Neo-kolonyal düzenin devamını sağlayan en önemli faktör, özellikle Sahra altı Afrika’daki “devşirme elitler”i üretmeye odaklanmış uluslararası bir eğitim sisteminin mevcudiyetidir. Batılıların “beşeri sermaye” olarak tanımladıkları alanda yapılan çalışmalar, eğitim programları, yükseköğrenim bursları, stajlar, askeri eğitim ve danışmanlık hizmetleri, müşterek tatbikatlar ve operasyonlar Afrikalı sivil ve askeri elitlerin yeniden tespit edilmesine hizmet ediyor, daha açık bir ifadeyle “kimin yöneteceğini” belirlemeyi sürdürüyor.
Frantz Fanon “Yeryüzü’nün Lanetlileri” kitabında “Afrika’nın sömürge olmaktan sadece şiddet yoluyla kurtulabileceğini” savunuyor, Afrika insanının özne haline gelmesinde şiddete güçlü bir vurgu yapıyordu. Doğru modelin, hakkında övgüyle söz ettiği “Cezayir Bağımsızlık Savaşı” olduğunu açıkça dile getiriyordu. Ancak Fanon’un savunduğu görüş, Cezayir dışında etkin ve somut bir karşılık bulmadı. Cezayir’de ise beklenen bağımsızlık, şiddet ile sağlanıyor görünse de daha sonra askerin siyasete müdahalesiyle akamete uğratıldı. Ahmet bin Bella gibi tam bağımsızlık yanlıları darbeyle iktidardan uzaklaştırıldı.
Bağımsızlıkların elde edilmesinden itibaren Afrika’nın genelinde siyaset süreçleri sıkça yolsuzluk ve rüşvetle, adam kayırmayla, adaletsiz yönetimle karakterize edilen bir siyasal bozulmaya sahne oldu. Olumlu adımları istisna olmaktan öteye taşımayan yapısal sorunlar, siyasî ve bürokratik elitlerin etnik temelli ayrışmaları çıkarları için kullanmaları ve siyasetin her defasında otoriterleşmesi, bahsi geçen bozulmanın bileşenleri oldular. Ekonomik başarısızlıklar ve ülke kaynaklarının istismarı halkın isyan etmesine sebep olurken, yönetimler bu isyanları orantısız şiddet yoluyla bastırmayı tercih ettiler.
Her defasında krizlerin askerî müdahaleler yoluyla aşılacağına dair bir kanaat pekişti. Siyasetteki bozulmaya tepki veren askeri bürokrasi, siyasi düzeni sağlamak şöyle dursun, bizzat kendisi siyasallaşarak mevcut bozuk ‘düzeni’ devam ettirdiler. Dekolonizasyon (sömürgesizleştirme, sömürge olmaktan kurtulma, bağımsızlık) sürecinin barışçıl görüntüsüne zıt olarak kanserli hücre hızında yayılan siyasal şiddet Afrika ülkelerinde siyasete hâkim oldu. Başka deyişle sömürgeciye yönelmeyen şiddet, yerli halka revâ görüldü.
Devşirme elitler yönetimde
Peki, kimdi Afrikalı elitler? Siyaseti domine eden, etnik ve dini çatışmalarla kendi hesabına kan dökülmesinden çekinmeyen, darbelerle iktidara gelip makamlarını terk etmemek için ülkeleri iç savaşa sürüklemekten çekinmeyen siyasi-bürokratik elitler nasıl ortaya çıktı? Durumu anlamak için bağımsızlık aşamalarına bakmak gerekiyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan kayıplar nedeniyle zayıflayan, sömürge topraklarını artık ellerinde tutmakta zorlanan İngiliz ve Fransız Sömürge İmparatorlukları, çareyi yeni bir düzen kurmakta buldular. Buna göre sömürgeler bağımsız devletlere dönüşecek, fakat bu topraklara ait zengin kaynakların yağmalanması devam edecekti. Uluslararası hukuka uygun şekilde hazırlanacak ve yeni devletleri ağır yükümlülükler altına sokacak antlaşmalar yoluyla bu yağma bir de ‘legal’ görünüm kazanacaktı.
Bu noktada yeni devletler adına muhatapların kim olacağı konusu sömürgeciler için önem kazandı. İngiltere ve Fransa, “Commonwealth” ve “Communauté” adını verdikleri (İngiliz ve Fransız Milletler Cemiyetleri) yapılarla neo-kolonyal düzenin ilk adımlarını attılar.
En önemli soru: Afrika’yı kim yönetecek?
Bu yapıların öncelikli amacı, kısa süre önce parlamentoda görev almaya başlayan Afrikalı siyasetçiler arasından seçilecek isimlerle yeni siyasi eliti teşekkül ettirmekti. “Kim yönetecek?” sorusuna mahal vermeyen hızlı bir çalışmayla Afrika’nın yeni liderleri belirlenmiş oldu.
Gerek siyasi elitler gibi, gerekse bürokratik elitler işgalci Batı ülkelerinde görev yapmış subaylar ve sivil yöneticiler arasından seçildi. Seçilen isimlerin ortak özelliği sömürgeci tedrisattan geçmiş olmalarıydı. Yeni sömürgeci dönem dolaylı bir yönetim gerektiriyordu, dolaylı yönetim için de devşirme elitlere ihtiyaç vardı. Burada bir diğer önemli nokta ise tercihi yapanın sömürgeciler olmasıydı. Yerel halkın tercihi hesaba katılmamıştı.
Operasyon dışında kalmanın faturası
Fransa’nın “Communauté française”i, 1957-1960 yılları arasında yeni Afrikalı devletlerde “kimin söz sahibi olacağına” karar vererek bağımsızlıkları onayladı. Bu sürecin dışında kalmayı bir şekilde beceren Gine Devlet Başkanı Ahmed Sékou Touré ve hükümeti birçok operasyonla yıldırılmaya çalışıldı. Bunlardan en çok bilineni 1959’da gerçekleştirilen Persil Operasyonu oldu. Fransa’nın dayattığı ortak para birimini (Frank) kabul etmeyen Sékou Touré yönetimini ekonomik olarak zora düşürmek için sahte para basılıp uçaklarla ülkenin dört bir yanına dağıtıldı. Bu şekilde diğer “Communauté” devletlerine de gözdağı verilmiş oluyordu.
Eğitim bursuyla devşirme elit yetiştirme taktiği
Siyasetin kurumsallaşamaması ve askeri darbeler silsilesi Afrika ülkelerini sürekli zayıf bir konumda tutarken sömürgeci aktörler uranyum, elmas, altın, petrol, doğal gaz gibi hayati kaynakları bilâbedel işletmeyi sürdürdüler. 1966’da Fransa’nın desteklediği darbeyle Orta Afrika Cumhuriyeti’nde iktidara gelen ve yine Fransa tarafından 1979’da iktidardan düşürülen Jean Bédel Bokassa, 1990’ların sonunda verdiği bir röportajda “Fransa’nın ülkeden çıkarıp götürdüğü uranyum için hâlâ tek kuruş ödemediğini” itiraf ediyordu. Enerjisini, sahip olduğu 58 nükleer reaktörle karşılayan Fransa, uranyum ihtiyacının hâlen üçte ikisini Nijer’den, kalan üçte birini Orta Afrika’dan temin ediyor.
Sahra altı Afrika’da “devşirme elitler”i üretmeye odaklanmış uluslararası bir eğitim sisteminin mevcudiyeti söz konusudur. Batılıların “beşeri sermaye” olarak tanımladıkları alanda yapılan çalışmalar, eğitim programları, yükseköğrenim bursları, stajlar, askerî eğitim ve danışmanlık hizmetleri, müşterek tatbikatlar ve operasyonlar Afrikalı sivil ve askeri elitlerin yeniden tespit edilmesine hizmet ediyor. Daha açık bir ifadeyle “kimin yöneteceğini” belirlemeyi halen sürdürüyorlar.
Afrikalı subayların kimlik buhranı
Sömürgeci ülkenin yörüngesinde hareket etmeyi modernleşme olarak gören Afrikalı subayların derin kimlik bunalımı, askeri darbelerin Afrika’da bu kadar çok olmasının sebepleri arasında yer alıyor. Nitekim bağımsızlığın kazanılmasından kısa süre önce sömürgeci ordularda görev yapan subaylar yeni devletle âidiyet sorunu yaşamaya başlıyorlar. Bağımsızlığa dönük gerçek hamleler, milli şuurdan mahrum müstemleke zihniyetine sahip subayların öfkelenmelerine ve darbe yoluyla iktidarı gasp etmelerine neden oluyor.
Gana’nın kurucu devlet başkanı ve Pan-afrikanist (Afrika’nın sömürgeciliğe karşı birleşmesi) görüşe sahip, entelektüel bir lider olan Kwame Nkrumah, 1966’da CIA’in kurguladığı bir askeri darbe ile görevinden uzaklaştırıldıktan sonra “Gana’da Karanlık Günler” (Dark Days in Ghana) adıyla yayınladığı hatıratında “devşirme elitler”e sıkça vurgu yapıyor. Kendi subaylarını ve siyasetçilerini kendisi yetiştiremeyen Afrika için bunun ne denli büyük bir mesele olduğunu çok erken bir dönemde ifşa ediyor.
Fethi Gemuhluoğlu’nun “Afrika’da yeni bir devlet: Gana” yazısıyla selam gönderdiği Gana bağımsızlık hareketi bu şekilde peş peşe gerçekleşen askerî darbelerle durduruldu. Bu arada, 27 Mayıs ve 12 Mart darbelerini gerçekleştiren Türk Ordusu’nun, 1960-1970’li yıllarda darbeci Ganalı subaylar arasında çok popüler olduğunu da not olarak düşelim.
Afrikalı subayların teknik kariyerleri Fransa’nın elinde
Fransa’nın, bilhassa eski sömürgesi olan devletlerle imzaladığı “Askeri Teknik İşbirliği” antlaşmaları Fransa’ya bu devletlerdeki subayların hâlâ önemli bir kısmını yetiştirme imkânı tanıyor. Dekolonizasyondan bu yana geride bıraktığımız yaklaşık 60 yılda Fransa adına kıtada görev yapan binlerce askeri danışmanın kimin terfi edeceğine, kimin rütbe alacağına karar verebilecek yetkiye sahip olması, neo-kolonyal asker devşirme düzenini tamamlayıcı bir faktör olarak göze çarpıyor.
1997’de başlatılan ve 2000’lerde geliştirilen RECAMP Programı (Barışın Tesisinde Afrikalıların Kapasitesinin Güçlendirilmesi) Afrikalı subayların Fransa topraklarında ve Afrika’daki eğitim kurumlarında yetiştirilmesini farklı bir boyuta taşıdı. Afrikalı orduları yöneten/yönetecek subayların hayatlarına ve teknik kariyerlerine dair geniş bir istihbarat bilgisi sunan bu eğitim düzeni, subaylarla doğrudan ve hatta menfaate dayalı hiyerarşik bir ilişkiyi de gündeme getiriyor.
40 bin Amerikan devşirmesi subay
Amerika Birleşik Devletleri ise, IMET (Uluslararası Askeri Eğitim ve Tatbikat) adını verdiği askerî eğitim programı yoluyla son yarım asırda Afrika kıtasından gelen 40 binden fazla subay ve astsubayı ABD’de eğitti. IMET’le eğitim alan pek çok subay ülkesinde askeri darbelere karıştı. Bunun en yakın örneklerinden biri de, ABD’de eğitim alan ve 2012’de Mali darbesini gerçekleştiren subay Amadou Sanogo.
IMET ve RECAMP gibi programlar yoluyla eğitim veren devletlerin nüfuzunun arttığına; yurtdışında yetişen subayların istikrarsızlık nedeni olduğuna dair makaleler akademide hızla artıyor. Devşirme elitlerin yabancı devletlerle uyuşan çıkarları kolayca darbe, iç savaş ve yolsuzluk gibi neticeler ortaya çıkarabiliyor. “Yurtdışında eğitim alan ve siyaset/ordu üzerinde etki sahibi olan siyasî-askerî elitlerin tamamı devşirmedir” demek doğru değil elbette, fakat bu platformların güçlü birer nüfuz aracı olduğu tartışma götürmez.
Sonia Krimiler tesadüfen ortaya çıkmıyor
Siyasi/sivil elitlerin de kendi imkânları veya resmî burslarla Batı başkentlerinde eğitim aldıkları sır değil. Hangi Afrikalı liderin özgeçmişine bakılsa mutlaka eğitim hayatıyla başlayan, siyasî ve iş kariyeriyle devam eden güçlü bir sömürgeci bağ ile karşılaşmak mümkün. Fransa’nın La Francophonie kurumu vasıtasıyla Fransızca konuşulan ülkelerle kurduğu eğitim/kültür ağına dikkat çekelim. Afrika’daki dış yardımlarını “Fransızca eğitimin yaygınlaştırılması” şartıyla gerçekleştiren Fransa’nın buralardan ne şekilde siyasi liderler çıkardığını meşhur Jacques Foccart’ın hatıratından öğrenmek mümkün.
FransAfrika ya da Neo-kolonyal düzenin mimarı
5. Cumhuriyet’in kurucusu Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün 1958’de hazine ve istihbarat üzerinde sınırsız yetki verdiği Afrika Özel Danışmanı Foccart, Afrika’daki neo-kolonyal düzenin mimarıdır. 14 yıl titizlikle icra ettiği görevi boyunca bugün artık ifşa olmuş FransAfrika isimli yeni sömürgecilik ağını, Avrupa ve bilhassa Fransa’da eğitim görmüş Afrikalı elitlerle şahsî irtibatlarını kullanarak oluşturdu. Foccart, Nijer Devlet Başkanı Hamani Diori’nin yatak odası ile Fransa Büyükelçiliği arasında doğrudan bir telefon hattı olduğunu; devlet başkanlarının ve darbeci cunta yönetimlerinin göreve başlamadan önce Fransa Cumhurbaşkanı ile Paris’te yemek yediklerini; ülkesinin darbe ve isyan hareketlerini gizli operasyonlarla desteklediğini itiraf ediyor.
Sonia Krimi benzeri tipler tesadüf eseri ortaya çıkmıyor. Tarihsel ve kültürel olarak inşa edilen, siyasi ve askeri araçlarla yürütülen neo-kolonyal düzenin en büyük sermayesi insan, daha doğrusu ‘devşirilen beşeri sermaye’dir. Avrupa siyasetinde boy gösteren müstemleke sınıfının ses tonundaki şiddet, “beyaz maske”nin ağırlığından kaynaklanıyor. Sonia Krimi’lerin Fransa siyasetindeki durumları elbette bir trajedi. Fakat asıl trajedi, kendi ülkelerinde Fransa gibi sömürgeci iktidarlar hesabına Sonia Krimi’lerin varlığı.