11 Eylül’ün ardından ABD’nin önce Afganistan ardından Irak’ta giriştiği işgalden sonra bölgenin içine sokulduğu sarmal, şiddeti temel araç olarak kullanan örgütlerin daha çok taban ve eylemsellik kazanmasını da beraberinde getirdi. Bu işgallerin, yıkımın, katliamların, Ebu Gureyb gibi faciaların ardından batının “terör”, kullananların ise “meşru hak” olarak gördüğü bu şiddet şimdilerde Batı’da “İslam İç Savaşı” tezi adı altında coğrafyanın çocuklarının birbirini ezdiği bir simülasyona dönüştürüldü.
Tora Bora veya Hindikuş Dağlarının savaşçıları ABD gazetelerine göre Sovyetlerle savaşırken kahraman, Irak işgaline tepki gösterirken “İslamcı teröristler”di. ABD’nin Irak’ı işgal edip koca ülkeyi altın tepside İran’a hediye ettikten sonra bu şiddeti eline alan Irak Şiileri, Saddam döneminde başlarına gelenlerin tüm intikamını Sünni komşularından almaya kalktı. Bu intikam hâlâ bitmedi ve kan davası olarak yüz yıl daha devam edecek gibi görünüyor.
ZERKAVİ HAYALETİ
Afganistan tecrübesinin ardından Irak’taki sahaya koşturulan Selefi mücahitler, bu intikamın daha da körüklenmesi için ellerinden gelenin fazlasını Irak şehirlerinde yaptılar. Canlı bombalar artık camilerde patlatılmaya başlandı. Bu vahşi yöntemi kullanan Ebu Mus’ab el Zerkavi, çoğu kez El-Kaide politbürosunun eleştirilerini de üzerine çekti ve nihayetinde ana yapıdan kendini soyutladı. Zerkavi, Irak ve Suriye’yi baştan dizayn etmek isteyen batının imdadına yetişen DEAŞ’ın fikir babası oldu.
DEAŞ NASIL DOĞDU
Suriye’de, Irak’takinden çok daha farklı bir yöntem kullanan El-Kaide’yi (tabi Suriye sahasında kendini feshetmeden önce) tam ortadan bölerek savaşçılarının hatırı sayılır bir kısmını alan da işte bu zihniyet. Adı sırasıyla Mezopotamya El-Kaide’si, Irak El-Kaide’si, Irak İslam Devleti, Irak-Şam İslam Devleti en sonunda da İslam Devleti olan bu organizasyona kısaca DEAŞ deniliyor ve her iki ülkedeki DEAŞ militanları da aynı yapılanmaya bağlı olarak faaliyet gösteriyor. Vahşi infazlarla, işgal ettikleri bölgelerde halka yönelik uygulamalarıyla büyük bir korku imparatorluğu kuran DEAŞ iki ülkede de (koalisyon destekli güçlerin operasyonlarıyla) elinde tuttuğu toprakların önemli bir kısmını kaybetmiş durumda.
Peki, bu toprakların yeni sahipleri kimler?
Irak’ta, tamamen Sistani’ye, dolaylı olarak Tahran’a bağlı olarak savaşan ve tek bir emirle binlerce insanı öldürmek için aportta bekleyen Haşdi Şabi grupları, DEAŞ’a ABD uçaklarının cömert hava desteğiyle saldırıp DEAŞ elindeki Irak kentlerinin önemli bir kısmını ele geçirmiş durumda. Barbarlıkta DEAŞ’ı dahi aratan yöntemlerle sivilleri katletmeyi sürdürüyorlar.
Suriye’de ise bu görev çok daha komplike ve dolambaçlı bir yöntemle PKK’ya verildi. Tabi PKK Suriye’de kendine yeni maskeler buldu. Siyasi ayağına PYD, askeri ayağına YPG ismini veren PKK, uluslararası silah desteğini sorunsuz bir şekilde almak için ABD’nin de telkiniyle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ismini de kullanıyor. Bu yapının içinde Şebbihalar ve bazı Türkmenler de var.
NEREDEN NEREYE?
2011-2013 yılları arasında hafif silahlarla kontrol noktalarında bekleşen, Suriye rejiminin kimlik vermediği, resmi olarak “Mektum” (kayıtsız) diye sınıflandırdığı ve çoğu okula gidemediği için okuma yazma dahi bilmeyen, Suriye dışındaki Kürtlerin dahi eğlenmek için “Mıtırp” dediği Suriyeli Kürtler bekleşiyordu. Yeni atılımını Suriye üzerinden yapma kararı alan PKK, uzun süre dağlarda terör faaliyetlerine katılmış tecrübeli isimleri Kandil’den Suriye’ye kaydırdı. İşte bu, kurulan planın ilk aşamasıydı. Bu teröristler Suriye şehirlerine giderek savaşın içindeki ülkedeki şartları çok iyi kullanarak silahlı eğitim çalışmalarına başladı. Eğitimler devam ederken silah tüccarları vasıtasıyla yeni silahlar ediniyor ya da Kandil’den buraya silahlar taşınıyordu.
O günlerde rejime üstünlük kuran Suriye silahlı muhalefeti, ülkede Araplarla Kürtler arasında bir iç savaş ortamı oluşmaması için PKK’nın bu faaliyetlerinin üzerine gitmeme kararı almıştı. Muhalif komutanlar, devrimin belli bir noktaya ulaşmasıyla birlikte PKK’ya bir operasyon başlatmak istiyorlardı. Ancak o günlerde onlar da “Büyük Plan”ın farkında değillerdi.
DEAŞ’A ‘YÜRÜ’ DEDİLER
DEAŞ ise ilk önce muhaliflerin elindeki kuzey bölgelerine saldırdı ve buraları ele geçirdi. DEAŞ Suriye kuzeyinde yürürken, yine Halep’in kuzey ilçelerinden biri olan Ayn el Arap’ta (Kobani) küresel çapta bir filmin en ateşli sahnesi yazılıyordu. DEAŞ Ayn el Arap’a kadar gelmiş, şehri yakıp yıkmaya başlamış, on binlerce mülteci Türkiye’ye kaçmış ve sanki bölgede bu tip olaylar hiç yaşanmamış gibi uluslararası basın bunu dünyanın birinci gündem maddesi haline getirmişti.
ALGININ USTALARI SURİYE’DE
Uluslararası basının yığıldığı yerde iktidar sahiplerinin acımasız emellerinin de olduğu malum. Bu defalarca yaşanmış bir tecrübe. Sonuçta PKK’yı, barbar DEAŞ çetelerine karşı şehirlerini savunan kahraman olarak gösterme görevi de onlara düşmüştü. Üstelik o haberleri yapanların çoğu da bu planın -en azından o zamanlar- hiç farkında değildi. Tam o süreçte Ayn el Arap’taki DEAŞ saldırısını kullanan PKK, Türkiye şehirlerini de yakıp yıkmaya, “hendek” siyasetinin öncü güçlerine bir talim yaptırmaya da koyulmuştu zaten.
ABD PKK’YI ORDU GİBİ DONATTI
Ayn el Arap, DEAŞ eliyle PKK’yı “meşrulaştırmak” isteyenler için eşsiz bir laboratuvar gibiydi. Zaten ABD öncülüğündeki DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyonun PKK’ya yardım için uçurduğu uçaklar ve verilen askeri yardımlar tam da Ayn el Arap çatışmasından sonraya denk geliyor. Bu yardımların ardı arkası kesilmedi. Meşruiyetini DEAŞ’ın bölgedeki varlığından alan PKK’ya bir orduya yetecek kadar silah ve cephane yardımı yapıldı. Son tahlilde bu örgüt, ABD eliyle bölgede kurulmak istenen PKK devletinin de ordusu olarak tasarlanıyordu.
KUŞATMADAKİ DEAŞ’A KORİDOR AÇTI
Tel Abyad, Münbiç, Rakka ve son olarak Deyr ez Zor’da, ABD askerleriyle birlikte çatışmalara katılan PKK’lılar işte bu silahları kullanıyor. Özellikle Tel Abyad ve Münbiç’te DEAŞ hiç çatışmadan bölgeyi PKK’ya teslim etti. Rakka’da da benzeri oldu. Şehirden çıkmak isteyen DEAŞ’lılara yol açıldı ve PKK’nın açtığı o koridordan DEAŞ’lılar diğer bölgelere sorunsuz bir şekilde geçti. Bu da iki örgüt arasında, çok derinlerde kurulan gizli işbirliğinin kanıtlarından biri olarak gösteriliyor.
KRİTİK SORU: NEDEN?
Buradan bakınca iki örgüt arasında adı konulmamış bir mutabakat olduğu anlaşılabiliyor. “Özgür Suriye Ordusu’na ve Ayn el Arap’ta PKK’ya tüm gücüyle saldıran DEAŞ aynısını diğer şehirlerde PKK’ya neden yapmıyor” sorusunun cevabı bu süreci tam olarak anlayabilmemizin de kapısını aralayacak ancak o sorunun net bir cevabı en azından şimdilik yok. Sahadaki hareketler üzerinden vardığımız sonuçlar ve fikirler var sadece. Ve emin olduğumuz gerçekler.
UYGUN ORTAM UYGUN PSİKOLOJİ
Evet, arada kimsenin inkâr edemeyeceği bir işbirliği var. Ancak bu kadar da kör göze parmak yapılmıyor tabi. Önce uygun hava oluşturuluyor, savaş psikolojisi yerleştiriliyor, terör kartı uygulamaya geçiyor ve her iki örgüte de özenle yerleştirilen (sayıları bir avuç kadar) casus-teröristlerin yönlendirmeleri bu işbirliğinin sacayaklarını belirliyor.