Yaptık mı?

Dağlarda üslerimiz barınaktan farksızdı. Derin vadilerin orta yerindeki kontrol noktaları da Mehmetçiği tacize açık hâle getiriyordu. Toprağımızda hesabı olan güçler terör örgütlerine asimetrik saldırı eğitimi verirken biz, kışlalarda ‘süngü savaşı’nı, uçaklara karşı ise ‘tüfekle baraj atışı’nı çalışıyorduk. Karada zırhlı aracımızı ‘keleş’ mermisi bile delebiliyordu. Yıllar yılı kışla garajından çıkmamış kamyonetler, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma jeep’ler, demode durumdaki tank ve gemilerle gerçekten de kötü durumdaydık. Saldırı altındaki bir bölgeye takviye göndermek, o yokluk günlerinde karargâhın insafına kalmıştı, zira envanterdeki helikopter sayısı sınırlıydı. “Analar Mehmetçik doğurur ama Skorsky doğuramaz” cümlesi, 90’ların teknolojik yoksunluğunu anlatan trajik ve utanç verici rezil bir slogan hâline gelmişti. Gelgelelim 28 Şubat kafasındaki komuta kademesinin farklı gündemleri vardı: Bir şehit annesi, eğer başında örtü varsa garnizona sokulmuyordu.

Kendi dağlarımızda kendi mağaralarımızı başkaları kullanıyordu. Derin yarıklarda dev cephanelikler kuran PKK, yerin altını hiltilerle kazarak labirente çevirmişti. Dehlizden çıkan teröristler bazen 500’er kişilik kalabalık gruplarla baskın yapıyor, bazen de mayın yahut el yapımı bombalarla sabotaj faaliyetine girişiyordu. ‘Gitmesek de görmesek de’ diye bahsettiğimiz koca bir coğrafyada gıda ve lojistik ağı kurmuş kâtiller havan topuna, roketatara, keskin nişancı tüfeğine hatta gece görüş dürbününe sahipti.

Benzer konular