Cemaatler kimi seçecek?

24 Haziran için artık geri sayım başladı. Partiler seçim beyannamelerini açıkladı, liderler meydanlarda partililerle buluşuyor. Seçim vaatleri birbiri ardına sıralanıyor. Peki Türkiye’nin etkin dini cemaatleri ve tarikatları 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde ne yapacak? Hangi cemaat hangi partiyi destekliyor ve hangi dini grup siyasi kararlarını kamuoyu ile paylaştı? İşte dini cemaatlerin “ehven-i şer” ile başlayan, bugün için gazete ilanları ile kamuya mal olan siyasi tutumları ve oy tercihlerinin kısa hikayesi…

Cumhuriyet ile birlikte tekke ve zaviyelerin kapatılması dini yapıların da sistem dışına çıkmasına yol açtı. Mevlevilik ve Bektaşilik gibi folklorik ritüellerin ön planda olduğu tarikat yapıları dışındaki tüm dini örgütlenmelerin engellendiği Tek Parti döneminde cemaat ve tarikatların siyasi tercihlerinden söz etmek çok da olası değildi.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka denemeleri sırasında yaşanan siyasi tartışmalar ve kırılmaların gerisinde de hiç kuşkusuz dini tarikatların varlığı dikkat çekiciydi. Özellikle de Serbest Fırka’nın kapatılmasına giden sürecin Menemen Hadisesi ile irtibatını bilenler, dini örgütlenmeler ile siyasi yapılar arasında Cumhuriyetin ilk günlerinden itibaren gerilimli bir ilişkinin varlığını görürler. Menemen Hadisesi sonrası bazı Nakşibendi şeyhleri de yargılanırken sürecin sonunda Serbest Fırka da tarihe karışır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan parti kapatma olayı, siyasi yapılarla dini örgütlenmeler arasında rejimin keskin bir çizgi çizme kararlılığını da gösteriyordu. Zaten sancıları günümüze kadar gelen parti kapatmalarda tarikat ve cemaatlerle ilişki kurmak her zaman suç unsuru olarak ileri sürülebilmiştir. Yakın tarihlerde yaşadığımız demokrasi dışı müdahalenin en belirgin olayı Refah Partisi davasında da, Cumhuriyet Başsavcısı tarikat ve cemaat liderlerine Başbakanlık’ta verilen iftar yemeğini kapatma gerekçesi olarak sunabilmişti. Cumhuriyetin ilk yıllarından bugüne uzanan süreçte partiler dini cemaatler ile ilişkilerinde çok dikkatli olmuş, dini cemaatler de partilerle temaslarında hep titizlenmişlerdir. Gizli gizli yürütülen ilişkiler, perde gerisinde gerçekleşen pazarlıklar, el altından cemaat mensuplarına iletilen siyasi talimatlar hep iki taraf için de tehlikenin varlığından kaynaklanıyordu. Partiler kapatma tehdidi yaşıyor, dini cemaatler ise devletin öfkesini çekmekten endişe ediyordu.

İlk doğrudan ilişki Menderesle

Dini örgütlenmelerin siyasette varlığını hissettirmesi ve kamusal alana çıkışı 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle başlar. “Yeter, söz milletin” sloganında anlam bulan siyasi tutum, muhafazakar çevreleri heyecanlandırdığı gibi dini cemaatleri de siyasi tercihlerini kolektif bir şekilde almaya yöneltmiştir. Menderes’in kadrosunda yer alan dini hassasiyeti yüksek isimler, Türkiye sosyolojisinin bir sonucu olan dini cemaatler ile temas kurmuşlar ve onların desteğini istemişlerdir. Ezanın Türkçe okutulması, imam-hatip mekteplerinin açılması gibi simgesel hizmetler de dönemin cemaatlerini mutlu etmeye yetmiştir.

Siyaset ile dini yapılar arasında kurulan bu ilk doğrudan ilişki Menderes’in çok olumlu mesajlarına rağmen sorunsuz bir şekilde yürümemiştir. Dini cemaatler, “ehven-i şer” yani “kötünün iyisi” veya “daha az kötü” kabul ettikleri Demokrat Parti’yi oylarıyla iktidarda tutarken dini hayatta da göreceli bir serbestlik yaşanmaya başlamıştır.

Dini yapıların Cumhuriyet Türkiye’sinde siyasi bir aktör olarak görülmeye başlandığı 1950’li yıllar 27 Mayıs darbesiyle son bulurken, askerin öfkesini çeken unsurlar arasında Demokrat Parti’nin tarikatlara “çok yüz vermesi” önemli bir yer tutuyordu. “Rejim tehlikeye düşüyor” ve “laiklik elden gidiyor” çıkışları sıklıkla seslendiriliyor ve sadece dini hassasiyeti yüksek kesimleri değil partileri de yola getirecek bir şekilde kullanılıyordu. 27 Mayıs ile akamete uğrayan bu süreç, askeri yönetimin etkisinin zayıflaması ve Adalet Partisi’nin iktidara gelmesiyle yeni bir evreye girdi. Demokrat Parti’nin son yıllarında Süleymancıların ve Nurcuların yaşadığı bazı tatsız hadiseler hala unutulmamıştı. Buna rağmen Adalet Partisi’nin kuruluşunda Türkiye’deki tüm bilinen dini cemaatlerin katkısından söz edilebilir. Bu katkı biraz da Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in varlığından kaynaklanmaktadır.

Nurlu Süleyman

Emekli General Ragıp Gümüşpala’nın ardından Adalet Partisi’nin başına Süleyman Demirel gelirken, Türk siyaseti için bir eşik daha aşılıyordu. Ispartalı olan Demirel, dönemin nurcu grupları arasında “Nurlu Süleyman” olarak anılıyor ve koşulsuz destek görüyordu. Demirel de bu desteği karşılıksız bırakmıyor, zaman zaman Nurcuların hoşuna gidecek mesajlar vermeyi ihmal etmiyordu. Muhaliflerinin özellikle de CHP’lilerin her defasında tarikatçılıkla suçlamaları Demirel’in işine geliyordu. Böylece dini cemaatler ve gruplar CHP karşıtı olarak Demirel’in etrafında birleşiyor, “ehven-i şer” olarak görmekten çok “kurtarıcı” olarak idealize etmeye başlıyorlardı.

Türk siyasetinde dini yapıların artık ağırlığının iyice arttığı ve oy potansiyelinin sonucu olarak aktif siyasete de katıldıkları bu yıllarda yeni bir durum daha ortaya çıktı. Demirel ile ters düşen Necmettin Erbakan, yeni bir siyasi parti girişimlerine başladı. DP döneminde de MP gibi dini eğilimi yüksek partiler olmakla birlikte ilk kez bir dini tarikat ile sıkı temas içerisinde bir siyasi parti seçmen karşısına çıkıyordu. Günümüzde İskenderpaşa Cemaati olarak bilinen Nakşibendiliğin Gümüşhanevi koluna bağlı bir isim Necmettin Erbakan, Milli Nizam Partisi’ni kurdu. Bağımsız olarak Konya’dan milletvekili seçilen Erbakan, MNP’yi kurarken sadece şeyhi Mehmet Zahit Kotku’dan değil aynı zamanda Nur talebelerinden de destek almış hatta parti kurucuları arasında hatırı sayılır şekilde Nurculara da yer vermişti. Siyasetteki bu ilk teşebbüs bir süre sonra çatladı ve MNP’deki Nurcular yollarını ayırdı. Aynı dönemin etkin cemaatlerinden Süleymancılar ise Adalet Partisi’ni ve Demirel’i desteklemeyi sürdürüyordu. Zaten cemaatin lideri konumundaki Kemal Kacar da, milletvekili olarak Parlamento’da yer alıyordu.

1970’li yıllarda Türk sağına egemen olan antikomünizmin ve Sovyet karşıtlığının da etkisiyle dini cemaat ve tarikatların desteği hep merkez sağ partilere olmuştu. MHP ve MSP’nin de bazı dini cemaatler tarafından desteklendiği bilinmekle birlikte AP, en büyük payı almayı başarıyordu. Terör ve ekonomik krizlerle geçen bu yılların sonunda gelen 12 Eylül darbesi ise dini cemaatler için paradoks sayılabilecek bir özgürlük alanı da sağladı. Kenan Evren’in darbenin hemen ardından dini cemaatlere yönelen baskısı, bazı dini önderlerin gözaltına alınması hadiseleri bir süre sonra yerini görmezden gelme tavrına bırakıyordu.

Dört eğilimin buluşması

12 Eylül’ün verdiği fırsatla dört eğilimi buluşturan ANAP, muhafazakarların artık devlet yönetiminde hayli etkin olacağı bir dönemi başlattı. Dört eğilimin bir parçası da “muhafazakarlık” olarak tanımlanıyor ve bu da dini hassasiyeti yüksek insanların sistemle daha doğrudan ilişkisine imkan veriyordu. İskenderpaşa cemaatine çok da uzak olmayan Turgut Özal, milletvekili listelerinde olduğu kadar bürokraside de cemaat mensubu kişilere ciddi oranda yer verdi. Cemaatler mensupları üzerinden devletle tanışırken, esen serbestlik rüzgarlarının etkisiyle de ciddi şekilde örgütlenmeye başladı. Ağırlıklı olarak dernek, vakıf ve eğitim kurumları üzerinden yürütülen bu örgütlenmeler, kırdan kente göçün artmasıyla birlikte daha da büyüdü, genişledi.

Özallı yıllarda neredeyse tüm dini cemaatler ANAP’ta buluşuyor ve sadece oy vererek değil teşkilatlarda da görev alarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Siyasi yasakların kalkmasının ardından Demirel, Erbakan ve Türkeş’in dönüşüyle tablo değişti. İşte tam bu yıllarda dini cemaatler ve tarikatlar ile partiler ve liderler arasında gizli pazarlıklardan söz edilmeye başlandı. Tarikatlar ve cemaatler ciddi bir oy gücü olarak görülüyor ve siyasi rekabette önemli bir avantaj teşkil ediyordu.

Merkez sağ, 1994 yerel seçimlerine kadar dini cemaatlerin oyunu almakta çok zorlanmadı. Bağlılarını her defasında “ehven-i şer” olarak gördükleri partilere yönlendiren tarikatlar, merkez sağın büyük çöküşü sonrası 1994’teki yerel seçimlerde Refah Partisi’ne oy verdiler. Özellikle İstanbul’daki RP adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın varlığından kaynaklanan bu durum, cemaat ve tarikat bağlılarının serbest iradeleriyle aldığı bir karar olarak dikkat çekti. Dini cemaat ve tarikatların merkez sağ ile olan kontratı bitmiş, artık yeni bir dönem başlamıştı.

Erdoğan ile başlayan dini özgürleşme

28 Şubat postmodern darbesi en çok da dini yapılar üzerinde kalıcı hasar bıraktı. Darbenin yol açtığı mağduriyetler cemaat ve tarikatlarda yeni bir değerlendirme ve farklı bir siyasi tercihi de beraberinde getirdi. Bir kez daha sistem dışına itilen cemaatler, sadece konjonktürel özgürlükler ile varlıklarını sürdüremeyeceklerini gördüler. Yapısal ve hukuksal dönüşümlerin gereğine inandılar ve bunun için de değişimin bir siyasi hareketle olacağını fark ettiler. 2001 krizinin ardından yaşanan kaosta ortaya çıkan AK Parti hareketi, geniş dini grupları buluşturdu ve onlara umut oldu. Evrensel anlamda bir özgürlük hareketi dini cemaatler için de vazgeçilmez kolaylıklar vadediyordu. 2002 seçimleri çöken merkez sağ kadar yükselen AK Parti’nin cemaat ve tarikatlar ile kurduğu gönüllü ittifakın ilanı kabul edilebilir.

Erdoğan liderliğindeki AK Parti, köklü değişim ve dönüşümlere imza atarken tüm Türkiye gibi dini cemaat ve tarikatlar da bunun faydasını gördü. Askeri vesayetin engellemelerine rağmen Türkiye özgürleşiyordu. Girdiği her seçimi kazanan AK Parti, doğal bir şekilde ülkedeki tüm dini cemaat ve tarikatları buluşturmuş ve gönüllü bir birliktelik ortaya çıkmıştı. Sadece yerel ve genel seçimlerde değil referandum oylamalarında da cemaat ve tarikatların AK Parti’ye desteği biliniyordu.

Anayasa referandumu için “evet” çağrıları

Dini cemaat ve tarikatların seslerini yükselttikleri ve yoğun bir şekilde kampanyaya dahil oldukları siyasi oylama hiç kuşkusuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin oylandığı referandum oldu. Vesayetçi sistemi bitiren bu oylama için neredeyse tüm dini cemaat ve tarikatlar “evet” çağrıları yaptı, gönüllülerini oy kullanmaya davet etti. 15 Temmuz ruhunun etkisi ve FETÖ’nün cemaat ve tarikatlarda oluşturduğu kırılma referandumda kendini hissettiriyordu. Dini cemaat ve tarikatları yıllarca sömüren ve kumpaslarla sindirmeye çalışan FETÖ’nün devreden çıkmasıyla daha özgür ve şeffaf bir siyasi süreç yaşandı.

Yargı ve askeri darbe kalkışmaları nedeniyle terör örgütü ilan edilerek yasal siyasi zeminini yitiren FETÖ, referandumda “hayır” için çalışırken Türkiye’nin geleneksel dini kurumları olan cemaat ve tarikatları değişimden yana tavır aldılar. Tarikat ve cemaat yapılanmalarını temsil eden dernek, vakıf, platform ve yayınlar kararlarını şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşıp Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne geçilmesi için mücadele ettiler. Türk siyasetinin pek de alışık olmadığı bir şekilde inisiyatif alan sivil örgütlenmeler vesayetçi yapının sona ermesi yönünde meydanlara indi. Cumhuriyet tarihi boyunca sistemin dışlanmış unsurları bu defa sistem değişiminde belirleyici unsur oldu. Pek çok siyaset bilimciye göre normalleşmenin en somut adımı olan bu gelişme Türkiye’nin önündeki yönetim krizinin de aşılmasını sağladı.

Nakşibendilerden, Nurculara, Kadirilerden Cerrahilere kadar Türkiye’nin etkin cemaatleri, mensuplarının “evet” yönündeki tutumunu kamuoyu ile paylaşırken, vatandaşlara da Türkiye’nin değişim fırsatına destek olmaları çağrısı yaptılar. Süleymancılar gibi cemaatler ise sessiz kalıp oylarının rengini belli etmemeyi tercih etmişti. Merkezi yapının “hayır” yönündeki kararına rağmen tabanda önemli bir kitlenin kendi iradeleriyle “evet” yönünde oy kullandığı da biliniyor.

Uzun yıllar birbirinden bağımsız yapılar olarak onlarca gruba bölünen Nurcular arasında ise sadece Yeni Asya grubu referandumda “hayır” cephesinde yer aldı. 15 Temmuz sonrasında dahi FETÖ yanlısı tutum takınmaktan kaçınmayan Yeni Asya grubu, gazeteleri vasıtasıyla yoğun bir “hayır” propagandası yaptı.

Türkiye sırat köprüsünde: Beka sorunu

 Sadece güneyindeki terör yapılanmaları ile değil aynı zamanda ekonomik saldırılar ile de tehdit edilen Türkiye, önce Fırat Kalkanı ile ardından Zeytin Dalı Operasyonu ile “terör koridoru”nu dağıttı. ABD’nin desteklediği PYD/PKK güçlerini bölgeden uzaklaştıran ve sınırın Suriye tarafında güvenli bölge oluşturan TSK, Irak’ın kuzeyindeki PKK kamplarını da yerle bir etti. Sınırdan yüzlerce kilometre içerde operasyon yapma kabiliyeti ve kararlılığı sergileyen güvenlik güçleri “oyunu” bozdu.

Anayasa değişikliği için AK Parti ve MHP’nin TBMM’de başlayan işbirliği referandumda sandığa da yansırken, Türk siyasi hayatında bugüne kadar sağdaki en geniş mutabakat sağlanmış oldu. Sağ siyasetin neredeyse tüm unsurları, milliyetçi ve muhafazakar gruplar ile dini cemaat ve tarikatlar Erdoğan’ın liderliğinde “yerli ve milli” bir duruş sergiliyordu. Bu geniş mutabakat zemini sistem değişikliği için 2019’a kadar beklemeyi de lüzumsuz hale getirdi.

MHP Lideri Bahçeli’nin çağrısıyla alınan erken seçim kararı sadece AK Parti, MHP ve BBP ittifakına kapı aralamadı, aynı zamanda Türkiye’nin tüm güçlü ve yaygın dini örgütlenmelerini de bir araya getirdi. “Cumhur İttifakı” için çağrılar peş peşe gelirken, makul çoğunluk Erdoğan’ı icracı Cumhurbaşkanı olarak görmek istiyordu.

Dini cemaatlerin oyu “Cumhur İttifakı”na

Cumhur İttifakı’na desteğini basın toplantısı ve gazete ilanları ile ilk duyuran cemaat Menzil grubu oldu. Geçmiş yıllarda ikiye ayrılan Adıyaman ve Eskişehir merkezli faaliyetlerini yürüten cemaatin iş dünyasına dönük kuruluşu TÜMSİAD, “24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde Cumhur İttifakı’nı yürütmenin çalışmalarına güç verecek çoğunlukta bir meclis yapısını ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğimizi duyururuz” şeklinde gazetelere ilan verdi.

Başta büyükşehirler olmak üzere Türkiye’nin her yerinde ciddi bir oy potansiyeline sahip Menzil grubunun hemen ardından Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı da çok net ve kararlı bir açıklamayla Erdoğan’ın adaylığına desteğini duyurdu.

Erenköy Cemaati; “Liderliğini Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştirdiği yönetim, başkanlık sisteminin de devreye girmesiyle güçlenerek yoluna devam etmelidir. Bu umudun devamı için tek yürek halinde bu yürüyüşün yanında olmayı bir borç biliyor, ümmetin ve insanlığın maslahatı için gece gündüz çalışan bu kadroya karşı teşekkür ve dua halinde olduğumuzu kamuoyuna saygıyla arz ediyoruz” cümleleriyle ilan ettiği bu desteğe tüm vatandaşların da katılması çağrısında bulundu.

Referanduma desteğini resmi internet sitesinden bir açıklama yaparak duyuran İsmailağa cemaati ise henüz bir açıklama yapmazken önümüzdeki günlerde oradan da destek açıklamasının geleceği yönünde yorumlar yapılıyor. Zaten cemaatin bazı mensuplarının AK Parti listelerinden milletvekili adayı olması da bu desteğe kanıt olarak gösteriliyor.

Son yıllarda sessizliğe bürünen -1980’li yıllardaki kadar kamuoyu önünde görülmeyen- İskenderpaşa cemaatinin de Cumhur İttifakı’nı ve Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını destekleyeceği ifade ediliyor. Merhum Mahmud Esad Coşan sonrası cemaatin liderliğini üstlenen Nureddin Coşan’ın da referandumdaki tavrını sürdürüp Sağduyu Partisi adına desteğini ilan edeceği tahmin ediliyor.

Kimi desteklemeyecekleri kesin

 Yine Yahyalı grubu gibi Nakşi, Hayrat Vakfı, Kurdoğlu Grubu, Meşveret Cemaati, Suffa Vakfı gibi Nurcu grupların da önceki seçimlerde olduğu gibi AK Parti ve Erdoğan’a oy vermesi sürpriz olmayacak.

Türkiye’nin değişik şehirlerine yayılmış Kadiriler ile İstanbul merkezli Cerrahilerin de 24 Haziran seçimlerinde Cumhur İttifakı yönünde irade ortaya koyacakları biliniyor.

Referandumda ikiye bölünen Süleymancıların bu seçimde de mensuplarını tek bir partiye yönlendiremeyeceği görülüyor. Cemaatin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan’ın torunu Fatih Süleyman Denizolgun’un AK Parti’den İstanbul adayı olması bu içe kapalı cemaatin mensuplarında kafa karışıklığına yol açmış görünüyor. Bir yanda Süleyman Efendinin torununun adaylığı, diğer yanda cemaatin merkezi yapısının dayatması arasında sıkışan Süleymancıların sandıkta da bölüneceği kesin.

Muhalif cephede siyaset yapan Bağımsız Türkiye Partisi ve Haydar Baş ise 24 Haziran seçimleri öncesi büyük hayal kırıklığı yaşıyor. CHP ile ittifak görüşmeleri yapan Haydar Baş cemaati son anda ortada kaldı. Zehir zemberek bir açıklamayla seçimlere katılmama kararı alan BTP’nin aldatılmış olmanın öfkesiyle CHP’den uzaklaşabileceği ileri sürülüyor. Zaten ciddi bir oy tabanı bulunmayan partinin ittifakın sunduğu fırsatla Haydar Baş’ı meclise sokma planı bu seçimde suya düştü.

Son olarak terör suçundan tutuklanan Furkan Vakfı lideri Alparslan Kuytul ile artık dini bir yapılanma vasfını çoktan kaybeden FETÖ’nün ise 24 Haziran’da kimi desteklemeyeceği kesin, ama kime oy verecekleri ise spekülasyona açık.

Benzer konular