ancak, Hz. Muhammed (sav)’in doğrudan vahye muhatap oluşu, sünneti ve hadislerinin dinin referansları arasında kabul edilmesi, O’nu herhangi bir tarihi şahsiyet olarak görmemize izin vermez. Dolayısıyla O’nu anlatırken kullanılan dil, üslup, form ve bilginin özenle seçilmesi, azami düzeyde hassasiyet gösterilmesi gerekmektedir.

“Sireti Surette Görmek” Çalıştay dizisinin ilki, gerek içerik gerekse katılımcıları ile “Kurmaca” özelinde Hz. Peygamber’i anlatmanın imkanı ve yolları konusunda son derce verimli ve doyurucu bir toplantı oldu. İleri sürülen her görüş, yapılan değerlendirmeler ve tespitler son derece kıymetliydi.  Akademik seviyenin yüksek oluşu, farklı, hatta zıt kanaatlerin polemiğe girmeksizin ve konunun hassasiyeti gözetilerek rahatlıkla ifade edilebilmesi bu tür netameli konuların tartışılmasında belirli bir seviyeyi korumanın mümkün olduğunu da gösterdi.

Romanın tartışmanın odağında olduğu çalıştayda bir edebi form olarak gerek ontolojisi, gerek muhayyileyi sınırlaması ve romancının tasavvurunun öne çıkması hasebiyle romanın, Hz. Peygamber’in hayatı söz konusu olduğunda tercih edilmesinin doğuracağı sorunlar mevcut yayınlar üzerinden örneklendi. Esasen form kadar kullanılan dil, üslup ve içeriklerin de ne kadar sorunlu olduğu görülen bu çalışmalar, Siyer-Edebiyat ilişkisi bağlamında konunun tartışılmaya devam edeceğini gösteriyor.

Hz. Peygamber’i romanla anlat(ama)mak

Fatih ANDI

Roman, bize ait olmayan bir dünyanın tarihsel süreçleri, toplumsal şartları, estetik gözü, hayat pratikleri içerisinde vücut bulmuş, bu oluşum şartlarını ontolojik yapısında taşıyan bir türdür. Dokusunu ören trajedi, çatışma, görselleştirme, mahremiyetin ifşası, sokağın dilini kullanma, çıkmazdaki hayatların üzerinde yükselme, huzursuzluğun burgacında derinleşme gibi ögeler, onu modern zamanların destanı yapmıştır. İyi bir roman, bir sanat eseridir ve bunlarla yürür. Bu refleksleri dışlayan bir roman olur mu? Olursa, o roman, türünün iyi bir örneği midir? Hayır. Bu durumda, Peygamber’in hayatını romanla yazabilir miyiz? Yazdığımızda, ya türün kötü örneklerine indirgeyeceğiz, türü bozacağız ya da Peygamber’in hayatını değiştirip bozacağız. Buna hakkımız var mıdır? Her ikisi de “âdâb dışı”lık değil midir? Zira Peygamber, bir Müslüman için kutlu ve muhterem bir şahsiyettir. Hayatını bilmek ve hayatımıza tatbik etmek, bir “ibadet”tir. Bir Müslüman, ibadetini böyle bir ilişkiye teslim edebilir mi? O’nu romanın diyalogları içerisinde nasıl konuşturur, hadislerin dışında keyfî cümleler mi söyletecektir, hayatını hangi çatışmalar çerçevesinde kurar, “trajik”leştirebilir mi, hangi mahremiyetleri hangi sınırlar çerçevesinde söz konusu edebilir, “kurmaca” bir dünyanın yazar tarafından kurgulanmış bir kahramanına dönüştürebilir mi? Yazarın kurguladığı kurmaca dünyanın Peygamber kahramanı, mü’minlere yazarın tasavvurunu dayatmamakta mıdır? Hayatının siyer kaynaklarında inceden inceye aktarıldığı bir şahsiyeti, değiştirmeden, çarpıtmadan, “özgünlük” yarışı ile nasıl romana konu edineceğiz?

Bu sorular, bir Müslüman âdâb ve hassasiyeti ile cevap beklemektedir. Öyleyse, Peygamber’i romanla anlatmak gibi bir teslimiyetçi tavır içine girip ya türün kötü örneklerine talim edeceğiz, ya “âdâb dışı”na çıkmayı göze alacağız, ya biyografik-gerçekçi roman anlayışının dışında başka kurmaca tekniklerle başka roman yolları deneyeceğiz, ya da yeni tür imkânlarını kendimiz oluşturacağız. Roman elbette bir sanattır, ama heykel, resim, karikatür, sinema vs. sanat alanlarında olduğu gibi, benim “muhterem”ime ve “ibadet”ime elverişli bir imkân değildir.

Bugünün her biri birbirinden feci, popüler kültür ürünü, seviyesiz “siyer romanları” yahut “roman tadında siyer”lerini gördükçe, bu çabanın mevcut “siyer-roman” sömürüsü çarkını da durdurabileceğini düşünmekteyim.

Bilinçaltı nasıl sergilenecek

Necip Tosun

Çağdaş öyküye yoğunlaşmış, ona kafa yormuş bir kişi olarak neredeyse Peygamberimiz üzerine yazılmış hiçbir öykü hatırlamıyorum. Peki, bu tereddüt nereden kaynaklanıyor? Bunun akla gelen ilk cevabı öykünün “kurmaca” özelliğinden kaynaklanıyor. Kurmaca (öykü / roman) ister bire bir yaşananları, gerçekleri anlatsın, ister düşsel bir evreni yansıtsın, sonuçta, bütün bunlar yazarın disiplininden geçer ve onun müdahaleleriyle oluşur. Bu nedenle kurmacanın doğrudan doğruya gerçekle bağlantısı kurulamaz.

Edebiyat, bilgi aktarmaz, yorumlar, nüfuz ederek o olayın arkasındaki insani yanları ortaya çıkarır. Tarih, edebiyatın sadece malzemesidir, o, oradan kendi dünyasını kurar, artık burada kurmacanın gerçekliği işlemeye başlar. Ne var ki seçilen kişi, tarihi bir kişilikse veya tarihi bir olaysa bilinen gerçeklere uymak durumundadır. Elbette eserde kurmacanın kuralları işleyecek ama bu kişilik ve olaylar dönüştürülmeyecektir. Söz konusu Hz. Peygamber olunca bizzat hakikati söylemek durumunda kalınacaktır. Bu da yazarları tereddüte düşürüyor.

Dönem anlatılarındaki bilgi eksikliği de yazarları duraksatıyor olabilir. Bir kurmaca yazarının tarihi, anlatılan dönemi iyi bilmesi ve iyi analiz etmesi gerekir. Diğer yandan Hz. Peygamber nasıl konuşacak, bilincine, bilinçaltına nasıl girilecektir? Kahraman yaratma çabası sonucunda gündelik dilin içinde yüce şahsiyet yaralanabilecektir. Adı konmuş bir peygamber anlatıldığından hiçbir şekilde kurmaca işlemeyecektir. Oysa kurmacanın en büyük özelliği muhayyilenin devrede olmasıdır.

Kurmacanın en büyük anlatım imkânı tasvirdir. Oysa tasvir bir şeyin adını koyarak çoğaltımı engeller. Kurmacadaki karakteri tanırız. Nasıl biridir, nasıl yürür, nasıl konuşur, neye sinirlenir vs. Kurmacanın bu özelliğinden dolayı gerekli dikkat, özen gösterilmezse Hz. Peygamber sıradanlaşarak, herkes gibi bir karaktere dönüşür ve tasviri yapılarak somutlanır.

Diğer yandan Peygamberimizin bilinçaltı nasıl sergilenecek, evlilikleri, gönül ilişkisi nasıl anlatılacaktır? Bütün bu sorulardan dolayı kurmacada Hz. Peygamber’in anlatılması büyük bir tereddüt olarak ortada durmaktadır.

Diyalogları rahat veremeyiz

Ahmet Murat

Peygamber efendimizin hayatını yazmak, siyer veya belgesel yazmak demektir. Belgesel yazılmış olunca, hadis, ayet veya sahabenin tanıklıklarıyla belgelere dayanmış oluyor. Aslında bu şekilde İslam tarihi ve hadisin mevzusuna girmiş oluyoruz. Buradan hareketle bir Hz. Peygamber hayatı yazılabilir. Ama buna roman diyemeyiz, çünkü romanın kendi şartları ve dinamikleri var. Bu dinamikler; kurgusal olması, kendi içinde düğümlerin oluşması, bu düğümlerin makul, inandırıcı ve ilgi çekici şekilde çözülmesi gerekiyor. Peygamber efendimizin hayatında da düğümler var ama bu düğümler çoğunlukla ilahi müdahaleyle, vahiyle veya mucizeyle çözülüyor. Böyle olması da çok normal, çünkü peygamber hayatı böyle bir şey. Fakat bu romanın yapısına, mekanizmasına uygun değil. Roman olması için bu düğümlerin kendi iç dinamikleriyle dışarıdan müdahale olmadan, ilgi çekici ve inandırıcı bir şekilde çözülmesi lazım.

Hz. Peygamberin hayatındaki unsurlar, belli temalar, belli hikâyeler, belli parçalar bire bir eşleştirmeden bir romanın içinde geçebilir. Mesela Buğday filminde Hızır-Musa kıssası var. Ancak Hızır-Musa kıssasından bağımsız olarak seyredildiği zaman da film bize bir şey söylüyor. Aynı şekilde Hz. Peygamberin hayatındaki hicret ile alakalı bölümü tema olarak alıp, siyer gibi yansıtmadan romana dönüştürebiliriz. Gerçek isimler olmadan iki karakteri bir şehirden başka şehre hicret ettirmek istesek ve bunu Hz. Peygamberin hayatındaki şartları göz önünde bulundurarak, uyarlayarak yapsak bundan bir roman çıkar, kimse de bize “hicretin romanını yazmışsınız” demez, ama hicreti anlattığımızı hissettirebiliriz. Veya hicretin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayabiliriz. Peygamberin hayatı söz konusu olduğu için, “Aişe ile karşılaştığında kalbi çarpmaya başladı” gibi romanlarda olması gereken psikolojik tahlillere giremiyoruz. Diyalogları da rahat veremiyoruz, diyalogların hadis olması ve rivayetlerde geçmiş olması lazım. “Geceleyin uyku tutmadı, bir sağa bir sola döndü” gibi çok basit bir cümleyi bile kuramıyorsun, belki de gerçekten öyle oldu, ama bunu bilemiyoruz. Roman bu yüzden olamıyor.

Yeni formlarla Peygamberi anlatmanın yolları

Cemal Şakar

Ben içeriğin evrensel, formların tarihsel olduğunu düşünüyorum. Konumuz bağlamında Hz. Peygamber ve genel anlamda da peygamberlere olan muhabbetimiz evrenseldir. Çağ değiştikçe kimi formlar ölürken, yenileri doğar. Modern zamanlarda roman ve öykü diye yeni formlar doğdu. Bu formlarla Hz. Peygamberi anlatabilmenin yollarını bulmak zorundayız. Çünkü mevlit, mesnevi ya da miraciyeyle bugün anlatabilmek mümkün değil.

Formlara salt “gavur icadı” diye sırt dönemeyiz. Geleneksel formlar da Hint’ten, Çin’den, Bizans’tan, Cahiliye döneminden alındı. Önemli olan onu alıp kendi hassasiyetimize göre dönüştürebilmek. Unutmamalıyız ki Müslüman, zamanının çocuğudur. Bu durum ona vakti kuşanmak gibi bir sorumluluk yükler. Yaşadığı zamanı anlamak, ona müdahale etmek bu sorumluluğun en önemli yanlarındandır. Çağ değişmemiş, eşyayla kurduğumuz ilişki hâlâ atalarımızınkiyle aynıymış gibi yapmanın bir anlamı yok. Hz. Peygamberin bizlere ilettiği vahyi ve onun sünnetini bizden sonraki kuşaklara aktarmanın yolunu bulmalıyız.

Bence bugünlerde Hz. Peygamberi anlatmanın adabını, sınırlarını, hassasiyetlerini, gözetilmesi gereken ilkeleri vb. tartışmamız gerekiyor. Bu bağlamda tartışmalarımızı genişletemezsek, bir yandan kültür endüstrisi rahat durmuyor ve insanların peygamber muhabbetini metalaştırıyor. Bunu engelleyebilir miyiz, bilmiyorum. Ama insanların önüne en güzel örnekleri koymak, bugünün Müslümanlarının boynuna borçtur, diye düşünüyorum.

Bir de bu tartışmalarda Hz. Peygamber sanki şimdiye kadar hiç anlatılmadı da biz yeniler icat çıkarıyoruz. Oysa öyle değil, tarih boyunca atalarımız Hz. Peygamberi en güzel şekilde anlatageldiler zaten.

Tarihsel gerçeklere birebir uyma zorunluluğu var

Alaattin Karaca

Peygamberimizi şiirle ya da müzikle anlatmak pek sorun oluşturmuyor da, niçin resim, sinema, heykel,  tiyatro ve romanla anlatmada birtakım sakıncalar var? Her şeyden önce şiir, öykülemeye ve teşhise değil, tecride uygun bir sanattır; yani vaka, zaman, mekân ve şahıslar itibarıyla somutlaştırmaya gerek duymaz. Ama diğer sanat dallarının ortak yönü “somutlaştırma”dır. Oysa Peygamberimiz söz konusu olduğunda, İslâm’ın bildirdiği tarihsel gerçeklere, yasaklara, adap ve ahkâma uyma zorunluluğu var! Tarihsel gerçeklere birebir uyma mecburiyetinden dolayı Peygamberimizi roman formunda yazmak zor! Çünkü roman adı üstünde bir “kurmaca”dır, tarihe birebir uyma mecburiyeti, böyle bir eseri roman olmaktan çıkarıp “tarih”e dönüştürür. Dolayısıyla O’nu –doğum öncesinden başlayıp ölümüne kadar-  anlatacak bir “biyografik roman” yazmak bence mümkün değil. Yazılsa da, bu romanın değil, siyer ilminin kurallarına uyar; dolayısıyla “roman” olmaz.

Ama bugün romanda farklı anlatım teknikleri kullanılabiliyor. Kanaatimce modern insanı, onun açmazlarını, arayışlarını, yaşadığı hâlleri anlatan bir romanda; -meselâ modern dünyada bir savaşta yaşanan bir tedbirsizlik ile Uhud’da okçuların mevzilerini terk etmesi arasında bir bağ kurularak- Peygamberimiz devrinde yaşanan bir olaya atıfta bulunulabilir. Burada amaç, tarihî vaka ve eşhası anlatmak değil, “hâl”ler arasında felsefî/metafizik, siyasî/soysal benzerlikler kurmaktır.  Adap ve ahkâma, estetik kaygılara riayet etmek şartıyla tabii. Ama günümüzde Peygamberimizi konu edinen romanların çoğunda bu kaygılar yok! Müslümanlar öncelikle şu buyurgan, otoriter, olağanüstü, menkıbevi, ağdalı, vaaz/nasihat dilini bırakmalı! Çünkü asıl bu dille İslâmî realiteden ve estetikten kopuyorlar!

Romanın metafiziğine karşıyım

Ömer Lekesiz

Benim romana karşı oluşum romanla sınırlı değil. Sadece sorun roman merkezli olarak sıkça karşıma çıktığı için böyle anlaşılmaya başlandı galiba. Asliyetinde, sürekli olarak Batıya karşı eleştirel bir bakış açısına sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum. Malumunuz roman modern zamanların bir icadı ve arkasında Hıristiyani bir metafizik var. Benim karşı olduğum tam da bu metafizik.

Son üç yüz yıldır Müslümanlar olarak maddi (medeni) planda bir çöküş içindeyiz. Birçok alanda olduğu gibi sanat ve edebiyat konusunda da kendimize mahsus bir anlayış, kavramsal bir çerçeve ortaya koyamadık. Bunun sonucunda da iki temel yaklaşım ortaya çıktı. Birisi, Batıdan gelen formları düşünmeden, tartışmadan benimsemek, diğeriyse geleneksel formları olduğu gibi bugüne taşımaya çalışmak.

Biliyoruz ki formlar tarihseldir, dolayısıyla onları mutlaklaştırmak doğru değildir. Bize düşen öncelikle bizden öncekilerin ortaya koyduğu İslami zihniyetin kodlarını çözümlemek ve onlardan yeni (ve sahih) prensipler üretmek, daha sonra da bu prensiplere uygun formlar ortaya koyabilmektir.

Bugünün Müslümanları olarak bizlere düşen öncelikle bize ait bir metafizik ile ondan beslenen sanatı yeniden kurmak ve bu çerçeveye uygun eserler vermektir, diye düşünüyorum.

Peygamberi modern hayatın içine çekemeyiz

Gönül Yonar

Bugün sanat, ilahiyat ve akademi dünyasının tartıştığı iki ucu keskin bir sorudur bu. Çünkü Allah Resul’ünün hayatı roman tarzında yazılabilir diyenler, her dönemde O’nun sanat yoluyla anlatılmasını ve geleceğe taşınmasını arzu eden ve bu niyet üzere dönemin tüm sanat yöntemlerini kullanmak gerektiğini düşünenlerdir. Bunda haklıdırlar çünkü bir Fuzuli, bir Süleyman Çelebi nasıl ki kendi döneminin sanat imkanlarıyla Allah Resul’üne duydukları sevgiyi dile getirmiş ve ortaya koymuşlarsa, bugünün sanatçısı da dönemin imkanları eşliğinde bu amaca hizmet etmek aşkıyla yola çıkabilir. Bu yönü ile Allah Resul’ünün hayatını herhangi bir sanatsal formda anlatmaya imkan doğmalıdır. Görsel ya da yazınsal alanlar buna müsaittir.

Tartışmanın diğer ucunda Efendimiz’in hayatının kesinlikle roman türünde yazılamayacağına dair bir görüş var ki şahsen piyasadaki romanları incelemiş biri olarak ben de belli şartlarla ve karşı tarafın argümanlarını yok saymayacak mesafede durarak bu görüşe katılıyorum. Bunu piyasadaki mevcut romanlara dayanarak söylüyorum. Bu yönüyle Efendimiz’in romanının neden yazılamayacağı değil, neden yazılamadığı sorusu ile daha çok ilgiliyim. Son 15 yılda Efendimizi anlatmak maksadıyla yazılmış romanların O’nun hayatını anlatabilmek bir yana ciddi noktalarda çarpıttığını söylersem abartmış olmam

Necip Fazıl, Çöle İnen Nur’un giriş bölümünde Allah Resulü ’nün hayatını anlatma niyeti karşısında kendi kendini sorgularken, bu tartışmada çok işimize yarayacak düşünceler zikreder. “Tekrarlamak, bir şeyi tam mâluma ircâ ettikten, çepeçevre sardıktan ve kavradıktan, yâni posalaştırdıktan ve cevhersizleştirdikten sonra ele almak demekse sen hiçbir surette tekrarlanamazsın.”der. Necip Fazıl ile bugün Peygamber romanı yazanlar arasında devasa fark şudur: Necip Fazıl kendisinden kaçıp kurtulabilmek ve O’nun enginliğinde kaybolabilmek sevdasıyla O’nu yazmaya karar verirken, bugünün romancısı, kendi konumundan gıdım kımıldamadan Efendimizi modern hayatın içine çekip kendisine göre konumlamakta bir beis görmez.

Benzer konular