Hong Kong’ta gonklar kimler için çalıyor?

Kapitalizmin cennetinde neler oluyor? Asya’nın en büyük serbest pazarı ve en işlek limanı, geçici bir âraf mı yaşıyor, yoksa cehennemî bir kaosun dönülmez ufkunda mı? Geçtiğimiz pazar günü yapılan mahalli idareler seçimi, belirsizliği seyreltmek bir yana koyulaştırdı. Haziran ayından bu yana şiddeti artan bir tayfun gibi ortalığı kasıp kavuran devasa protestoların seçime nasıl yansıyacağı sorusu nihayet cevap buldu ama cevap bekleyen daha çetrefilli sualleri adanın etrafına yığmaktan geri kalmayarak.

Farklı bir hikâye

Yüzde 71 ile Hong Kong’un kısa ve kırılgan demokrasi tarihinin en yüksek katılımlı seçimi unvanını hak eden oylamada Pekin yanlıları tek kelimeyle hezimete uğradı. Aylardır sokakları tekinsizleştiren, turizm gibi hayati bir sektörü iflasa sürükleyen isyan dalgasının sandığa bu şekilde yansıyabileceği pek az analist tarafından öngörülebilmişti. Çin şaşkınlığı üstünden atabilmiş değil. Bugüne dek “radikal göstericilerin isyanı”, “terör benzeri eylem” olarak niteledikleri hâdiselerin böylesine parlak bir demokratik meşruiyete bürünmesi karşısında yeni sıfatlar bulmakta güçlük çekecekleri kesin.

Nüfusunun yüzde 93’ü Çinli ve Budist olan, demografik olarak da coğrafi olarak da Çin’in doğal bir parçası olan Hong Kong bu duruma nasıl geldi? Bugünü anlamak için durumu özgün kılan hikâyeye yakından bakmalı.

Büyük ödül

Alelade bir balıkçı kasabasından küresel ekonominin aort damarlarından bir mega-kente giden yol oldukça engebeli ve dolambaçlıydı. Her şey bir yudum çayla başladı aslında. İngilizler Çin’den gemiler dolusu çay alıyor, karşılığında hiç bir şey satamayınca ödemeyi altın ve gümüş olarak yapıyorlardı. Bu da canlarını fena halde sıkıyordu.

“Her Çinli bir parmak uzun elbise giyse Manchester dokuma fabrikalarına yüzyıllarca yetecek bir pazar bulunur” diye bir İngiliz atasözü icat olunmuştu fakat Çinlileri tüketime özendiremiyorlardı. Ticaret açığını kapamak için bir yol bulmalıydılar. Buldular da. Hindistan’da sudan ucuz üretilmiş afyonu varil varil Çin pazarlarına soktular. Böylelikle çay afyonla takas edilecek, altın ve gümüşler artık İngilizlerin kasasında kalacaktı. Sözgelimi Hong Kong’ta her üç kişiden biri afyon müptelası olduğunda dengeyi Çin aleyhine bozmayı başaracaklardı. Roosvelt’in dedesinden tutun günümüzün anlı şanlı baronlarının ataları bu yolla zenginleşecekti.

Çin uyuşturulup soyulduğunu fark edince afyon ticaretini durdurmaya kalktı. Çâreyi ele geçirdiği kaçak 20 bin balyayı yakmakta buldu. Bu defa East India Company, görevi İngiliz donanmasına bıraktı. 1839’dan 1842’ye dek süren Birinci Afyon Savaşı koca ve kocamış ülkenin istilasıyla sonuçlandı. Çin’e haysiyet kırıcı imzanın attırıldığı HMS Cornwallis gemisi, 73 yıl sonra bu kez Türkleri zelil etmek üzere Çanakkale açıklarına demirleyecekti.

Savaşın finansörü Rothschild ailesiydi ve zaferden sonra büyük ödülü aldı. Hong Kong onlara teslim edildi. The Hongkong and Shanghai Banking Corporation, nâm-ı diğer HSBC, 1865’te orada kuruldu.

Beyaz Adam’ın yükü

Hong Kong, İngilizler için mal ve para naklinde güvenli bir liman oldu. Teşekkürlerini lüks lokantalarının girişine astıkları “Köpekler ve Çinliler Giremez!” tabelalarıyla sundular. Öyle ya, Beyaz Adam’ın yükü ağırdı; barbar ve ilkel doğuyu medenileştirmek için bunca yol tepmişti. 1898’deki kira sözleşmesiyle İngilizlere 99 yıllığına resmen devredilen Hong Kong 1997’de Çin’e iade edilirken son İngiliz valisi yaptığı konuşmada 156 yıldır yaptıkları sömürüyü Sorumluluk kavramıyla izah etmiyor muydu?

Onca yıl İngilizlerin ciddi bir fizikî güce gerek duymaksızın Hong Kong’u ellerinde tutmaları da bu söylemi peçelemiyor değildi hani. 1960’lara dek işgalciye çıtını çıkarmamış halkın yerinde başkası olsaydı neler olurdu, bunun cevabını dünyanın dört bir yanında etraflıca vermişlerdi ne de olsa.

Tek ülke iki kulvar

Kira sözleşmesi bittiğinde kiracı, evi ancak birtakım şartlarla ev sahibine bıraktı. Tek Ülke İki Sistem adını alacak olan bu formüle göre 50 yıl boyunca buranın siyasi ve ekonomik sistemine Çin müdahale etmeyecekti. Merkezin -sözüm ona- Sosyalist, adanın kapitalist kulvarda yan yana yürümesi elbette ki kâğıt üstündeki kadar kolay olmayacaktı. 1 Temmuz sabahında Çin Halk Cumhuriyeti Özel Yönetim Bölgesi adını alan Hong Kong, sömürgecilikten kurtulduğu için bayram ediyor değildi. Zira sömürgeciden kurtuluş, daha az özgürlük ve daha az demokrasi manasına gelmekteydi.

Liberalizme alışmış bir halk, Çin’e kurşun askerlik yapmaya pek hevesli değildi. Pekin’in her türlü yasal düzenlemeye karşı veto yetkisini deruhte etmiş olması bile iplerin gerilmesine yetiyordu. Güvenlik ve dış politikayı belirlemek Pekin’e; kendi para birimini kullanıyor olmak da Hong Kong’a yetmiyordu.

Çin, iç işlerine müdahil olmaya, ekonominin dizginlerini kendi eline almaya kalktıkça sokağın hareketlenmesinde şaşılacak bir şey yoktu. 2003’ten itibaren müteaddit defalar sokakları dolduran kitleler İngilizlere yapmadıkları şeyi yaparak kendi muhalefet ve direniş geleneklerini oluşturuyordu. Taahhütlerine rağmen yaptığı hamlelerle Çin’in yaydığı güvensizlik çok farklı kesimleri sokakta kenetliyordu. 2014’te Şemsiye Hareketi’nde olan buydu. (Polisin sıktığı biber gazından korunmak için göstericilerin kullandığı şemsiyeler direnişe adını verdi.) Liselerin ve Liman işçilerinin öncülüğündeki direnişe Arap Baharı’ndan da ilham alan 1 milyon kişi destek vermişti.

Zengin milliyetçiliği

2017’de saflar iyice netleşti. Ekonomik ve sınıfsal etkenlerden köken alsa da Hong Kong’ta yaşananlar “zengin milliyetçiliği” niteliği taşımaktadır. 15 yıllık bir süreç sonunda artık dava Hong Kong’u Çin’e karşı birleştirme davasıdır. 2014 direnişleriyle birlikte Pekin Yanlısı ve Demokrasi Yanlısı kampın yanına bir de Bağımsızlık Yanlısı kamp eklenmiştir. Yaşananlar bir bağımsızlık kavgasıdır. Çin’in kuruluşu olan 1 Ekim’in Hong Kong muhalefeti tarafından Matem Günü ilan edilmesinden daha açık ne olabilir?

Nisan ayında zanlıların iadesini kolaylaştıran bir kanun teklifinin meclise gelmesiyle barut fıçısı alev aldı. Muhalefete göre tasarı Çin’in Hong Kong’taki muhalifleri sindirme planının sinsice bir adımıydı ve direnmezlerse yarın gözlerini Çin hapishane ve işkencehanelerinde açabilirlerdi.

Az sayıda göstericiyle başlayan protestolar halka halka genişleyerek milyonlarla ifade edilir olacaktı. Merkezî caddelerin yanı sıra Uluslararası Havalimanı’nın ve meclisin dahi işgal edildiği eylemlerde şiddetin dozu da giderek artacaktı. Pekin yanlılarının ve Çinlilerin hedef alındığı linç örnekleri, tıpkı gerçek bir savaşta olduğu gibi kalkanlar ve de oklar… Attıkları ateşli okla bir polisi öldürmeleri neticesinde Çin askerlerinin ilk kez kışladan çıkması. İstedikleri bu muydu yoksa? Sular durulmamakta kararlı.

Yeni bir Tiananmen mi?

Meclis işgalinde İngiliz işgal bayrağının açılması hareketin tıynetini teşhir bakımından önemliydi. Limandaki Çin bayrağını indirerek denize atan göstericilerin dev Amerikan bayrakları dalgalandırmaları da. Dış müdahale için şartları olgunlaştırmaya heveskâr, taşkın bir kitle mevzubahis.

Hong Kong yönetimi önce askıya alındı, sonra da “Yasa öldü!” diyerek tamamen geri çekildi. Buna rağmen tayfun dinmiş değil. Daima Çin Seddi gibi surların gerisinde kalmayı seçmiş bir medeniyet dünyaya iştahla açılırken önüne çıkan bu engelin üstesinden nasıl gelecek? Bunu bir karara bağlamışsa bile biz faniler şimdilik bilemiyoruz. Komşu ilde tatbikat üstüne tatbikat yapan ordu birlikleri, her türlü siyasi maliyeti göze alarak yeni bir Tiananmen Meydanı hâdisesi için Hong Kong’un üstüne çullanır mı, meçhul. Yoksa dillere destan Çinli sabrıyla zamana oynayarak işgal etmeksizin, geri adım da atmaksızın muhalifleri yıpratarak çözümsüzlüğün devamını mı sağlar?

Ne demişti Mao Zedung? “Bırakalım geçmiş bugüne hizmet etsin; yabancılar da Çin’e!” Biz de bırakalım bugün yarına hizmet etsin. Ve bakalım Çin’in karar alıcıları neye hizmet edecek?

Benzer konular