Hedefteki ülke Katar

Katar, Basra körfezinin güneybatısındaki Bahreyn ve Bahrülbenât körfezleri arasın­da kuzeye doğru uzanan yarımada üzerin­de yer alan küçük bir ülkedir. 2.5 milyon nüfusu barındırmaktadır. Katar kimliğine sahip olanlar bu nüfusun sadece 300 bin kadarıdır. Yabancı uyrukluların büyük bir bölümü petrol endüstrisi ve hizmet sektörlerindeki Asya kökenliler ile sınırlı sayıda Avrupalı ve Amerikalılardan oluşmaktadır. Bahreyn, Suudi Arabistan (SA) ve Birleşik Arap Emirlikleri ile çevrili Katar’ın karadan yegane çıkış noktası da SA sınırıdır. Katar’ın yerli ahalisi diğer Körfez ülkelerinin de nüfus kaynağı olan merkezi Arabistan’dan (Necid) buraya gelerek yerleşen Arap kabileleridir. Kurucu ve yönetici Al Sâni ailesi de köklü Arap kabilelerinden olan Benî Temim’e dayanmaktadır.

Âl-i Sâni Ailesi ile Katar Yeniden kuruldu

Osmanlı Devleti Katar ile 1550’li yıllarda ilgilenmeye başladığında buradaki yönetici aile Beni Müsellem idi. Merkezi Arabistan’­dan Katar’a 18. yüzyılın sonlarında göç eden Âl-i Sânî ailesi bölgede yaşanan gelişmeleri ve dengeleri iyi okudu, bölgedeki diğer kabileler tarafından da kabul görerek güç kazan­dı. Bu ailenin ön plana çıkması Osmanlı Devletinin de dikkatlerinden kaçmadığı dönemin raporlarından anlaşılmaktadır. 19. Yüzyılın ilk yarısında Merkezi Arabistan’da ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanan Suud ailesinden Faysal b. Türki nüfuzunu Bahreyn ve Katar’a kadar yaydı. Osmanlı Devletine tabi, kaymakamlık görevini sürdüren Faysal’ın bu hareketi, emniyet ve güvenliğin sürmesi adına Osmanlı Devleti tarafından da kabul gördü.

1860’lı yıllardan itibaren Âl-i Sânî bölge politikalarında daha etkili olma­ya başlaması hem bölgesel dengeleri etkiledi ve hem de İngilizleri harekete geçirerek komşuları ile birlikte Katar’a cephe almasına neden oldu. İngiltere 1820’li yıllardan itibaren ticaret güvenliği bahanesi ile Körfez’deki şeyhliklerle himaye anlaşmaları yapıyordu. Bahreyn ile kurduğu ilişkilerini yeterli gördü­ğünden Katar ile herhangi bir antlaşma yapmamıştı. Ancak 1860’lardan sonra Suud ailesi ve Bah­reyn’deki Halîfe ailesi içinde yaşanan ihti­lâflar stratejik bir mevki olarak Katar’ı İngilizler için ön plana çıkar­dı. Ayrıca Katar’ın, Necid’ten ve Bahreyn’den kaçan muhaliflerin sığındığı bir yer olması da bu siyaseti tetikledi. İngilizler, Katar’ı Bahreyn’in nüfuzu altına alınmasını menfaatlerine uygun bulmaktaydılar. 1868 sonbaharın­da Katar’a bir gemi göndererek o sıradaki Katar şeyhi Muhammed b. Sânî’yi Bahreyn emirlerine vergi ver­meye mecbur bırakıp dolaylı yollardan Al-Sâni ailesi üzerinde baskı oluşturdular.

Daima Osmanlı’nın yanındaydı

İngilizlerin Katar’ın karşısındaki Bahreyn üzerinde kur­dukları nüfuzu tehlikeli bulan ve yayılmalarının durdurulması gerekti­ğine inanan Osmanlı Devleti’nin Bağdat Valisi Midhat Paşa harekete geçti. İstanbul’dan aldığı talimat ile 1871 baharında -bugünkü SA’nın petrol bölgesi olan- Ahsa taraflarına askeri bir sefer düzenle­di. İngilizlerin tepkisine rağmen Osman­lılar Ahsa sahillerinde düzeni sağladılar ve merkezi idareyi kurdular. Bu sırada Katar şeyhinin oğlu Câsim b. Sânî de, İngilizlerin tehdidinden kurtulmak için akıllı bir siyaset ile Osmanlı askerlerini ülkesine da­vet etti. Katar, zaten bu seferin planla­rı içinde yer alıyordu, böyle bir davetin gelme­si işi daha da kolaylaştırdı. Böylece 1871 sonbaharında Katar’da Osmanlı kont­rolü sağlandı ve burası Necid sancağına bağlı bir kaza olarak teşkilâtlandırılıp, Muhammed b. Sani, o ölünce de oğlu Câ­sim b. Sânî geniş yetkilere hâiz fahrî Katar kaymakamı tayin edildiler. Nitekim Modern Katar’ın tarihi bundan sonra başladı. Başka bir ifade ile Katar’ın tarihi Al Sâni ailesidir, bu tarihi oluşturan ise Osmanlı Devleti’dir.

Baştan beri bu gelişmelere karşı olan İn­gilizler, fiilî durum karşısında çaresiz kal­dılar. Ancak Osmanlı hâkimiyetini kabul­lenen Al Sânî ailesi üzerinde dolaylı yollarla baskı uygulamayı sürdürdüler. Bu durumun farkında olan II. Abdülhamid Casim Al Sani’ye özel ihtimam gösterdi, onu rütbeler ile taltif ederek sadakatinin devamını sağladı. Nitekim zaman zaman bazı sorunlar yaşansa da Casim bölgede çatışan Osmanlı-İngiliz menfaatlerinin ortasında kaldı ve daima Osmanlı’nın yanında yer almaya devam etti.

II.Meşrutiyet yıllarında dış politikada içine düşülen yalnızlıktan kurtulmak için 1910’da İngilizlerle başlatılan görüşme­lerde Katar’ın statüsü yeniden gündeme geldi. Yapılan uzun tartışmalardan sonra 29 Temmuz 1913’te Londra’da im­zalanan ant­laşmada, Osmanlı Dev­leti Katar yarımadası üzerindeki taleplerinden Katar’ın Şeyh Câsim b. Sânî ve oğulları tarafından yö­netilmesi karşılığında feragat etti. Aynı yıl ölen Casim b. Sani oğlu Abdullah’a bölgeden Osmanlı askerin çıkarmamasını vasiyet etti.

Katar’da İngilizler ve Petrol

Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Basra İngiliz işgaline girince bölgedeki Osmanlı varlığı da sona erdi. Savaş sırasında Basra körfe­zinde büyük etkinlik gösteren İngilizler, 3 Kasım 1916da Katar Emiri Abdullah ile diğer Körfez şeyhleriyle yaptıklarına ben­zer bir himaye (Trucial System) antlaşması imzaladılar. Anlaşma, İngiltere’den habersiz Emir Abdullah’ın başka devletler ile ilişkiye girmesini engellemekteydi. Buna karşılık, İngiliz himayesi “denizden gelebilecek tehditlere karşı koruma” garantisi veriyordu.

Savaş sonrası bölgede etkin bir İngiliz kontrolü kurulduğu gibi, Amerikalıların Suudi Arabistan’da başlattıkları petrol arama faaliyetlerine paralel olarak İngilizler de 1935 yılında Katar ile petrol imtiyazı anlaşması imzaladılar. 1938 yılında ilk petrol kuyusunu kazmaya başladılar fakat II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeni ile petrol faaliyetleri durduruldu. Bölgede petrolün bulunmasına kadar milletlerarası politika­da gündeme gelmeyen Katar, komşuları Bahreyn ve Suudi Arabistan ile arasında çıkan bazı küçük anlaşmazlıkların dışın­da önemli bir olayla karşılaşmadı. Bu sıralarda daha önce Katar tarihinde olmayan bir gelişme ile Emir Ali oğlu Hamed’i veliaht ilan ederek bölge geleneklerine yeni bir adet getirdi. Ancak Hamed 1948 yılında ölünce Emir Abdullah diğer oğlunu veliaht ilan etti ve aynı yıl oğlu Ali adına emirlikten feragat etti. Emir Ali, petrol üretiminin başlaması ile Katar’da etkili bir idare kurmaya gayret etti. Ayrıca İngilizler ile petrol imtiyazını yeniledi. Kendisi de Ekim 1960 yılında oğlu Emir Ahmet lehine idareden çekilerek Katar’da feragat geleneğini uygulayan üçüncü kişi olacaktır. Emir Ahmet’in dönemi Katar’ın modern devlet dönemine girişini temsil eder. İlk bakanlıklar da onun zamanında oluşmaya başlamıştır.

Bağımsız Katar Devleti

İngilizlerin talebi olan Birleşik Arap Konfederasyonuna girmeyi kabul etmeyen Katar 3 Eylül 1971’de bağımsızlığına kavuştu. Ardından Arap Birliği’ne ve Birleşmiş Milletlere üye oldu. 1972 yılında Emirin yeğeni Şeyh Halife bin Hamed idareyi ele geçirdi ve ailede yönetimin soy ağacı da değişmiş oldu. Şeyh Halife geçmişte amcasının maliye, dışişleri bakanlıkları gibi önemli görevlerinde bulunmuştu. Katar’ın bağımsızlığa geçiş sürecinde İngilizler başta olmak üzere diğer devletler ile ilişkiler tesis etmesinden dolayı kabul görmesi de oldukça kolay olmuştu. Emirliğin yanı sıra başbakanlık görev ve yetkilerini de elinde toplayan Şeyh Ha­lîfe, bütün üyelerini kendi seçti­ği bir danışma meclisi kurarak bir anlam­da parlamenter rejime geçişi sağladı. 1974’te ülkedeki petrol şirketlerinin tamamını denetimi altına aldı. 1991 yılındaki petrol aramaları sırasında tek bir alanda bulunan dünyanın en zengin gaz rezervleri keşfedilince Katar bir kere daha bütün dünyanın dikkatlerini üzerinde topladı. Tabii olarak imtiyaz avcılarını yine harekete geçirdi.

Bahreyn’­le ilişkileri yanı başındaki Havar adaları üzerindeki anlaşmazlıkları se­bebiyle iyi gitmeyen Katar, 1991 Körfez Savaşı’nda Amerika Birleşik Devletleri’nin tarafını tuttu. Suudi Arabistan’la olan bazı sınır anlaşmazlıkları ise 20 Aralık 1992’de dostane bir çözüme kavuşturul­du.

Mutlak monarşi ile yönetilen Katar, Körfez ülkeleri arasında birtakım anayasal düzenlemelere giden ilk emirlik olmuştur. Ayrıca feragat yoluyla kolay emir değişiklikleri ise diğer monarşilerin tepkisini aldı. Petrolden bağımsız bir yapılanma kurmayı amaçlayan Emir’in oğlu Şeyh Hamed 1995 yılında babasına karşı bir devrim yaparak idareyi ele geçirdi. O, 1977 yılında veliaht olarak ilan edilmişti ve uzun yıllar Savunma Bakanlığı görevini yürüterek babasının kendi lehine idareden çekilmesini beklemişti. Üstelik aile üyelerinin ve idari elitlerin talebi bu yönde idi. Bu yüzden babasından idareyi devrim ile alması tepki görmedi.

Emir Katar için PR yaptı

Emir Hamed, İngiltere’de Sandhurt Askeri Akademisinden mezun olmuştu ve hem batıyı hem de kendi ülkesini çok iyi tanıyordu. Ülkesinin sahip olduğu imkânların önemini biliyor ve bunlar üzerinden dünyada nüfuz kazanma peşinde koşuyordu. Katar’da geleneksel olarak Suudi Arabistan’ı takip ederken; bir taraftan da Anglo-Amerikan sisteminin de yerleştirilmesine imkân hazırlıyordu. Sportmen bir kişiliği olan Emir Hamed ülkesine daha ziyade dünyada seçkin zümrelerin yaptığı sporların şampiyonluk yarışmalarını taşıyarak, Amerika, Avrupa sosyetesi içinde yer almaya ve uluslararası kulüplerin desteğini sağlamaya çalıştı. Amacı Körfez monarşileri ile uluslararası çıkar guruplarının arasında sıkışan Katar’ı dünyaya tanıtmak ve başına bir şey geldiğinde taraftar bulmaktı. Bütün bunlara rağmen Emir Hamed 2000’li yılların başında büyük bir hayal kırıklığına uğradı. 1995 yılından beri Bahreyn ile aralarında sürmekte olan Havar adaları meselesinde Uluslararası Adalet Divanı Katar aleyhinde karar verince, altı petrol ve gaz dolu adaları Bahreyn’e terk etti. Bu tarihten sonra siyasi ilişkilerini İngilizlerin yanı sıra Amerikalılar ile de geliştirmeye önem verdi. II. Körfez Savaşı ona istediği fırsatı verdi ve ülkesini ABD üslerine açtı. Böylece ABD ile yakınlaşırken, diğer taraftan önce Irak, ardından İran’dan tehdit aldıklarını düşünen Körfez ülkelerinin de hamisi olmaya soyundu. Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın merkezi ve başkanlığı da Katar’a taşıdı. Bu gelişmeler bölgesel rekabetleri beraberinde getirdi.

Dünya kupası karşılaşmalarını aldılar

Katar kısa zamanda büyük gelişme gösterdi. Devasa gökdelenler inşa edildi. Bankacılık sistemi geliştirildi; bölge ve dünya meselelerinin tartışıldığı onlarca platforma ev sahipliği yapmaya başladı. Tanıtım konusunda hiçbir fedakârlıktan kaçmayan Şeyh Hamed bu uğurda milyarlarca dolar harcadı. 2022 FIFA Dünya Kupası karşılaşmalarını ülkesine çekmeyi başardı. İngiltere’yi de küstürmedi. Katar Havayolları ve Al Jazeera Televizyonları gibi alanlarda büyük ortaklıklar tesis etti. Kurduğu Katar Vakfı (Qatar Foundation) dünyada pek çok projeye destek vermeye başladı. Aynı süreçte Türkiye ile de stratejik ortaklığın kurulma zeminini hazırladı.

Şeyh Hamed, Arap Baharı sürecinde bölge liderleri arasında en aktif rol oynayan lider oldu. Sokak hareketlerini doğrudan destekledi. Tunus ve Mısır’da iktidarların yeniden şekillenmesinde rol oynadı, finans kaynağı sağladı. Katar’ın ve emirinin popülaritesi artınca hem sevenleri hem de nefret edenleri çoğaldı. Filistin ve Suriye meselesinde Türkiye ile birlikte de aktif rol üstlendi. Hamas ve Suriye muhaliflerine kapılarını açarak destek sağladı. Suriye meselesinde Türkiye ve Suudi Arabistan’ı ile aynı safta yer alırken; bu siyaseti yüzünden Birleşik Arap Emirlikleri ve Cezayir gibi ülkelerin husumetini kazandı. 25 Mayıs 2013’te Şeyh Hamed, oğlu Temim lehine idareden çekildi.

Sekiz aylık diplomatik ambargo

İyi eğitim almış genç Temim olağanüstü şartlarda emir oldu. Bir taraftan babasının Arap Baharına verdiği destek, diğer taraftan Hamas ve Müslüman Kardeşlere aralanan kapı Körfez ülkelerinin tepkisine neden olmaktaydı. Babasından gördüğü yönetim biçimini ve siyaseti uygulamaya sokmakla birlikte daha yumuşak bir üslup benimsedi. Babasına karşı da muhalefet eden muhafazakârları tatmin edecek adımlar attı. 2014 yılında Mısır politikaları yüzünden Körfez ülkelerinin sekiz ay sürecek olan diplomatik ambargosu ile karşı karşıya kaldı. Sahip olduğu dış yatırımlar ve zengin varlık fonları sayesinde bu diplomatik ambargonun kaldırılmasında kendisine yardımcı olacak müttefikler bulmakta zorlanmadı.

Katar kırılma noktasında

Katar Emiri, Türkiye ile geliştirdiği stratejik ortaklık ve özellikle 2015 yılındaki askeri üs anlaşması ile kendini daha da sağlama almayı hedefledi. Bütün bunlara rağmen bugün yaşanan krizin doğmasını engelleyemedi. Kuşkusuz bu krizde ileri sürülen gerekçelerin yanı sıra başta ABD’nin yeni bölge politikaları, İran’a karşı oluşturulmak istenen yeni koalisyon ve Şeyh Temim ile henüz idareyi doğrudan ele almamış olan genç kuşak diğer veliahtların (Muhammed b. Selman, Muhammed b. Zayed) arasındaki rekabetin de büyük etkisinin olduğu aşikârdır. Katar, tarihin yeni bir kırılma noktasının eşiğindedir. Bu krizi atlatması halinde küçük bir ülke olmasına rağmen gelecekte bölge politikalarını yönlendirebilecek potansiyele kavuşacaktır.

 

 

Benzer konular