Hicaz layık olduğu yönetime kavuşmalı

Hac sadece tavaf etmek, Arafat’a çıkmak, şeytan taşlamak ve kurban kesmek değildir. Hac Müslümanların büyük bir kongresidir. Sorunlarını görüşürler, tartışırlar ve çözüm arayışı içine girerler. Fakat maalesef bugün tekil ve sorunlu bir yönetim altında bu misyonuyla örtüşen bir konumda değil. Mekke ve Medine beynel Müslimin bir komite tarafından yönetilmeli ve Hicaz bölgesi ayrı bir statüye sahip olmalı.

Amerika’nın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan ederek elçiliğini buraya taşımasının ardında, Suudi Arabistan’ın İran’a karşı Amerika ve İsrail’in desteğini alma arzusu olduğu konuşulmuştu. Tam da beklendiği gibi oldu. Amerika elçiliğini Kudüs’e taşıdı. 50’nin üstünde Filistinli barışçıl gösteriler esnasında öldürüldü ancak Suudi Arabistan’dan çıt çıkmadı. Hatta Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın “İsrail’le ilişkileri iyileştirme politikası” kapsamında meşrulaştırıldı ve destek gördü. Bir televizyon programında, “İsrail’le çatışmak ve savaşmak caiz değildir. Çünkü Kudüs Yahudilere vaat edilmiş topraklardır” bile dendi. Suudi Arabistan’ın bu politikaları üzerine Mekke ve Medine’nin özgür olmadığı ve özgürlüğüne kavuşturulması gerektiğine dair görüşler dillendirildi. Bazı köşe yazarları ve alimler Mekke ve Medine’nin Müslüman ülkelerin bir araya gelerek oluşturacağı bir kurum tarafından yönetilmesi gerektiğini ifade etti. Biz de, Mekke ve Medine’nin statüsü değişmeli mi? Değişmesi mümkün mü? Nasıl bir yönetim söz konusu olabilir sorularının cevaplarını aradık.

Abdurrahman Dilipak

Uluslararası sözleşmelerle

garanti altına alınmalı

Kudüs’ün geleceğinin tartışılması, Kutsal mekanların geleceğini de tartışma konusu yaptı. Bugün dünyada evrensel temsilciliği olmayan tek din İslam. Dolayısı ile kutsal mekanlar, dini, vakıflar, dini fonların yönetimi, eğitim, Müslümanların ekonomik, sosyal, siyasal yönde dini ihtiyaçları konusu hep muallakta kalıyor.

Esasen Hilafet kaldırılmadı. Hilafet makamı kaldırıldı. Kaldırılırken, Hilafetin mana ve mefhum olarak Cumhuriyetin mana ve mefhumu içinde mündemiç olduğu belirtildi.

Mesela, bugünlerde, Müslümanlar için kutsal olan Tuva ve Turi Sina ziyarete kapalı. Kudüs, Medine ve Mekke’nin ziyareti o devletlerin iznine, vizesine, kurallarına bağlı. Bu kabul edilemez. Kutsal mekanların hakimiyeti olmaz. Osmanlı  “Hakim“ yerine “Hadim” kelimesini kullanır.

İsrail, Kudüs’ü başkent ilan etmekle kalmayacak. Bir sonraki adımı Mescid-i Aksa’yı yıkıp yerine 3. Mabedi inşa etmek isteyecek. Zaten arkeolojik kazı adı altında Mescid’in altı boşaltıldı. Mescid-i Aksa’nın yıkılması aşamasında bizi can evimizden vurmayı deneyecekler. Yani Mekke ve Medine’de kriz çıkartabilirler. Suudi Arabistan ve İran arasında bir füze savaşı ile ziyaret engellenebilir. Şimdi Suudi Vehhabi Şeyh ailesinin geri çekilip, Haşimi ailesinin tekrar Hicaz bölgesinin kontrolünü ele geçirmesi konuşuluyor.

Mekke ve Medine beynel Müslimin bir komite tarafından yönetilmeli ve Hicaz bölgesinin ayrı bir statüye sahip olması gerek. Kudüs’ün, kutsal mekanlarının ise Müslüman, Hristiyan ve Yahudi ruhanilerin temsil edildiği bir kurul tarafından, Osmanlı’da olduğu gibi, dini toplulukların ibadet ve ihtiyaçlarına cevap verecek bir şekilde yönetilmesi gerek.

İnşallah bir gün gelir, Arafat çevresinde İslam dünyası ile ilgili bütün milletlerarası örgütlerin temsilcilikleri bulunur. Mesela beynel Müslimin sözleşmeler Akabe’de yapılsa ne iyi olur. Cidde, İslam ülkelerinin ticari faaliyetlerinin, fuarlarının merkezi olsa. Medine beynel Müslimin ilim ve sanat örgütlerinin merkezi olsa. Buralarda yıllık kongreler, olağanüstü toplantılar, ödüller, sergiler, çalışmalar, medreseler faaliyet gösterseler. İnşallah o günleri de görürüz.

Süleyman Arslantaş

Suudi Arabistan’ın politikaları

ardında parçalanma korkusu var

Mekke ve Medine’nin özel bir statüsü vardır. Harameyn bölgesinin Tevbe Suresi’nin ricalinden bu yana devam eden bir statüsü vardır. Dolayısıyla buranın statüsünü değiştirmeye yönelik herhangi bir girişim, ortaya konacak herhangi bir çaba akim kalacaktır. Zira bugüne kadar ne Suudi Arabistan yönetiminin, ne de sair bir devletin bu statüyü değiştirmeye gücü yetmedi, bundan sonra da yetmeyecektir. Aslında Suudi Arabistan’ın ortaya koymaya çalıştığı politikaların en önemli sebeplerinden bir tanesi kendi içinde çalkantılar geçiriyor olması. 1925’ten bu yana Suudi Arabistan’da ilk defa yeni bir yönetim, sair prensleri etkisiz hale getirdi. Onların mallarına, mülklerine el koydu. Kendi içlerinde uzun bir kavganın fitilini ateşlendi. Diğer yandan bir toprak bütünlüğü kaygısı Suudi Arabistan’ı bütünüyle kuşatmış durumda. 5 Haziran’da Katar’a bir ambargo kararı almışlardı. Bu ambargo kararının arkasında 3 Muhammed vardı. Muhammed Bin Zeyd, Muhammed Bin Selman, Muhammed Dahlan. Bu üç Muhammed’in orada bir şeyler yapmak istediği muhakkak. Fakat bu yapmak istediklerine ne kendileri güç yetirebilir, ne de destekçileri onları bu değişikliği yapmalarına izin verebilir.

Bence şu an Suudi Arabistan ve İsrail ortak bir kaderi paylaşıyor. İkisi de kendi bölgelerinde meşruiyet sorunu yaşamaya başladılar. Bir parçalanma kaygısı endişesi özellikle Suudi Arabistan’da çok daha yaygın hale geldi. Ben bunları 1987 Mekke olaylarının içerisinde bulunan biri olarak söylüyorum, orada sadece barışçıl ve Kur’an’ın bir hükmünü; Müşriklerden Beraat Yürüyüşü’nü gerçekleştirmek için yapılan bir gösteriye tahammülü olmayan Suudiler, insanları öldürdüler ama herhangi bir değişikliğe o zaman da gidemediler. Bugün de gidemeyecekler, yarın da gidemeyecekler.

Suudi Arabistan param var güçlüyüm mantığı ile hareket ediyor ama hayır, parası olan güçlü değildir. Katar’a ambargo koyma kararı verildiğinde, hemen o gün Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu kararı kabullenmeyeceğini ilan etti. O gün kendi ülkelerinde terör saldırısı olmasına rağmen İran dışişleri bakanı Cevat Zarif, “Biz de kabul etmiyoruz” dedi. Bir sonraki gün, o zaman Pakistan Başbakanı olan Navaz Şerif, “Biz de kabul etmiyoruz” dedi. En sonunda Katar, ABD ile 12 milyar dolarlık silah anlaşması. Katar ambargo kararından söz eden var mı şimdi? Yok. Dolayısıyla Mekke Medine konusunda, statüsünü değiştirmeye yönelik atacakları her adım bir defa Müslümanların, İslam ülkelerinin, yeniden bir kitle halinde karşılarına çıkmalarına neden olacaktır.  Zira geçmişte bunun çok somut örneklerini gördüğümüz gibi, gelecekte de görmek mümkündür. Ben o konuda şahsen hiçbir endişe taşımıyorum. Kutsal beldelerin Müslüman ülkeler tarafından yönetilmesi tartışmaları elbette ki devam ediyor, edecek. 1987 Aralık ayında Tahran’da Mekke’nin statüsü konusunda bir kongre tertiplenmişti. Aşağı yukarı tüm İslam ülkelerinden bir çok alim, ilim adamları geldiler. Rafsancani’nin “Mekke ve Medine’ye yeni bir statü kazandırmamız gerekir ve bu statü bütün İslam ülkelerinin iştirakiyle bir farklı bir yönetime Mekke ve Medine’nin devridir” diye bir önerisi vardı. O kongrede bu karar alındı. Tabi bundan sonra yeni bir takım olaylar oldu. Gelişmeler oldu ama bence bunlar sonuçsuz kalmaya mahkum girişimler.

Mehmet Ali Büyükkara

Müslüman ülkeler yönetim birliği kurabilir

Mekke ve Medine’nin mevcut statüsünün değişmesi için iki ihtimal akla geliyor. İlki Suudi Arabistan’ın bölünmesi ve bağımsız bir Hicaz devletinin kurulması. 10 sene kadar önce ortaya dökülen bazı haritalarda böyle bir durum vardı. Hicaz isminde ayrı bir devletin kurulabileceği ifade ediliyordu. Burası güya dünya dengelerinin değişmesi sonrasında de facto şekilde oluşacak, kendine özgü bir yönetime sahip bir devlet olacak. İkinci ihtimal ise Suudi Arabistan’ın bu bölgenin yönetimini İslam İşbirliği Teşkilatı benzeri bir yapıya devretmesi. Bu durumda ise Müslüman ülkelerin ortaklaşa meydana getirdiği özel bir birlik, Harem-i Şerif’i yönetecek.

Fakat bu iki ihtimal de yakın ve orta vadede pek mümkün görünmüyor. Zira Mekke ve Medine şehirlerinin bulunduğu bu bölge çok önemli. Tarihe baktığımızda, bu kutsal toprakları, iki Harem-i Şerif’i kim yönetimi altında tutuyorsa, Müslümanların liderliğini, halifeliğini o temsil eder gibi sembolik bir algı var. Bu nedenle büyük İslam devletleri Mekke ve Medine’de hutbelerin kendi adlarına okunmasını istemişlerdir. Mesela 4 ve 5. hicri asırda Mısır ve Kuzey Afrika’ya hakim Fatimi devleti Şia kökenli bir inanç ve ideolojiye sahiptir, aynı zamanda Mekke ve Medine’nin yönetimini Sünni Abbasiler’den ele geçirmek için çok gayret etmiştir. Bunu belli bir süre başarmıştır da. Çünkü Hicaz’da bulunmak sembolik olarak Müslümanların liderliğine oynamak anlamına gelir. Bu nedenlerden ötürü Suudi Arabistan’ın mecbur kalmadıkça durduk yerde Mekke ve Medine’nin yönetimini başka bir güçle paylaşacağını düşünmüyorum.

Öte yandan Suudi Arabistan Harem-i Şerif’ler aleyhine bir taviz de veremez dış güçlere. Müslüman halklar ve devletler böyle bir şeye razı olmazlar. Geçtiğimiz günlerde mevzubahis olduğu gibi, mesela orada kilise açılmasını kabul etmezler. Zira bunun icmaen şeriatta yeri yoktur. Böyle bir şeye Suudiler kolay kolay teşebbüs edemez. Zaten bu kilisenin Hicaz’da değil, gayrimüslimlerin de yaşadığı başkent Riyad’da açılacağı konuşulmuş Vatikan’da.

İsrail ve Amerika’nın da Hicaz’la uğraşacağını düşünmüyorum. Onlar Hicaz’ın epey kuzeyinde, Mısır’ın da devreye girmesiyle yeni bir Dubai şehri yaratma peşindeler. Gündemlerinde bu var. Olağanüstü bir olay olmadıkça, zaten gergin olan şu dönemde Mekke ve Medine’nin statüsü gibi hassas bir konunun gündeme taşınması kimsenin işine gelmez.

 

Süleyman Gündüz

Hicaz bölgesi kendisine layık şekilde yönetilmiyor

Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa’nın özel bir statüsü vardır. Özellikle Mescid-i Haram’la Mescid-i Nebevi’nin şüphesiz kendi misyonuna uygun ve ümmetin bütününü kapsayabilecek şekilde yönetilmesi gerekir. Bu da İslam İşbirliği Teşkilatı gibi bir konsorsiyum tarafından yapılabilir. Hac dediğimiz ibadet sadece gidip orada tavaf etmek, Arafat’a çıkmak, şeytan taşlamak ve kurban kesmek değildir. Hac Müslümanların büyük bir kongresidir. Sorunlarını görüşürler, tartışırlar ve çözüm arayışı içine girerler. Fakat maalesef bugün tekil bir şekilde, sorunlu bir yönetim çerçevesinde yönetildiği için bu misyonuyla örtüşen bir konumda değil. Ama geniş bir konsorsiyum tarafından yürütülüyor olsaydı Müslümanlar kendi mezheplerinin gereklerini özgürce yerine getirebilirlerdi. Çünkü Hac, yaradana hiçbir aracı olmadan ibadet edebilmenin en önemli ayaklarından biridir. Hem dünya sahnesini hem ahiret sahnesini anlayabildiğiniz en önemli ibadet Hac ibadetidir şüphesiz. Bundan dolayıdır ki olması gereken, misyonuyla örtüşen bir şekilde yönetilmesidir.

Hicaz bölgesinin bir Müslüman ülkeler birliği tarafından yönetilmesi gerekir ancak bunun da bazı zorlukları olabilir. Farklı erklerin yönetme biçiminde ortaya çıkabilecek olan idari sorunlar olacaktır. Bunu da dikkate almak lazım. Şu anda tek elden yönetildiği halde çok kötü yönetiliyor. Çok sesli bir yönetim olması halinde ortaya çıkabilecek olan yönetimden çevreye kadar birçok problemi de ortaya çıkartabilir diye endişe ediyorum. Ama her hâlükârda bugünkü halden daha iyi olacağını düşünüyorum.

Şu anda sosyal medyada Medine’de bir kilisenin inşa edilmesiyle ilgili bir haber dolaştırılıyor. Bunun doğru olmadığına inanıyorum. Bu tür dezenformasyonlara itibar etmemek gerekiyor. Yahudiler ve Hristiyanlar için bugünkü mevcut anlayışta, Mekke ve Medine’nin bir kutsiyeti yok. Dolasıyla ne orada bir kilise inşa etmenin Hristiyan dünyasına ne de orada bir Havra inşa etmenin Yahudi dünyasına yönelik bir kazanımı yok.

Benzer konular