Savcı sordu:
“Adil Öksüz’ü tanıyor musun?”
Gözlerini kıpırdatmamaya çalışan kirli sakallı adam, bir parmağıyla kalın camlı gözlüğünü düzelttiği sırada sesine de kendinden emin bir ton vermeye çalıştı.
“O şahsı kesinlikle tanımıyorum.”
Savcı, önündeki notlara baktı. Sinir savaşının henüz başındaydı.
“Ama darbeden 4 gün önce, 11 Temmuz’da ABD’ye Öksüz’le aynı uçakta gitmiş, 2 gün sonra da yine birlikte dönmüşsünüz… Kayıtlar öyle söylüyor.”
Lafa bir kabul cümlesiyle başlamanın doğru olacağını düşündü.
“15 Temmuz öncesi ABD’ye gidip geldiğim doğrudur, evet.”
Ardından savcıya biraz da tepeden bakarak ekledi:
“Ama Adil Öksüz denen şahısla aynı uçakta bulunmam tamamen tesadüf!”
Oyunda adım adım ilerlemek gerekiyordu. Savcı, elindeki kartlardan birini daha masaya sürdü.
“Bu görüntüler 13 Temmuz’da, İstanbul Atatürk Havalimanı’nda çekildi. ABD’den dönüşte, Adil Öksüz’le uçaktan indiniz, yanyana yürüyorsunuz, sohbet ederek ilerliyorsunuz…”
Hep tedbirli yaşamıştı. Fakat bu tedbirler 16 Temmuz sabahı Akıncı Üssü kenarındaki ince yolda jandarmadan kaçmaya yetmemişti. Oradan tüymek için bir B planının olmayışına hayıflandı. Daha saatler önce generaller, önünde esas duruşa geçiyor, ‘Abdullah Abi’lerine selam veriyorlardı. Oysa Akıncı’nın dışındaki dünya çok farklıydı. Sıcak asfalt üzerinde karşılaştığı bir jandarma çavuşu “Kimliğini göster” diye bağırmış, hemen ardından “Tamam uğraşma, gereği yok, hele geçin önce aracın içine” deyip kendisini formalitesiz gözaltına almıştı.
“Kemal Batmaz! Adil Öksüz’le yanyana yürüyüp sohbet ediyorsun. Onu tanımıyor musun?”
Savcının sesiyle kendine geldi. Gösterilen fotoğrafa baktı. Bir yandan da içinde bulunduğu ortamı yeniden düşündü. Evet, şimdi ‘düşman’ın elindeydi. Savcıya baktı. Sesini yeniden toparladı, gözlüğünü bir daha düzeltti.
“Adil Öksüz’le yanyana görülmem tamamıyla tesadüftür. Konuşmuş olabilirim. Belki bana bir şey sordu, cevap verdim. Ne dediğimi hatırlamıyorum.”
Direndikçe belki de sevap kazanacağını düşünüyor, cennette makamının yükseleceğine inanıyordu. Bu yüzden savcının, “Darbenin merkez üssü Akıncı’da o sabah ne arıyordun peki?” sualine karşılık “Arsa ya da yazlık bakmaya gelmiştim” deyiverdi.
Haklılık payı olabilirdi. Zira ABD başta olmak üzere Almanya, İngiltere, Belçika seyahatlerinden arta kalan vaktine ’emlakçılık’ hobisini sığdırmıştı.
Dostlarına da bir o kadar düşkündü. Uzun yıllar görmediği, bir kere bile telefonda konuşmadığı Elektronik Mühendisi Harun Biniş’le ansızın mailleşmiş, bu eski dostuyla 16 Temmuz sabahı Kazan’da buluşmaya karar vermişti. İşler yolunda gitseydi Batmaz-Biniş ikilisi arazi alım satımından çok paralar kazanacaktı. Fakat bu güzel rüya, Akıncı Üssü çevresinde jandarma çavuşuna yakalandıklarında sona erdi.
Dediklerine göre, sabah vakti yalnızca uçak sesleri duymuş, bunun dışında olağandışı bir duruma şahit olmamışlardı. Hele ki Harun Biniş! Onun için her şey yolundaydı. Ankara-Ümitköy’deki evinde karısının “Ortalık karışık, darbe oluyor galiba” sözlerine aldırmayan ‘dinleme uzmanı’ Biniş, “Ülkede her gün bir şeyler oluyor” deyip çıkmış, taksiyle Kazan’a gelivermişti.
Biniş’inki yine iyi. Bu iflah olmaz arsa sevdası Kemal Batmaz’ı ta İstanbul-Kavacık’tan yollara düşürmüştü. Gece vakti tam otobüse binecekken, zaten Ankara’ya gitmeye hazırlanan bir araca rastlamış; tevafuk bu ya, adına ‘Ahmet’ dediği bu iyiliksever adama yol arkadaşlığı etmişti Batmaz.
Zaten şu hayatta Batmaz’ı bir arsa aşkı bir de dostlarına olan sevdası batırmıştı. Adil Öksüz’le aynı uçakta bulundukları son ABD seyahatini de bir dost yüzünden yapmıştı. Havada 10 saatlik yolculuğa sırf Mehmet Sungur’la görüşebilmek için katlanmış, bu eski dostuna New York’ta telefon etmiş, ancak bakmış ki dostunun telefonu kapalı, Batmaz hemen Türkiye’ye dönmeye karar vermişti.
Kardeşleri ve abileri için dünyayı yakardı. Bir gülüşünü görmek için okyanus ötesine gitmeyi göze aldığı elebaşıları vardı onun.
Tüm bu gerçekler ortadayken savcı da çok oluyordu canım! Ne, bir görüntü daha mı?
“Darbe gecesi Akıncı Üssü 143. Filo’nun koridor kamerasında görülüyorsunuz. Subaylar da sizden talimat alıyor. Görüntüdeki siz misiniz?” diye sordu savcı.
Bu soru iyice canını sıktı. Kirli sakalıyla yüzünü ekşitti.
“İçinde cep telefonu ve tablet bilgisayarımın bulunduğu sırt çantasını gözaltı öncesi şükür ki ‘kaybetmişim’. Onları bulsalar temelli yanmıştım” diye düşündüğü sırada ortaya çıkan bu görüntüyü hiç beğenmedi.
Kısık sesle mırıldandı:
“Görüntüdeki kişinin ben olmadığımı düşünüyorum.”
Gözlerindeki direncin zayıfladığını fark ettirmek istemedi. Derken savcı sonraki hamlesini yaptı:
“Koridorda yürüyen, odalara girip çıkan uzun saçlı bir şahıs var. Bu kişiyi teşhis edebilir misiniz? Görüntüdeki Harun Biniş mi?”
Biniş’in kameraya yaklaştığı anlar durdurulup tekrar tekrar gösterildi kendisine.
Daha önce hiç böyle bir duyguya kapılmamıştı. Derin bir suya battığını hissetti Batmaz. Afallayarak, “Görüntüdeki uzun saçlı kişi Harun Biniş’e benzemektedir. Biniş de uzun saçlı ve gözlüklüdür. Ama onun Biniş olup olmadığını bilmiyorum” diyebildi.
Sorguladığı şüphelinin her şeyi inkar eden tavrından bunalan savcı sadede geldi.
“15 Temmuz darbe girişimine katılan subaylara örgüt adına ‘abilik’ yaptığınız ve FETÖ üst düzey yöneticisi olduğunuz şüphesi var.”
“Benim hiç asker tanıdığım yoktur” dedi Batmaz. Sesinde robotlaşmış bir hava vardı artık. “Hiçbir askerin abisi değilim. Suçlamaları kabul etmiyorum. Ben arsa veya yazlık bakmaya geldim.”
Ülkeyi işgal girişimine yeltenen kuklalardan daha birçoğu kapının dışında, sırada bekliyordu. İşleri yoğundu savcının. Bu yüzden sorguyu sonlandırmak isteyen bir eda ile ekledi:
“Fetullahçı Terör Örgütü elebaşı Fetullah Gülen’i tanıyor musun?”
Batmaz, bu sorunun cevabını hızlıca verdi. Cümleyi önceden ezberlemişti sanki.
“Kendisini bizzat tanımam. Medyadan tanırım. Bugün itibariyle onları terör örgütü olarak görüyorum. Dolayısıyla Fetullah Gülen de terör örgütünün başıdır ve teröristtir.”
Salıverileceğine dair hiçbir umudu yoktu. Tutuklanma talebiyle sevk edildiği mahkeme, onu Sincan Cezaevi’ne yolladı. Kalkışma sabahı Kazan’a arsa bakmaya gittiğini söyleyen ’emlakçı’ Batmaz’ın Sincan’da biten hikayesi, aslında FETÖ’yle tanışıp ‘Abdullah’ kod adını aldığı üniversite yıllarında başlamıştı.
İstanbul’u o yönetiyordu
Akıncı iddianamesine yansıyan bilgiler, FETÖ’nün 15 Temmuz kalkışması için hazırlıklara 1 Kasım sonrası başladığını gösteriyor. ABD ve NATO’nun desteklediği kanlı bir darbe sonrası Türkiye’ye ‘Humeyni gibi’ dönmeyi tasarlayan teröristbaşı Fetullah Gülen, isyanın organizesi için 5 ‘mahrem’ sivil personel belirledi: Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş.
Darbe ekibinin yıllardır sürdürdüğü Pensilvanya turları ‘çok özel görev’ sonrası daha da hızlanmıştı. Kimi İstanbul’dan ABD’ye direkt gidiyor kimi ise ‘tedbir’ için Almanya ve İngiltere aktarmalı uçakları tercih ediyordu. Temaslar 2016 Mart ayında zirveye ulaştı. 21 Mart’ta yayınlanan vidyosunda teröristbaşı, haki yeşil bir cübbe giymişti; içlerinde ‘mahrem abi’lerden 4’ünün de bulunduğu çok sayıda subaya konuşuyordu.
‘Yurtta Sulh Konseyi’ için hazırlıklar sonraki 3 ay boyunca sürdü. Darbe gecesinden bir hafta önce Ankara-Ümitköy’de yapılan toplantılara bizzat Adil Öksüz başkanlık etti. FETÖ’cü generallerin tek tek geldiği gözlerden ırak villaya ‘Abdullah’ kod adlı Kemal Batmaz’ın uğramayışı, akıllara tek bir ihtimali getirdi: Batmaz, o sırada İstanbul’daki toplantıları yönetiyordu.
Örgüt kaçırmaya çalıştı
Gülen’den ‘harekete geçin’ talimatı almak için 11 Temmuz’da Öksüz’le birlikte son kez ABD’ye giden Batmaz, 13 Temmuz’da onunla aynı uçakla Türkiye’ye döndü. 15 Temmuz akşamı yaşananlar ise herkesin malumu. Millete bomba yağdıran uçakların kalktığı Akıncı Üssü’nde 143. Filo Komutanı Tuğgeneral Hakan Evrim’in asker selamı verdiği Batmaz, şükür ki Öksüz gibi kaçamadı. Üniforma giymiş FETÖ’cülerin ‘Abdullah Abi’si, milletin destansı direnişiyle bastırılan kalkışma sonrası Sincan Cezaevi’ne gönderildi.
Bir gizli tanık ifadesiyle, “Adil Öksüz için 50 hakimi yakarım” diyen Gülen, Kemal Batmaz’ın da peşini bırakmadı. Batmaz’ın kaldığı Sincan Cezaevi’nde FETÖ’cülerin hücrelerinden, hapishanenin krokileri, şifreli notlar, kilit resimleri çıktı. ‘Mahrem Abdullah’ı kaçırma planı yapan örgüte karşı önlemler artırıldı. FETÖ’nün TSK’da halen görev yapan kripto elemanlarının deşifre olması için Batmaz’ın ‘konuşması’ hayati önemde. Çünkü İstanbul Başsavcılığına göre Batmaz, örgütte Adil Öksüz’ün de üstünde olabilir. Kamera görüntülerine rağmen ‘inkar’ tavrını sürdüren Batmaz’ın, Akıncı davasının duruşmalarında ne söyleyeceği merak konusu.
***
Cihangir’in mahrem imamı
1971 yılında Nevşehir’de varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Kemal Batmaz, başarılı geçen ilk-orta öğrenim döneminin ardından üniversite için İstanbul yollarına düştü. Alanında en iyilerden olan İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Harita Mühendisliği bölümünü kazanmıştı. 18 yaşındaydı. Okulda tanıştığı ‘cemaat’ üyelerinin ondaki potansiyeli keşfetmeleri uzun sürmedi. Özel bir tedrisattan geçirilmek üzere ‘Işık Evi’ne yollanan Batmaz, burada ‘hizmet’in bütün inceliklerine vakıf oldu. Rehber ‘abi’lerinden öğrendiği ne varsa hızla fiiliyata döken Batmaz, Fetullah Gülen’in İstanbul’daki sohbetlerinin de sıkı takipçisi haline gelmişti.
Kadir İnanır’a komşuydu
15 Temmuz darbe girişiminin karargahı Akıncı Üssü’nde yaşananlara yönelik hazırlanan iddianameye göre, örgüt onu Cihangir’de lüks bir eve yerleştirdi. 1989 İstanbul’unun en pahalı semtlerinden Cihangir’de öyle bir evde kalmak, bir öğrenci için hayal gibiydi. Fakat o, Gülen tarafından özel seçilmişti. Genç Batmaz arada bir, Nevşehir Lisesi’nden yakın arkadaşı Muhammet Namlı’yı evde misafir ediyor, kendisine her türlü imkanın sunulduğundan bahsederken “Bak üst katımızda da Kadir İnanır oturuyor” deyip böbürleniyordu.
O evden kaç ‘asker’ çıktı? ‘
FETÖ’nün, özel yetiştirdiği polis adaylarını hileli torbayla yapılan kuralar sonucu istihbarat şubelerine yolladığı yıllardı. Emniyet teşkilatında hızla örgütlenen ‘hizmet’ elemanları, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de sızmak için yoğun bir faaliyet yürütüyordu. Askeri liselere yollanacak öğrenciler Işık Evleri’ndeki eğitim kamplarına sokuluyor, gruplar için belirlenmiş ‘rehber abi’ler onlara profesyonel sızıntının incelikli kurallarını öğretiyordu. İşte Kemal Batmaz’ın Cihangir’de kaldığı ev de muhtemelen İstanbul’daki asker adaylarının ‘takıldığı’ yerlerden biriydi.
Kemal artık bambaşka biri
“Kardeşlerime karşı sadakat izinde bulunacağıma… Talebe arkadaşların izzet ve onurlarını izzetim ve onurum kadar yükseltmeye çalışacağıma… Karar listesindeki esaslara riayet edeceğime… Hizmet adına uhdeme aldığım vazifeleri ‘itirazsız’ yerine getireceğime… Vallah-Billah kasemleriyle yemin ediyor ve bu yeminin ‘La Yen Kati’ olmasına Cenab-ı Hakk’a iştihadda bulunuyorum…” Kendisine tevdi edilen öğrencileriyle tanışmadan önce, örgüte bağlılığını kanıtlamak için böyle yemin etmişti genç Batmaz. Ve Gülen’in dar dairedeki prensleri tarafından kendisine bir kod isim verildi. Kemal’in adı artık ‘Abdullah’tı.
20 kamyonu Gülen’e danıştı
Örgüt üyesi harbiyelilerin Abdullah Abi’si, talebeleriyle ilgilenmekten ders çalışmaya vakit bulamadı. Bu yüzden okulu, 6. seneye dek uzattı. TSK’ya ‘temiz insanları’ yerleştirmekle meşgul olduğu için ‘dünyanın en önemli işini yaptığını’ düşünüyor, harita mühendisliğiyle pek ilgilenmiyordu. 1995 yılında Nevşehir’den gelen ölüm haberi ‘kod adı Abdullah’ı biraz sarstı. Babası vefat etmişti. Kendisine miras kalan 20 adet kamyonu ne yapacağını düşündü. Kısa bir süre sonra hepsini satışa çıkardı. Çünkü dünyada onun için ‘mahrem abilik’ten daha önemli bir şey yoktu. Kamyonların satılmasıyla eline geçen yüklü parayı nasıl kullanacağını bilmiyordu. Fetullah Gülen’e danışmaya karar verdi. FETÖ liderinin apartopar ABD’ye kaçmasına daha çok vardı. “Parayı çelik tencere firmasına yatırabilirsin. Bu parayla Tuna Çelik firmasına ortak ol” diyen Gülen’in tavsiyesini emir telakki etti. Hemen yerine getirdi.
‘Tüm servetim feda olsun’
Arkadaşı Muhammet Namlı’nın anlattığına göre ‘Abdullah’, Tuna Çelik’e verdiği parayı bir daha alamadı. Ama onun için paranın bir önemi yoktu. ‘Büyüğünün bir tebessümü için’ her şeyini feda edecek bir militana dönüşmüştü çünkü. Mahrem hizmetlerdeki yoğun mesaisi sırasında Marmara Üniversitesi’ne yazıldı. İstanbul’dan ayrılmaması gerekiyordu. Uluslararası İşletme dalında yüksek lisans yaptı. 2000’lerin başında, sonradan adı ‘NT’ olacak Nil Yayıncılık’ın dış ticaret işlerinin başına geçti. Örgüte bağlı bu şirkette çalışıyor görünen ‘Abdullah’, aslında daha kritik işlerle meşguldü. Mahrem görevinin gerektirdiği sıkı gizlilik kuralları gereği ‘Abdullah’, memleketten tanıdığı herkesle selamı sabahı kesti. Cihangir’de yetiştirdiği öğrenciler TSK’da basamakları birer birer atlarken Abdullah da FETÖ’nün finans ayağının çatı kurumu olan Kaynak Holding’e atandı. İlgilendiği ‘asker’lerin general olduğu yıllarda ise Abdullah, Kaynak Kağıt A.Ş.’nin genel müdürü olmuştu.