LGBT, cinsiyetsizlik ve pedofili aynı kategoride değerlendirilmesi gereken kavramlardır. Zira Avrupa’da eşcinsellik propagandası anaokullarına kadar girdi. Bugün “Onur Yürüyüşü” adıyla 8-10 yaşındaki küçücük çocukları “cinsel obje” gibi giydirerek, dünyanın en “medeni” şehirlerinin caddelerinde dans ettirdiklerini gördük. “Ben böyle yaratılmışım” tezine sığınan eşcinseller gibi pedofiller de “Ben böyle yaratılmışım” demeye başladılar bile.
Geçtiğimiz hafta Taksim’de izinsiz olarak düzenlenen “Onur yürüyüşü” adı altında yapılan LGBTİ+ yürüyüşü, CHP’li ve HDP’li belediyelerin şovuna sahne oldu. Yerel seçimlerde aldıkları büyük şehir ve irili ufaklı birçok CHP’li belediye LGBT’ye destek tweetleri attı. Sosyal medyada eşcinselliğin sapıklık olduğunu, aileyi ve nesebi korumak için bu gibi durumların özendirilmemesi gerektiğini söyleyenler ise homofobi, transfobi ve bifobi gibi yakıştırmalarla küçük düşürülerek aşağılandı. Peki LGBT nedir, kimler, hangi amaçlarla, nasıl yaygınlaştırıyor?
TÜRK AİLE YAPISI EŞCİNSELLİĞİ KABUL ETMEDİ
Eşcinsellik 1960’lı yıllarda ABD’de psikolojik bir hastalık olarak görülüyor ve bulaşıcı olduğu düşünülüyordu. Bu nedenle eşcinsel bireyler fişleniyor, eğitim gibi spesifik alanlarda çalışmalarına izin verilmiyordu.
Avrupa’da da durum pek farklı değil. Bütün dinlerin haram kıldığı iğrenç ve aşağılık bir fiil olan eşcinsellik, 21. yüzyıla gelene kadar pek çok devlet tarafından suç olarak kabul ediliyor ve bir dönem zorunlu tedaviye tabi tutuluyordu. Hâlâ dünyanın bazı ülkelerinde suç sayılan eşcinsellik, Türkiye’de hukukî olarak nötr durumda. Hatta cinsiyet değişimi ücretleri SGK tarafından karşılanıyor. İnanç ve geleneklerine bağlı Türk aile yapısı ise, eşcinselliği İslam inancı gereği sapıklık olarak görmektedir. Bununla beraber küreselleşme, sekülerleşme, endüstrinin gelişmesi, geleneksel aile yapısının ve değerlerinin modernizme yenik düşmesiyle eşcinselliğe bakış ve tutumlarda da önemli bir değişim gözleniyor.
HASTALIKTAN NORMALLEŞMEYE
Gay lobisinin 1973 yılında Amerikan Psikiyatristler Birliği’ne gerçekleştirdiği baskı neticesinde eşcinsellik, tanı konulabilecek ve tedavi talep edilebilecek bir bozukluk olmaktan çıkarıldı. Dünya sağlık örgütü de 17 Mayıs 1990’da eşcinselliği akıl hastalıkları listesinden çıkarttı. Bu tarihten itibaren her yıl 17 Mayıs homofobi karşıtı gün olarak kutlanmaya başlandı. İlk “Onur Yürüyüşü” rezaleti ise bir gay barda çıkan ayaklanmanın yıl dönümü olan 28 Mayıs 1970’te düzenlendi. O günden itibaren tüm dünyada haziran ayında onur haftası adı altında çeşitli etkinlikler yapılıyor.
Homoseksüel olmanın yasak olmadığı, ancak yasal olarak okullarda homoseksüelliğin öğretilmesinin yasak olduğu Rusya, bu küresel oyunu erken görüp tedbir alanlardan. Moskova Yüksek Mahkemesi 2012’de eşcinsel onur yürüyüşünün önümüzdeki 100 yıl süresince Rusya’nın başkentinde yapılmasını yasakladı. Rusya meseleye dinî olarak bakmaktan öte, eski bir istihbaratçı olan Putin’in LGBTİ+ sapıklığına karşı durmasının sebebi, kamu düzenini uluslararası tehditlere açık hâle getirmesi ve aile düzenini tümden yok etmesi.
ONURSUZ PANKARTA BERAAT
Türkiye’de 2003’ten bu yana “onursuzluk yürüyüşü” yapılıyor. Son 4 yıldır etkinliklerin Ramazan ayına denk gelmesi gerekçesiyle valilik tarafından yasaklanan eylem, yasaklara rağmen toplumun seküler kesiminin bir bölümünün desteğiyle meşrulaştırılmaya çalışılıyor. “Onur yürüyüşü” adı altında toplumun alışık olmadığı onursuzluklar sergileniyor. Şerefli bir insanın ağza alamayacağı sloganlar, pankartlara yazılıyor.
LGBT yürüyüşünün Ramazan ayına denk geldiği ilk yıl, Müslümanların mukaddes ayları, İslamca lanetlenmiş olan eşcinsellikle bağdaştırarak şöyle bir pankart açmışlardı “Şaban’la Receb’in aşkına Ramazan engel olamaz.” Bu ifade bütün Müslümanları rahatsız etti. Avukat Hasan Emre Okumuş, Davut Karacan ve Mehmet Yalçınkaya bu rahatsızlıklarını mahkeme salonuna taşıdı. Pankartı açan kişilere “Halkı kin ve düşmanlığa sevk etme, tahrik ve aşağılama” gerekçeleriyle şikayette bulundular. Ancak çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, Müslümanların mukaddesatına dil uzatan şahısların bu sözleri “ifade özgürlüğü” kapsamına alınarak dava beraatla sonuçlandı ve kimseden de bu mahkemenin LGBT desteğine tepki gelmedi.
ÖZGÜRLÜKLER ARTTIKÇA CİNSEL SUÇLAR DA ARTTI
Gelelim tüm dinlerde ve toplumlarda lanetlenen eşcinselliğin toplumsal kabul görme sürecine. Tüm dünyada yasak olan eşcinsel evlilikler 1 Nisan 2001 günü ilk kez Hollanda’da yasallaştı. 30’a yakın ülkede eşcinsel evlilik artık serbest. Eşcinsel evliliklerin serbest olması, cinsiyet eşitliğinin savunularak cinsiyetsiz bir kimlik ortaya konulması bile bu ‘çok özgür’ ülkelerde tecavüzleri durdurmaya yetmedi.
Cinsiyet eşitliği açısından dünyanın en üst sıralarında yer almalarına rağmen dört İskandinav ülkesi Norveç, Danimarka, Finlandiya ve İsveç’te cinsel saldırı ve tecavüz oranlarının yüksek olması çok mânidar. Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo, cinsiyet eşitliği açısından güçlü istatistiklere sahip olan İskandinav ülkelerindeki cinsel şiddet suçu oranının yüksek olmasını paradoks olarak niteledi.
NETFLİX DİZİLERİNE DİKKAT
Tek Dünya Devleti ve Dünyayı Yönetme gibi büyük hedefleri olan “Küreselciler”in dünya nüfusunu azaltmak adına uyguladıkları projelerden biri de “Cinsiyet Eşitliği Projesi”ydi. Son yıllarda bu projede epey yol kat ettikleri ve popülerizm adına destek buldukları da gözle görülür bir gerçek. Toplam kullancı sayısının 130 milyonu geçtiği Netflix’in eşcinsel karakteri olmayan dizi yayınlamaması ve eşcinselliğe özendirici yayınlar yapması, bu sapıklığı normalleştirme adına atılan önemli adımlardan biri. Özellikle gençlerin tercih ettiği bu diziler, her türlü sapıklığı ve şiddeti normal göstermesi bakımından çocukların beyinlerini formatlamaya yetiyor.
İnsanı kadın ve erkek olarak yaratan Allah (c.c.), insan ırkının devamı ve mutluluğunu kadın ile erkeğin nikahlı meşru birlikteliği ile sürdürülmesine bağlamış ve emretmiştir. Eşcinselliği bütün dinlerin reddetmesinin en büyük sebebi de Allah’ın fuhşiyyat ve lanetlik bir davranış olarak nitemelesi, fıtrata aykırı bir fiil olarak görmesidir. İslam literatüründe eşcinsellik, lûtilik ve livâta olarak adlandırılır ve en büyük günahların başında yer alır. Kuran-ı Kerim’de eşcinselliğin kesin olarak yasaklandığını ve bu tür bir cinsel ilişkinin “livatalık” olacağını bildiren en kesin hüküm, Âraf Sûresinin 80 ve 81. ayetlerinde görülür. “Lût’u da peygamber gönderdik. Kavmine dedi ki: ‘Sizden önce insanlardan hiçbirinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz? Çünkü siz, kadınları bırakıp da cinsel tatmin için erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz haddi aşan bir topluluksunuz.”
DÜNYA NÜFUSUNU AZALTMA PROJESİ
Buna rağmen yaratıcıya meydan okuyarak insan ırkını uçuruma yuvarlamak pahasına üçüncü bir insan modelini tüm dünyada yaygınlaştırmak isteyen bir kesim, emellerine ulaşmak için her yolu deniyor. Cinsiyet eşitliği projesiyle kadın erkek rollerini tamamen yok sayan, cinsel eğilimi de bunun içine katarak hibrit bir cins oluşturmaya çalışanların tek gayesi, dünya nüfusunu azaltarak dünya nimetlerini bir grup azınlık seçkinin doymak bilmeyen arzularına sunmak.
ABD’ de Georgia eyaletinde yer alan “Rehbertaşı” anıtındaki 10 emirin ilki, dünya nüfusunun üzerinde oynanan oyunlarda rehber niteliğinde. Yeniden bir medeniyet kurmak için kim tarafından yaptırıldığı bilinmeyen anıtta, dünyanın en yaygın konuşulan 8 dilinde 10 adet emir yazılır. İngilizce, İspanyolca, Swahili, Hintçe, İbranice, Arapça, Çince ve Rusça yazılan taş kitabe, dünya nüfusunun toplu kırımı için alenen bir çağrıdır. İnsanı dehşete düşüren ilk emir ise “Tabiat ile sürekli bir denge içinde insanlığı 500 milyonun altında tut” ifadesidir.
GIDALAR YOLUYLA CİNSEL KİMLİK BOZULUYOR
Özellikle 3. dünya ülkelerine, savaş götürebildikleri yere savaş, götüremedikleri yere ise Rockfeller ve Bill Gates öncülüğünde başta aşı olmak üzere sağlık konusunda yapılan yardımların arkasında sessiz bir soykırım yatar. Bill Gates’in bir sempozyumda kurmuş olduğu şu cümleler bu gerçeği açıkça ortaya koyar; “Dünya’da 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu yüzde 10-15 azaltabiliriz.”
Özellikle son yıllarda milyonlarca dolar yatırılıp, birçok araştırma yapılmasına rağmen “eşcinsellik geni” diye bir şey bulunamadı. Bunun için küresel planlarıyla dünya nüfusunu azaltma derdine düşenler, aşılardan tutun da kısırlaştırıcı, cinsel eğilimi bozucu katkı maddeleriyle gıdaların genleriyle oynayarak işlerini kolaylaştırma yoluna gittiler. Bu bozulmanın en bariz örneği, toplumda çok ender görülen östrojen hormonunun fazla salgılanması gibi durumların, katkı maddeli gıdalar yoluyla toplumun önemli bir kısmına yayılması.
Recombinant, biyoteknoloji ve nanoteknoji kullanılarak üretilen, ilaç, aşı, gıda, gıda katkı maddesi, kozmetik ürün ve eşyalar ile insan DNA’sına nüfus edildiği, fıtrî davranışlarının bozulduğu, sıhhatlerinin tahrip edildiği, çeşitli hastalıklar, engelli doğumların yanı sıra eşcinsellik gibi eğilimlerin de bu çalışmalarla artırıldığı, üremenin yok edilmesiyle de yeni bir nüfus planlaması politikasının devreye sokulduğu artık bir teori değil, aksine gerçeğin ta kendisi olarak insanlığın önünde duruyor.
Gay hastalığının adı değişti
Bir de bunun hastalık ve tehlike arz eden boyutu var. Eşcinsellik, başta HIV virüsü, pedofili, ensest, fuhuş ve madde bağımlılığı gibi hem beden ve ruh sağlığını tehdit eden hem de toplumsal sağlığı tehlikeye atan bir durumken, kapitalizmin kendi sistemini sürdürmek için özgürlük adı altında tüm dünyaya dağıttığı bir virüs gibi işliyor. AIDS ilk ortaya çıktığında tıp camiası bu yeni hastalığa GRID (Gay Related Immun Disorder/Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) ismini vermişti. GRID adı toplumda yaygınlaşmaya başlayınca, halk tedirgin oldu, eşcinsel hareketin gelişimi yavaşladı. 1980’li yılların başlarında, eşcinsel lobiler devreye girip tıp camiasına baskı yaptı. Hastalığın adını AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olarak değiştirdi.
Bu konuda 11 Mayıs 1982’de New York Times gazetesi, Lawrence K. Altman imzasıyla bir haber yayınlamıştı. “New homosexual dısorder worrıes health offıcıals” başlıklı haberde, “eşcinsel hastalığı olan GRID’in eşcilselliği kötü göstereceği gerekçesiyle adının AIDS olarak değiştirildiği anlaşılmıştı.
Fransa’da eşcinsel erkeklere yönelik şartlı kan bağışı uygulamasını bile “ayırımcılık içerdiği” gerekçesiyle, Avrupa Birliği Komisyonu’na şikayet ettiler. Çünkü bu fıtrat bozucu sapıklık her türlü hastalığı barındırsa bile, “özgürlük” adı altında topluma pompalanmalı, kabul etmeyenler öcüleştirilmeliydi.
Eşcinsellikten pedofiliye
“Ben böyle yaratılmışım” yalanına sığınan eşcinseller gibi pedofiller de “Ben böyle yaratılmışım” demeye başladı bile. Almanya’da tıp doktorası yapan TEDx konuşmacısı Mirjam Heine, “Pedofili, değişmez bir cinsel yönelimdir” diyerek pedofilinin ‘‘istemsiz duygular’’ olarak kabul edilmesini istedi. Aynı şekilde BBC de bir pedofili ile yapılan röportajı yayınlayarak “Pedofillerin yargılanmaya değil, anlaşılmaya ve yardım edilmeye ihtiyacı var” dedi.
Bunlar hep alıştırma antramanları. Şartlar ne olursa olsun “Aşk aşktır” sloganını savunanların, yakın zamanda pedofiliyi savunur duruma geçeceklerine hiç şüphe yok. Hatta bunun pek çok devlet başkanı, zengin, sporcunun da katıldığı sapkın ayinleri en acıklı ritüeli olduğu, bunlara katılanlardan birinin de Obama olduğu çok defa haber ve ifaşaatlara konu oldu. Bunun en meşhurlarından biri de “pizza gate” skandalıydı.
LGBT, cinsiyetsizlik ve pedofili aynı kategoride değerlendirilmesi gereken kavramlardır. Zira Avrupa’da eşcinsellik propagandası anaokullarına kadar girdi. Bugün “Onur(suzluk) Yürüyüşü” adıyla 8-10 yaşındaki küçücük çocukları “cinsel obje” gibi giydirerek, dünyanın en “medeni” şehirlerinin caddelerinde dans ettirdiklerini gördük. 7-8 yaşlarındaki çocuklara ebeveynleri desteğiyle drag queenlik yaptırılarak bu sapıklığı çocuklara da bulaştırma konusunda oldukça mahirler.
İstanbul deklerasyonu isyanı
11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan, TBMM tarafından 14 Mart 2012’de kabul edilen, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” ve “Kadına yönelik şiddet; ev içi şiddetin önlenmesi” başlığı altında cinsiyetsiz bir kimliği topluma kazandırmak amacını taşıyor. (Aslında deklerasyon olarak tercüme edilmesi gereken kelime kasıtlı olarak sözleşme diye tercüme ediliyor. Bu çalışma, AK Parti’ye yönelik son yıllarda ortaya çıkan tepki ve kırılmaya da yol açtığını, pek çok seçmenin bu yüzden sandığa gitmediğini de akıldan çıkarmamak gerekiyor.) Mecliste istisnasız bütün parti milletvekillerinin oylarıyla kabul edilen deklerasyon, 2018 verilerine göre 45 ülke tarafından imzalanıp 27 ülke tarafından onaylanmış durumda.
Türkiye’de sözleşme sonrası, 10 ilde, lise düzeyinde pilot uygulama başlatıldı. “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi” (ETCEP) başlığıyla seminerler verildi. PKK sevicisi ve Gezi kalkışması destekçisi Türk Tabipler Birliği (TTB) kanalıyla konferanslar düzenlendi. Cinsiyetsizlik adı altında LGBT’nin meşrulaştırılmasına kapı aralayan bu adımlara toplum büyük tepki gösterdi. Zira toplumsal cinsiyetin açılımı, yaradılıştan gelen cinsiyeti beğenmiyorsan, istediğin cinsiyeti tercih etmekte özgürsün.
Öte yandan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), İl Müdürlükleri ile tüm eğitim ve araştırma hastanelerine yolladığı yazıyla cinsiyet geçiş ameliyatlarının protezler dahil tüm masraflarının SGK güvencesinde olduğunu duyurdu. LGBT lobisinin ülkemizde de bu denli etkin çalışmasını, durumun hangi vahim boyutlarda olduğunu kanıtlar nitelikte. Asıl soru şu; milletten alınan vergilerle bu sapıklığın finanse edilmesine SGK devam edecek mi?
Diyanetten geç kalmış yerinde bir çıkış
Diyanet İşleri Başkanlığı 5 Temmuz 2019 tarihli “Neslin Korunması: Erdemli Bir Nesil, Huzurlu Bir Gelecek” başlıklı hutbesinde bu konuyu detaylı olarak anlattı. Bunu geç kalmış da olsa iyi bir başlangıç kabul ediyor, gönülleri fethedecek bir üslupla devamınn gelmesini arzu ediyoruz. Oldukça başarılı ve takdir toplayan hutbede özetle şu konulara temas edildi:
İnsanın kadın ve erkek olmak üzere farklı cinsiyetlerde yaratılması, Allah’ın varlığının ve kudretinin belgelerinden biridir.
Hem kadının hem de erkeğin iffetini, saygınlığını ve haklarını korumaya yardım eden en değerli kurum ailedir. Aile hayatı, aramızda güven ve huzur bağları örer. Aileyi yok sayan ve aile yapısını bozan her türlü düşünce ve davranış, aslında toplumsal bağları hedef almaktadır.
Bir toplumun geleceğine umutla bakabilmesi için, öncelikle evlenme çağına gelmiş genç kuşaklar, bir yuva kurarak meşru birlikteliklere özendirilmelidir.
Nikâh, Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle yapılan en kutlu sözleşmedir. Evlilik dışı birliktelikler ve “cinsel özgürlük” adı altında gündemde tutulmaya çalışılan “serbest yaklaşımlar” ise kadının da erkeğin de saygınlığını ve haklarını korumaktan uzaktır.
Meşru ve muteber bir nikâh olmadan yaşanan birliktelik, Allah tarafından haram kılınmıştır. Haramla yürünen yoldan hayır gelmez.
Irkımızı, rengimizi ve ömrümüzü olduğu gibi cinsiyetimizi de Yüce Yaratan belirlemiştir. Fıtratın kodlarıyla oynamak, yaratılıştan gelen özellikleri değiştirmeye çalışmak sünnetullaha aykırıdır.
Cinsiyete müdahale eden ve cinsiyetsizliğe davet eden çabalar sadece bireyin değil bütün bir neslin felaketini hazırlar. Cinsiyet seçimini kişisel bir özgürlük alanı gibi göstererek ilahi iradeyi yok saymak, haddi aşma ve kulluktan sapmadır. Tarih boyunca bütün inançlar bu tür anlayışları şiddetle reddetmiş ve lanetlemiştir.
Azgınlıkları ve haddi aşmaları sebebiyle helak edilen kavimlerden ibret alalım. Fıtratımıza uygun, nezih bir hayat yaşamaya gayret edelim. İnsanlık şeref ve haysiyetini canımız gibi aziz bilip koruyalım.
Sağlıklı bir nesil yetiştirmenin çocuklarımızı, gençlerimizi sapkın anlayışlara karşı eğitmek, bilinçlendirmek ve korumaktan geçtiğini, bu noktada hepimize sorumluluk düştüğünü unutmayalım.