Kendinize ait bir siyaset felsefeniz yoksa ne kendi insanınıza ne de bütün insanlığa söyleyecek bir sözünüz yok demektir. İslamiyet’le müşerref olduktan sonra bu millet, kendi siyaset felsefesini üretti ve yüzyıllar boyunca tarihe yön verdi, tarihi değiştirdi ve tarihi oluşturdu.
Dünyada yerleşmiş ve yaygınlaşmış olan bütün yönetim anlayışları rastgele değil, belli bir felsefe üzerine şekillenmiştir. Bugün Avrupa kendini medeni olarak lanse ediyorsa, uygulamada öyle olduğu için değil, felsefesini bunun üzerine kurduğu içindir. Sanayi devrimini yapanlar dünyaya bunu yayarken, teknolojik gelişimin üstünlüğü ile birlikte kültürel hegemonyayı da yaygınlaştırmayı başarmış, bunu da uzun vadeli felsefi alt yapıyla sağlamlaştırmışlardır. Felsefe “neden” sorusunu sorarken, yapılan her işin nedenini örüntüleme biçimini de ortaya koymuştur bir yandan. Devlet işlerini düzenleme ve yönetme olarak tanımlanan siyaset ise bu “neden” sorusunu en fazla hak eden alandır.
Her ülkenin gelişmişliğine ve kültürüne göre biçimlenen siyaset, bizim ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti tarihinden beri felsefi bir zemine oturtulmadan, günü birlik meseleler üzerinde, yine günü birlik çözümlerle yürütülüyor. Bu durum çoğu zaman, bugünün çözümleri kabul edilen şeylerin, yarının sorunları olarak karşımıza çıkmasına yol açıyor. Bir taraftan Osmanlı/İslam mirasını günümüz siyaset anlayışına taşıyamamak, diğer taraftan modern devlet yönetim tarzları şeklinde ülkemize uyarlanan siyaset anlayışlarının kültürümüzle uyum sağlayamaması ve köklerimize dönmeyi gerilemek olarak kabul eden siyasi anlayışlar, siyasetimizin köksüz ve felsefesiz kalmasının en büyük sebebi.
AYAKLARI YERE BASAN YERLİ FELSEFE
Son yıllarda siyasetin yerli bir felsefi zemine oturtulmaya çalışıldığı dikkatlerden kaçmıyor. Öte yandan neredeyse her yıl bir seçim dönemini yaşamak ve o seçim dönemlerinde ortaya çıkan partiler, onların vaadleri, ittifaklar, dağılmalar, söylemler vb. siyaset anlayışımız üzerinde düşünmemiz gerektiği gerçeğini bir kez daha ortaya koydu. Türkiye siyaseti yönetim biçimiyle hayli yol kat etse de, seçim zamanları bayrak asmak, miting yapmak ve oy istemek olarak karşımıza çıkan siyasal anlayışımızın tüm yönetime talip kişiler açısından hala sorgulanması gereken noktaları mevcut. Bir dönem yurt dışından ithal ideolojilerle mobilize olan siyasi tecrübemizin, günümüz realitesinde ayakları yere basan yerli bir felsefe üzerine oturtulması gerektiği konusunda artık herkes hem fikir.
Bu konuda özellikle son zamanlarda var olan çabaları da görerek, Türkiye’de yapılan siyasetin felsefesini tartışmaya açtık. “Sizin bir felsefeniz varsa gündelik dalgalanmalar teknenizi etkilemez” diyen Teoman Duralı, Türkiye’de siyasetin bir felsefesinin olmamasından dolayı bir kargaşa içinde yürüdüğünün altını çizdi. Naci İspir, kendinize ait bir siyaset felsefeniz yoksa ne kendi insanınıza ne de bütün insanlığa söyleyeceğiniz bir sözünüzün olamayacağını vurguladı.
Necdet Subaşı ise bütün bu siyasi akışkanlığın üzerine oturduğu yeni siyaset kodlarının bize ne vaad ettiğiyle ilgilenmek gerektiğini söyledi. Batı dünyasının üçüncü sınıf bir taklidi olmaktan öteye geçemediğimizi ifade eden Özgür Kavak, bu durumun Türkiye’nin iddiasını zayıflattığını ve aşağıya çektiğini belirtti. Ali Kaya, arka planda bir felsefenin olduğunu belirtirken, Muhammed A. Ağcan ise kamusal dünyamızın aktüel boyutunun daha fazla önemsendiğini kaydetti.
FETÖ’nün bir felsefesi vardı
PROF. DR. TEOMAN DURALI
Siyaset felsefesi “siyaset nedir” sorusunu sorarak kavramın sınırlarını ortaya koyar. Ardından da kavramlar arasındaki bağlantıları belirler. Felsefe sürekli olarak sınır çekmeyi şart koşar. Kafa karışıklığını giderme sanatı da diyebiliriz. Felsefenin yönetici mercii mantıktır. Mantık da akıl yürütme işleyişinin adıdır. Dolayısıyla siyaset felsefesinde başta anılacak husus mantıklılıktır, tutarlılıktır.
Türkiye’deki siyasetin belli bir felsefesi yoktur. Siyaset felsefeleri ya başlı başına felsefe içinde yürütülür ya da yine felsefenin bir türevi olan fikir sistemleri anlamında ideolojiler çerçevesinde gündemdedir. Gerek saf felsefe, gerekse ideoloji alanında Türkiye’de siyaset yapılmamaktadır. Partilerimizin hiçbiri felsefesinin kardeşi olan belirli bir ideolojiye de bağlı değildir. Çünkü ideolojiyi anlayacak kafa yapımız yoktur. Tamamıyla gündelik ilişkiler ve bir kargaşa içinde yürüyor siyaset. Felsefe ise kargaşanın baş düşmanıdır.
Siyaset felsefesinin ortaya çıkması için öncelikle felsefe yapılıyor olması lazım. Zaman zaman dışarıdan Türkiye’ye yöneltilen siyasetlerde belli bir felsefi düzen görülür. Ama bunlar bizden kaynaklanmayıp, dışarıdan yürütülen hareketlerdir. FETÖ olayında böyle bir felsefi tavrın izini görebilirsiniz. Çünkü onu hazırlayanlar dış kaynaklıdır, onlarda bir felsefe kültürü vardır. Çok sağlam, tutarlı, düzgün bir felsefe olmamakla birlikte, hasbel kader bir felsefi tavır vardır. Daha önce de zaman zaman bu tavrı komünistlerde görmüşüzdür, onlar da dış kaynaklıydılar.
Bu duruma uluslararası ilişkiler açısından baktığımızda, belli bir düzene rastlayamayız. Hep başkalarının dümen suyundan giriyoruz. Her iki durum da bizim itibar kaybımıza yol açmaktadır. Kimse bizi ciddiye almıyor. İyi bir dış siyaset kavrayışını ortaya koyamadık. En çok bunu yapabileceğimiz dönem olan 1920’li 30’lu yıllarda bile çok tutarsız tavırlar içinde yürüttük. Kimi zaman daha ziyade toplumcu bir havaya büründük. Sonra tekrar döndük, faşizme, zaman zaman da sermayeciliğe pirim verdik. Çünkü hiçbirini anlamadık. O yüzden sürekli kayadan kayaya toslayan akıntılara kapılmış bir tekne görüntüsü veriyoruz. Halk Partisi iktidarının son çeyreğinde ve Demokrat Parti döneminde, hatta 60’lı yıllarda da bizden kaynaklanmayan bir tutarlı tavır gösterdik. İngiliz ve Amerikan siyasetinin dümen suyuna kapılarak yürüdük. Yerli bir siyaset değildi.
Son zamanlarda yerli bir siyaset için gayret var, ama felsefenin olmamasının sonucu, orada da hep zikzaklar çiziliyor. Sizin bir felsefeniz varsa, gündelik dalgalanmalar teknenizi etkileyemez. Bir karar verip orada tutarlıca yürümek mecburiyetindesiniz. Bu sadece siyasette değil, iktisatta, hukukta da böyledir. Her konuda bu tutarlılığı, bu insicamı göstermek zorundasınız. Güncel olanla oyalanmamak, onlara kapılmamak gerekir.
Yeniden kendi felsefemizi oluşturabiliriz
PROF. DR. NACİ İSPİR
Siyaset felsefesinin en temel sorularından biri olan birey-devlet ilişkisi kadim dönemlerden günümüze kadar siyaset düşünürlerini meşgul etmiştir. Şüphesiz birey ve devletin ne olduğu ve aralarındaki ilişkinin nasıl düzenleneceği öncellikle insan doğasının (fıtratının) ne olduğu ve yine devletin doğasının ne olduğu sorularından bağımsız olarak düşünülemez. Her insan doğası tanımlaması ise bir ontolojik anlayış çerçevesinde ortaya konulabilir. Dolayısıyla ne kadar farklı ontolojik yaklaşım varsa (idealist, realist, spritüalist vb.) o kadar farklı insan doğası anlayışından ve buna bağlı olarak çeşitli siyaset felsefesi yaklaşımlarından söz edebiliriz.
Birey mi yoksa devlet mi diyerek iki bileşenden birisini dışarıda tutmak mümkün olmamakla beraber Türk siyasi tarihinin son dönemine damgasını vuran Türkiye Cumhuriyeti Başkanı’nın sık sık referans cümlesi olarak kullandığı “İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” ifadesi hepimiz için birey-devlet ilişkisinin nasıl olması gerektiği noktasında kılavuz olabilir. Bireyi ve onun temel hak ve özgürlüklerini öteleyen bir yaklaşımın despotizmden başka bir şey üretmeyeceğini insanlık tarihi bin yıllarca tecrübe etti, ne yazık ki hala dünyanın birçok yerinde tecrübe etmeye devam etmektedir.
Türkiye’de yapılan siyasetin bir felsefesi var mı sorusu tek başına izah edilebilecek bir soru değildir. Öncelikle kendimize ait bir varlık, bilgi ve ahlak felsefesi oluşturmadan siyaset felsefemizi oluşturma imkânımız yoktur. Ne yazık ki uzun bir süreden beri kendi medeniyetine sırt çevirerek varlığa, bilgiye, ahlaka Batı’nın hâkim paradigmasıyla yönelen toplumumuz, siyasette de farklı bir yaklaşım ortaya koyamamıştır. Özellikle son dönemlerde kültürel kodlarımıza gönderme yaparak ve bu kodlardan hareketle (göçmen sorunu gibi) bireysel konularda farklı bir yaklaşım ortaya çıkmasına rağmen hem bu bakış açısının tüm siyasete yansımaması hem de tüm siyaset unsurları tarafından bu yaklaşımın benimsenmemesi kendi siyaset felsefemizi oluşturmanın çok da kolay olmadığını göstermektedir.
Kendinize ait bir siyaset felsefeniz yoksa ne kendi insanınıza ne de bütün insanlığa söyleyeceğiniz bir sözünüz yok demektir. İslamiyet’le müşerref olduktan sonra bu millet, kendi siyaset felsefesini üretti ve yüzyıllar boyunca tarihe yön verdi, tarihi değiştirdi ve tarihi oluşturdu. Öyle inanıyorum ki istiklal ve istikbalimizin teminatı, kendi medeniyetimizden hareketle yeniden kendi siyaset felsefemizi oluşturmamıza bağlıdır. Aksi takdirde bırakın tarihi oluşturmayı, tarihin silik sayfalarında yol olmak kaçınılmaz olacaktır.
Siyaset kendi dilini yeniden inşa ediyor
DR. NECDET SUBAŞI / DİN SOSYOLOGU
Türkiye’de yapılan siyasetin kuşkusuz bir felsefesi var, ancak şimdi yürürlükte olan sistemin zamanın ruhunu önceleyen yeni bir dille ve bununla ilişkili olarak üretilen felsefeyle iç içe olduğu gerçeği henüz yeterince fark edilebilmiş değil. Elimizdeki mevcut kalıplar içinde mevcut siyasi hareketliliği açıklamak zor. Anlamak için kafa yormaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Bu süreçte siyasetin ana belirleyici ekseni AK Parti tarafından şekillendirilmiş durumda. Son seçim kampanyası “millete nasıl ulaşılır” sorusunun cevaplarını oldukça açık ve net bir şekilde ortaya koydu. İlerleyen süreçlerde yeni temsil formlarıyla Cumhurbaşkanlığı’nın bilgi ve kontrolünde gelişecek özgün bir siyaset felsefesiyle karşılaşacağımız kesin.
Bugün bir siyaset felsefesinin olup olmadığından çok bütün bu siyasi akışkanlığın üzerine oturduğu yeni siyaset kodlarının bize ne vaad ettiğiyle ilgilenmek daha akılcı bir tercih. Bütün bu yönelimlerin üzerine oturduğu felsefi çekirdek bize ne söylemektedir? Bana kalırsa bu sistematik içinde devletle millet arasındaki mesafenin olabildiğince azaltılması, toplumun refah ve huzurunu önceleyen makul bir kamu düzeni fikriyatının güncellenerek güçlendirilmesi ve bir de çoğu ihmal edilmiş bir kayıp geçmişe, telafi öncelikli bir duygusallıkla erişme arzusu önemli bir yer kaplıyor.
Felsefesiz bir siyaset olmaz. Hiç olmamıştı, bundan sonra da olmaz. Kurucu siyaset aklının her daim dikkat ettiği bir prensip ve sabiteler bütünü mutlaka vardır.
Ancak verili bir durumun gerçekte ortaya koyduğu şeyin nasıl bir felsefi boyut taşıdığı, bu resme dikkatle bakılarak ancak değerlendirilebilir. Siyaset kurucuları Türkiye’nin hem maddi hem de manevi enerjisinin artık zapt edilmesi güç yeni temsilleri karşısında kendi dillerini yeniden inşa ediyor ve dünyayla yarışa çoktan katılmış bir ülkenin kazasız belasız yol alabilmesi için sağlam ve tutarlılığı yüksek arayışlar üzerinde kafa yoruyorlar. Ben kendimizi içinde bulduğumuz bu hız ve kargaşanın talep ettiği bir felsefi yönelimin henüz kitlesel bir dil kazanmış olmasa da siyaset kurucularında fazlasıyla içkin olduğu kanaatinde olduğumu söylemek isterim. Kuramsal olanın herkesi yorduğu bir dünyada siyasi akışkanlığın bizi götürdüğü o geniş ve çok boyutlu resmi okumak için daha derinlikli ve kuşkusuz pratiği sorgulanabilir çok boyutlu bir düşünce atlasına ihtiyacımız var.
Uluslararası sistemin bizi baştan kontrolü altında tutmayı hedefleyen boyutları var. Her şeyden önce dalga dalga yayılan bir İslamofobik çılgınlıkla karşı karşıyayız. Bunu aşmamız gerekiyor. İslam dünyasının birlikte verdiği resim yeni bir yüzyılın dinamiklerini karşılamaya izin vermeyecek kadar soluk ve renksiz. Üzerimizde ağır yükler var. Sırtımızda taşıyacağımız tarih, etrafınızda birlikte verdiğimiz resimler, geleceği birlikte tasarlayacağımız bir dünya… Hemen hepsi için ince fikir, derin bir muhayyile ve kuşkusuz radikal bir kararlılık gerekiyor. Korkulacak, yeise kapılacak bir şey yok yani.
Batının üçüncü sınıf taklidi
DOÇ. DR. ÖZGÜR KAVAK
Tüm ekol ve eğilimleriyle Türkiye’nin siyaset aktörleri önemli bir imkândan mahrumdur. Pratik anlamda siyasî arenada boy gösterenler de, akademik anlamda bu işin eğitimini ve araştırmasını yapanlar da İslam/Osmanlı siyaset düşüncesinden beslenmemekte, böyle bir arayışları dahi bulunmamaktadır. İslam/Osmanlı mirasına yapılan hamasî göndermeler mesele fikrî birikim seviyesine geldiğinde boşa çıkmaktadır. Hâlbuki geniş bir külliyata dayanan İslam/Osmanlı siyaset düşüncesi siyasetin gerekliliği ve imkânı, hak ve vazifeler bakımından yöneten-yönetilen ilişkilerinin keyfiyeti, yöneticilerin vasıfları/ahlakı ve erdemli bir yönetimin imkânı, erdemsiz yönetimler ve bunlarla ilişkiler, gayr-i Müslim dünya ile savaş ve barış ilişkileri, farklı İslâm devletlerinin bir arada bulunma imkânı ve birbirleriyle ilişkileri, iktidara gelme yöntemleri ve iktidarın el değiştirmesi, itaat ve muhalefetin sınırları, siyaset-ilim/hukuk ilişkisi, farklı din mensuplarının idaresi, iktisadi düzenlemelerde devletin rolü ve kısıtları gibi siyasete müteallik temel soruları ve bunlara verilen cevapları kuşatır. Tüm bu sorular ve daha fazlası, Yunan, Fars ve Hind siyasî birikimlerini de tevarüs ederek zenginleşen bu külliyat içerisinde, farklı ağırlıklarda da olsa, tartışılır ve muhtelif siyasilerin tecrübeleriyle harmanlanarak aktarılır.
Günümüzdeki bu mahrumiyetin temel sebepleri arasında bahsi edilen birikimin büyük oranda “demokratik yaklaşıma” mesafeli bir dünyadan konuşması yer alır. İslamcı modernistlerden itibaren Müslümanların sorunlarını ilerleme-geri kalma dikotomisi içerisinde ele alan entelektüeller ve onlardan etkilenen siyasiler Batı ilerlemesini büyük oranda demokratikleşme sürecine bağladıklarından seküler elitlerle benzer bir neticeye vararak bu sürece katkı sağlamayan birikimleri değersiz gördüler. Akademik tedrisat alanında da benzer bir tepki verildi. Siyaset bilimi bölümleri ve İlahiyat fakülteleri de, birkaç istisna dışında, bu birikimi akademik bir disiplin olarak öğretilmeye ve araştırmaya layık görmediler. Çünkü akademi sürekli devlete ve kuşkusuz özellikle bürokrasiye göbekten bağımlı ve yürekten bağlı olageldi. Böylece hem kendi köklerine hem de üzerinde yaşadıkları toprakların taşıdığı birikime bigâne kaldılar.
Öte yandan Batı’da neş’et eden kurum ve kavramlarla bir tür “eleştirel sentez” yapmayı da başaramadılar. Yani tevarüs edilen gelenekle modern siyasi fikir ve pratiklerin anlamlı ve dikkatli bir biçimde bir araya getirilmesi de başarılamadı. Birbirini kovalayan yıllar içerisinde de taşıma fikirlerle ortaya konulan siyaset anlayışı eylem ve teori bazında herhangi bir özgün açılım barındırmak yerine Batı dünyasının üçüncü sınıf bir taklidi olmaktan öteye geçemedi. Bu da Türkiye’nin iddiasını zayıflattı, iyice aşağıya çekti.
Aktüel boyutu önemseniyor
DR.ÖĞR.ÜYESİ MUHAMMED A. AĞCAN/ SİYASET BİLİMCİ
Genel anlamda siyaset felsefesi; siyasal alandaki öznelik, eylem, kurum, norm ve söylemlerin meşru geçerlilik koşulları üzerine sorgulayıcı, sistematik ve eleştirel akıl yürütme olarak görülebilir. Bu bağlamda baktığımızda, Türkiye’de, iktidar veya muhalefetin, siyaseti tutarlı, kapsamlı ve sağlam bir düşünce çerçevesi içine yerleştirerek yaptığını söylemek zor. Toplumun siyasal tecrübesinde temellenen somut sorun ve konulardan hareketle iyi düşünülmüş, sistematik bir yaklaşımla ele alınıp anlaşılır bir dil içinde ifade edilen siyasal söylemler pek yaygın değil. Zira siyasal iddia, düşünce ve söylemler, çoğunlukla belirli bir dayanak, somut sebep, gerekçe sunulmadan dile getirilmekte. Söz konusu olan kamusal dünyamızın yapısal, asli ve derin dinamik, etmen ve durumlarını dikkate almak yerine aktüel boyutuna ve geçici olaylarına önem atfeden; muğlak, tutarlılık kaygısı taşımayan, anlamlılık ve makuliyet açısından zayıf bir siyaset söylemi ve uygulaması. Bu sorunlu siyasallığımız, şüphesiz hayati sonuçlar doğurur. Öncelikle siyasal dünyamızın kavramsal ve düşünsel tercümesi ve ifadesi yetersiz, zayıf, kısmi ve belirsizlikle maluldür. Siyasal meselelerimiz ve kamusal sorunlarımızın (hak ve özgürlükler, adalet, paylaşım, dayanışma, yoksulluk, demokrasi vb.) ne olduğu, anlamı, önemi ve sonuçlarına ilişkin asgari ortak bir kavrayış geliştirmek mümkün olmaz. Daha çok bu konulardaki tartışmalar, birbiriyle uzlaştırılamaz, iç tutarlığı zayıf, farklı bir fikri dikkate almadan oluşturulan düşüncelerin tek taraflı bildirimi şeklinde gerçekleşir. Bu durumda siyasal alan, farklı kimliklerin kendilerini ötekilerden keskin bir şekilde ayırdığı parçalı bir gerçekliğe bürünür. Siyasal söylemler ise bu imgeyi sürekli bir şekilde yeniden üreterek kendi kendini teyid eden öznel hakikat iddiaları biçimindedir. Siyasetin düşünsel yetersizliği ile kamusal tartışmaların kısır ve verimsiz oluşu, toplumda siyasal yaşamdan yabancılaşmayı beraberinde getirirken siyasal etkinliği değersiz kılıp suistimale yol açar. Tüm bunların neticesi olarak bu ülkede belirli bir ortak anlam-değer dünyası noktasında (farklılık ve çoğulluğa da izin veren) bir dayanışma ve bu sosyal-sivil dayanışma temelinde bir siyasal kimlik olma imkanı yara alır ve belki de ortadan kalkar.
Arka planda bir felsefe var
DR. ÖĞR. ÜYESİ ALİ KAYA
Siyaset felsefesinden, en genel manada özgürlük, eşitlik, adalet, temsil, meşruiyet, düzen gibi siyasala dair kavramları ele alan ve aralarındaki girift ilişkileri sorunsallaştıran düşünme etkinliğini kastediyoruz. Bu anlamıyla siyaset felsefesi yasa koyucu bir etkinlik değil, siyasala dair problem ve gerilim alanlarını çözümleme uygulamasıdır. Bu noktada yine dikkat edilmesi gereken bir nokta, siyaset felsefesi dar anlamıyla siyaseti devletin edim ve pratiklerine indirgeyen yaklaşımları aşma çabasında olan, özellikle çağdaş siyasal düşünce siyaset ve siyasal ayrımları ile bu indirgemeci mantığın ötesine geçmeye çalışan bir disiplindir.
Türkiye siyasal hayatındaki halihazırdaki farklılıkların (farklı kimlik ve ideolojilerin) uzun bir hikayesi, bir geleneği var. Dolayısıyla bu farklılıklar salt aktüel polemik ve retorikten kaynaklanmıyor. Bu yönüyle bu farklılıkları ciddiye almak gerekiyor, bu açıdan evet, arka planda bir felsefe var, mevcut farklılıkları mümkün kılan anlam dünyaları ve anlatılar söz konusu. Tarihi nasıl anlamlandırdığımız, mevcut siyasal ortamda hangi talepleri öne çıkardığımız ve nasıl bir toplum tahayyül ettiğimiz noktasında farklılıklar anlamlı hale geliyor ve bunlar yokmuş gibi davranarak bir uzlaşı siyaseti önermek siyasalın doğasını ıskalamak anlamına gelir.
Modern siyaset, doğası gereği kitlesel mobilizasyonu arzular, bu bizim ülkemizin de siyasal bir gerçekliğidir. Kitlesel mobilizasyonu gerçekleştirmek için de siyaset felsefesi bilmek gerekmez, kitlesel rıza üretimi, duygular, semboller, anlatılar vb. üzerinden yürür genellikle. Ancak bunu söylerken akılda tutmamız gereken şey, toplumun rıza üretimini başaran siyaset dili ile bunu beceremeyenler arasında nasıl farklılıklar var, bunlar derin anlam dünyalarından besleniyorlar mı, bu farklılıkların tarihsel art alanı nedir gibi sorular doğrudan siyaset felsefecilerini göreve çağıran sorulardır.