DAEŞ şifresini doğru okumak

Abdulbari Atwan, DAEŞ’i konu edindiği “İslam Devleti. Kökler, Şiddet Kültü, Gelecek” adlı kitabına Hillary Clinton’un şu sözüyle başlıyor.“İslam Devleti denilen şey, aslında ne bir devlet, ne de İslam’a ait”. Ama kendisi bu görüşü paylaşmıyor. Ona göre referansları – doğru veya yanlış – İslam olan basbayağı bir devlet var ortada. Yüzyıllar boyunca eşine benzerine rastlanmayan bir örnek olarak hem de. Bir benzeri yok, çünkü DAEŞ aslında bir terör örgütü. Müesses nizama muhalif ve varlığını bu muhalefetin getirisi “dış destek” ile sürdüren diğerlerinin aksine, kendi müesses nizamına sahip bir örgüt.

El Kaide, Saddam ve Arap Baharı

Atwan, 1996 yılında Tora Bora dağlarında bizzat karşılaştığı Usame bin Ladin’den duyduğu “Düşmanı hezimete uğratmak için Arap topraklarına çekme” yöntemini DAEŞ’in strateji olarak uyguladığını not etmekle birlikte El Kaide ile pek çok noktada ayrıştığını belirtiyor. Selefi cihad ideolojisinde birleşen iki yapının farklı yönlere evrildiğini, Taliban topraklarında “misafir” kalmayı tercih edip Molla Ömer’e biat eden El Kaide’nin aksine, DAEŞ’in kendi devletini kurma ve “hilafet” ilanıyla dünya Müslümanlarına önderlik yapma misyonunu benimsediğini ifade ediyor.

DAEŞ’in zemin bulmasında Arap dünyasındaki sosyolojik dalgalanmaların etkisine dikkat çeken Atwan, Saddam ve Arap Baharı’nı paradigma değiştiren iki ana dalga olarak niteliyor. Saddam’ın I. Körfez Krizi sonrası Batı’nın kendisine karşı geliştirdiği hasmane politikaya cevap olarak baştan beri izlediği ideolojik çizgiyi terk edip “İslamcı” bir söyleme yöneldiğini, Irak bayrağına kendi kanıyla “Allahu Ekber” yazısı eklemek gibi “cihatçı” ritüellerle Irak BAAS’ını DAEŞ fikriyatına yaklaştırdığını ve sonrasındaki Şia-Sünni kavgasının süreci hızlandırdığını söylüyor. Arap Baharı’nın ise bölgedeki müesses nizamı temellerinden sarsarak istikrarsız bir Ortadoğu yarattığını, DAEŞ’in de bu kaos ortamından vücut bulduğunu ileri sürüyor.

Şiddet kültü

DAEŞ’in devletleşmesini sağlayan parametrelerden bahis açarken petrol alanlarına hükmederek günde iki milyon dolarlık bir gelirle “kendine yetebilme” özelliği kazanmanın önemine de işaret ediyor Atwan. Devlet olma bağlamında “şiddet kültü”nü idelojik ve stratejik ana omurga olarak benimsemenin de önemli olduğunu düşünüyor. Bu bağlamda düşmanın boğazını kesmek, küçük bir itirazda bulunanı infaz etmek, kadınları zorla köle olarak kullanmak basit şiddet eylemleri olmaktan ziyade simgesel anlamlar kazanıyor. Mevcut kitleyi konsolide, iç muhalefeti yıldırma ve düşmanı şeytanlaştırma bu çerçeve dahilinde kolaylaşırken kurumlar da buna göre oluşuyor, görevler ve haklar bu çerçevede belirleniyor. Tabii bu şiddet kültü yaratılırken İslami terminoloji sonuna kadar istismar ediliyor, ayet ve hadisler şiddet kültüne göre yeniden yorumlanıyor.

ABD’nin bu işte parmağı yok mu?

Atwan, sosyolojik parametreleri gözeten DAEŞ tezini savunurken, Ortadoğu’nun gerek entelektüel, gerekse halk çevrelerinde kabule şayan “ABD’nin bu işte parmağı var” söylemine inanmadığını açıkça ifade etmekten kaçınmıyor. Ona göre, “ABD, sadece ihmalkar”. DAEŞ’in gelişim seyrini izleme ve karşı strateji oluşturma noktasında geç kalındığını belirten pek çok üst düzey ABD’li yetkilinin esef mesajlarını alıntılarken ciddi bir “okuma” hatası yapıyor.

Geçenlerde ÖSO mensubu bir istihbaratçının Le Monde gazetesine verdiği röportaj, CIA’nın en başından beri DAEŞ’in gelişim seyrinden haberdar olduğunu ama gereken adımı bilerek atmadığını ortaya koyarken, aslında gelişmeleri serinkanlı bir şekilde izleyenleri hiç şaşırtmıyor. DAEŞ’in tehdit ettiği alanların zaman içerisinde meşhur BOP haritasının çizgilerine dönüştüğünü hep birlikte izlemiyor muyuz? DAEŞ olmasa Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Kerkük şehrini tereyağından kıl çeker gibi böyle kolayca ele geçirebilir miydi? Yine DAEŞ olmasa Suriye’nin kuzeyi boydan boya PYD/PKK terör örgütüne peşkeş çekilebilir miydi?

DAEŞ’in geleceği ve Türkiye

Atwan’a göre Ortadoğu’da gittikçe derinleşen mezhep ayrılığı DAEŞ’in yerini sağlamlaştırıyor. Bilhassa Irak merkezi yönetiminden dışlanan Sünniler varoldukça DAEŞ’i yoketmek kolay olmayacak. Mevcut yapı izale edilse bile aynı sosyolojinin bir benzerini ortaya koymayacağının garantisi gözükmüyor. Mevcut yapı da ona göre sanıldığı kadar zayıf değil. Kendi parası, kendi kurumları ve kendine ait bir halkı var. Bölge dışından bir müdahale, kara operasyonu gerektirdiği için ABD ve müttefikleri bu konuda pek hevesli değil. Çevresinde onu yok etmek isteyenlerin ise buna yeltenecek pozisyonları yok. Ya potansiyel açıdan sorunları var ya da iç dinamikleri elverişsiz. Ne mevcut Irak ve Suriye ordusu bunu göze alabilir, ne Suudi Arabistan, ne de Türkiye.

Atwan, DAEŞ’e karşı bir kara savaşına girse de, girmese de, bu işten en çok zarar edenin Türkiye olacağını öngörüyor. Hassas iç dengelere ve netameli uluslararası ilişkilere sahip bir ülke olarak DAEŞ konusu en çok Türkiye’nin başını ağrıtacak tezi var. Atwan’a göre İhvan Projesi çöktü ama DAEŞ daha uzun bir süre yaşayacak gibi.

Atwan’ın Yanılgısı

DAEŞ, Atwan’ın yaptığı gibi, sadece sosyolojik okumalarla çözülebilecek bir olgu değil. Her türlü manipülasyonun cirit attığı Ortadoğu coğrafyasında herhangi bir analiz yapmak için sosyoloji dahil çok parametreli okumalar gerekiyor. Kaldı ki Atwan’ın sosyolojik okumaları bile son derece yetersiz. Evet, DAEŞ’in üzerinde oturduğu bir Sünni gerçekliği kesinlikle var. O zaman doğru soru şu: DAEŞ bu gerçekliğin doğal bir ürünü mü, yoksa Sünnileri DAEŞ’e mecbur edip kullanışlı bir kitle mi yaratmak isteniyor?

Türkiye konusunda söyledikleri ise analizden çok temenni gibi duruyor. DAEŞ’in Türk toplumunda ne gibi hassas dengeleri yerinden oynatacağını doğrusu bilmek isterdik. DAEŞ tipi bir İslam, yahut Sünnilik anlayışı Türkiye’de hiçbir zaman olmadı, olacak gibi de görünmüyor. Ama işin şurası doğru: DAEŞ Türkiye’nin başını ağrıtıyor. Çünkü birileri DAEŞ’i bahane ederek Türkiye’yi karıştırmak istiyor. DAEŞ gündeme girdi gireli bazı çevreler ve onların medya tetikçileri DAEŞ’i Türkiye ile ilişkilendirmek için sürekli yırtınıyor. Türkiye’nin DAEŞ’e destek verdiği yalanı uluorta söylenebiliyor.

DAEŞ’e destek veren Batı

Atwan’ın değinmediği bir diğer konu, Batı’nın DAEŞ’e verdiği destek. Ana akım medya, hiçbir somut veri olmadığı halde Türkiye’yi DAEŞ ile birlikte anmak için elinden geleni yaparken AB Irak büyükelçisi Jana Hybaskova 2 Eylül 2014 tarihli Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi toplantısında “DAEŞ petrolünü biz alıyoruz. DAEŞ’i AB üyeleri fonluyor” diye yakınıyor ama ne BBC, ne Reuter, ne de New York Times konu hakkında tek satır haber yapıyordu.

DAEŞ tartışmalarına katkı bağlamında Arap medyasının tanınmış isimlerinden Atwan’ı okumakta fayda var. Ama ondan DAEŞ şifresini doğru okuma beklentisine girmeden. Kitap okuyacak kadar vaktim yok diyorsanız DAEŞ hakkında bilgilenmenin daha kestirme yolları da mümkün. Mesela DAEŞ bahanesiyle Ortadoğu coğrafyasına bodoslama dalan Putin’in “Mission Accomplished” dediğinde vurduğu yerlerin haritasını önünüze koyun, bu bile yetecektir.

Abdulbari Atwan Kim?

Filistin, Gazze doğumlu gazeteci-yazar. Londra merkezli El Kuds-ul Arabi gazetesinin kurucularından, aynı zamanda 1989-2013 yılları arasındaki genel yayın yönetmeni. Şu anda Rey-ul Yevm gazetesini yönetiyor.

Kitapları:

1. El Kaide’nin Gizli Tarihi, 2006
2. Bir Kelimeler Ülkesi. Abdulbari Atwan’ın Hayat Hikayesi, 2008
3. Bin Ladin Sonrası El Kaide, 2012
4. İslam Devleti. Kökler, Şiddet Kültü, Gelecek, 2015

Benzer konular