Baas rejiminin, Suriye topraklarında başlayan adalet ve özgürlük arayışına verdiği zalimce tepki, ülke halkını yerinden yurdundan etti. Yanıbaşında yaşanan bu trajediye kayıtsız kalmayan Türkiye ise, tarihten gelen kardeşlik hukukuna binaen Esed zulmünden kaçan Suriyelilere kapılarını açtı; hiçbir Ortadoğu ve Avrupa ülkesinin yapmadığını yaparak komşularına kol kanat gerdi.
Suriye’deki baskı, savaş ve terörün ne zaman biteceğine dair tahminde bulunmak güç. Bölgedeki ulusal ve uluslararası ilişkiler ağı hem çok karmaşık, hem de sürekli değişiyor. Bu durum, her zaman olduğu gibi en çok çocukları vuruyor. Beş yıldır eğitimlerinden uzak kalan okul çağındaki Suriyeli çocuklar, okuma-yazma bilmeden büyüyorlar.
Bir kısmı eğitimlerine Türkiye’de devam etse de mülteci çocukların büyük kısmı eğitim imkânlarından yararlanamıyor. Okulda olması gerekirken sokaklarda başıboş gezen, mendil satan ya da dilendirilen bu çocuklar, artık bir “Türkiye gerçeği”.
Savaş bitse bile…
Birçok sivil toplum kuruluşu yaraları sarmak için bu süreçte de birbiriyle yarıştı; sahada yaptıkları çalışmalarla en doğru bilgi ve istatistikleri kamuoyunun bilgisine sundular. Gelinen noktada, bölgedeki savaş sona erse bile Suriyelilerin büyük kısmının Türkiye’de yaşamaya devam edeceğinde hemfikirler. Bunun için uyum çalışmalarının bir an önce hayata geçirilmesini öneriyorlar. STK’lar, bağımsız olarak yaptıkları çalışmalara devam ederken, araştırmalarıyla da sürece katkıda bulunuyorlar. İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi Koordinatörü Dr. Ahmet Emin Dağ da “Suriye’de savaş bitse bile en iyi ihtimalle bu insanların yarısından fazlasının ülkelerine dönmeyeceğini” fikrini paylaşanlardan biri. Afrika ve Asya’dan gelen mültecilerle Suriyelilerin aynı statüde düşünülmemesini ifade eden Dağ’ın, Suriyelilerin entegrasyonu ile ilgili gözlemleri ve önerileri şöyle:
“Türkiye’deki Suriyeliler konusunda, aradan geçen beş yıla rağmen hâlâ, ‘Esad giderse mülteciler de ülkelerine döner’ umudu var. Ancak bunun büyük bir hayal olduğunu kabul edip bu insanların çoğunun artık Türkiye’de yaşayacağını hesaplayarak plan yapmak gerekiyor. Savaş bitse bile en iyi ihtimalle bu insanların yarısından fazlası ülkelerine dönmeyecek. Bunun için devlet, ülkemizde bulunan yaklaşık 2,5 milyon mültecinin bir anlamda sosyolojik tomografisini çekerek işe başlamalı. Bu insanların büyük bölümü, hayatını kurtarmak için, sağlığı, eğitimi için kaçmış olan Suriye’nin orta sınıf eğitimli kesimi. Hükümet ve toplum bunu göz önünde bulundurarak; Afrika ve Asya’nın farklı ülkelerinden gelen mültecilerle Suriyelileri aynı statüde düşünmemeli.
Türkiye bu kadar büyük bir eğitimli insan gücünü fırsata dönüştürecek stratejiler üretebilir. Bu insanların topluma uyum sağlaması için ekonomik, siyasal, sosyolojik ve psikolojik alanlar ayrı ayrı ama birbirini destekleyecek şekilde planlanmalı.
Önce Türkçe
Okul çağında bulunan 700 bin mülteci çocuk var ve bunların bir bölümü halen eğitim alamıyor. Öncelikle gelecek nesillerin kurtarılması için eğitim yaşındaki tüm çocuk ve genç kesimin Türkiye’nin eğitim sistemine entegre edilmesi gerekiyor. Türkçe eğitimi bu işin en önemli başlangıcıdır.
Yine eğitimli Suriyeli sığınmacıların savaş öncesinde kendi ülkelerinden almış oldukları diploma, sertifika gibi resmi dokümanların Türkiye’deki sisteme adapte edilmesi için çalışmalar yapılmalıdır.
Topluma başarıyla entegrasyonlarını teşvik etmek için uzun dönemde Türk vatandaşlığına geçmeye imkân sağlayabilecek adımlar hızla atılırken, her yıl belirli oranda Suriyeli sığınmacı vatandaşlığa geçirilebilir. Böylece Türkiye’deki vatandaşlık sistemine kademeli olarak geçmeleri sağlanmış olur.
İş imkânlarının da yaratılması gerekiyor
Geçtiğimiz haftalarda yasal adımı atılan çalışma izni, ekonomik anlamda çok iyi bir adım, ancak bununla iş bitmiyor. Bununla birlikte iş imkânlarının da yaratılması gerekiyor. Bunun için de yatırım yapılması lazım. Firmalarca iş gücü yoğun alanlarda istihdamın belli bir oranı mültecilere ayrılabilirse, hem firmalar hem mülteciler bu işten karlı çıkacaktır.
Entegrasyonun en kritik aşamalarından biri kuşkusuz toplumun buna hazırlanmasıdır. Bu amaçla, Türkiye toplumu önümüzdeki dönemde atılacak adımlara hazırlanmalı. Gerek sivil toplum kuruluşları ve gerekse resmi kurumlar eğitici ve bilgilendirici farklı yöntemler konusunda çalışmalar yapmalı.
Entegrasyon sürecinde çocuk ve kadın mültecilerin istismardan korunmaları için çok sıkı polisiye önlemler alınmalı ve vatandaşlığa geçişte evlilik uygulamasının mağduriyetler oluşturmaması sağlanmalı.”
Dönülecek ülke kalmadı
Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Başkanı Doç. Dr. Murat Erdoğan da Suriyelilerin “misafirlik” süresini çoktan aştığını ifade ederek, kalıcı önlemlere dikkat çekiyor. Hazırladıkları raporda uyum çalışmalarına ağırlık veren Erdoğan, şunları söylüyor:
“Göçün fıtratında kalıcılık vardır. Hele de 2 yıldan fazla kalınıyorsa, çoğunluk kadın ve çocuklardan oluşuyorsa, dönülecek bir ülke kalmamışsa, durum çok açık. Acil olarak uyum politikalarına geçmek gerekiyor. Aksi halde her geçen gün geleceğimiz için sorun olacaktır.
Uyum çalışmalarında öncelikle yüz binlerce çocuğun Türkçe eğitimi alması ve Türk eğitim sistemi içine entegre edilmesi önemli bir konudur. Sağlıklı kayıtlama, sürecin topluma mal edilmesi ve Suriyelilerin de sürece dâhil edilmesi, çalışma haklarının aktif kullanımı, güvenlik kaygılarının ciddiye alınması, veri temelli çalışma ve hak temelli bir sistem kurmak gerekiyor.
Avrupa ülkeleri Suriyelilerin Türkiye’de kalmasını istiyor, evet. Ama her halükarda en az 3 milyon Suriyeli kalacak. Gidenler bunu değiştirmeyecek. Biz kendi huzurlu geleceğimizi nasıl kuracağız, buna bakmamız gerekiyor.”
Baas müfredatı
Bilim Eğitim Kültür Araştırmaları Merkezi (BEKAM) ise uyum sürecine farklı bir yönden yaklaşıp, Suriyeli çocuklarla ilgili bir müfredat raporu hazırladı. Müfredat raporunda Suriye’nin geleceği olan çocukların 1. sınıftan 12. sınıfa kadar okullarda kullanmış oldukları ders kitaplarının Baas rejiminden kalma olduğunu ortaya koydu. Raporun hazırlanma sebebi ve içeriğini şöyle açıklıyorlar:
“İlmin, kültürün, tarihin ve bilhassa kardeşliğin beşiği olan Suriye’de yaşananlar, halkın birçok toplumsal ve iktisadi faaliyetini duraksattığı gibi, Suriye’nin geleceği olan gençlerin de eğitim hayatını sekteye uğrattı. Suriyeli öğrencilerin 1. sınıftan 12. sınıfa kadar, okullarda kullanmış oldukları müfredatın Baas rejiminden kalma ders kitaplarından oluşması, bu alanda acil bir çözüm üretilmesini gerekli kıldı.”
Emperyalist ders kitapları
“Yürütülen çalışma neticesinde 5 akademik personel, 5 Türkiyeli eğitimci ve 10 Suriyeli eğitimciden oluşan eğitim komisyonu müfredatları baştan sona incelemiş ve vahim bir tabloyla karşılaşmıştır. İncelemeler neticesinde ortaya çıkan en dramatik sonuç; tedavülde olan kitapların bütününde Baas yönetiminin devlet politikalarının meşruluğunu kabul ettirmek üzere düzenlenmiş ders içeriklerinin bulunmasıdır. Hâlihazırda kullanılmakta olan ders kitapları, mevcut dünya düzeninin temel özelliği olan emperyalizm vurgulanarak, yeni fikriyatın imar ve inşaya dönük bir müfredata dönüşmesi adına yeniden düzenlenmelidir.”
Sahada olmazsak, masada olamayız
Anadolu Platformu Başkanı Turgay Aldemir, sahada yaptıkları çalışmalarla Suriyelileri misafir değil, kardeş gibi gördüklerini ve o şekilde muamele ettiklerini söylüyor. Üye kuruluşlarıyla birlikte insani yardımların yanı sıra, birlikte yaşama üzerine de projeler inşa ettiklerini ifade ediyor. Her ne kadar Ensar-Muhacir kardeşliği olsa da, Suriyelilerle aramızda acilen bir hukuk geliştirmemiz gerektiğini vurgulayan Aldemir, Suriye bir sorun değil, bir imkân ve imtihandır diyor.
Türkiye’de şu anda üç milyona yakın Suriyeli, sivil toplum kuruluşlarının ve Anadolu halkının bağrında yaşıyor. Suriye konusunda büyük bir acı var. Fakat diğer taraftan büyük bir merhamet dalgasını tetikliyor. Suriye meselesi bir yük değil, bir imkândır. Anadolu’nun birçok beldesi ve nüfusunun büyük bir kısmı Osmanlı coğrafyasından sökülerek gelip buraya yerleşen insanlarla doludur. Biz “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturuna inanmış insanlarız. Dünyanın neresinde bir acı varsa bunu hissetmeyi imani bir vazife biliriz. İşte bu açıdan Suriye meselesine sınırımızın dışı olarak bakmıyoruz. 1915’de şekillenen bu sınırlar, bizim tanıdığımız sınırlar değil. Şairin dediği gibi; Suriye Türki’yedir, Türkiye Suriye’dir. Bunun için Türkiye’nin geleceği, Suriye’nin güvenliği ile doğrudan ilgilidir. Türkiye gibi kadim ülkelerin sınırları tel örgüden başlamaz. Bunun bir stratejik derinliği vardır. Ama şu bilinmeli ki biz Suriyelileri altın kafeslerde de barındırsak, herkes vatanım diyor. Ve yüzlerce Suriyeli, yok olmuş, yıkılmış da olsa, Azez’deki, Şam’daki, Halep’teki, ev ve işyerlerinin anahtarlarını hala yanlarında taşıyor. Hayal dünyalarında o evlerinin kapılarını açıp, hatıralarını hala yaşatıyorlar.
Bir hukuk gerekiyor
Entegrasyon kelimesi batılı bir terminolojidir. Suriye meselesine geçici kavramlarla yaklaşamayız. Buna bir hukuk oluşturmamız lazım. Elbette ki Ensar-Muhacir kardeşliği önemlidir. Ama Hz. Peygamber, hicretten sonra ilk tedirginlik atlatıldığında, bir hukuk oluşturmuştu. Pazarın yolunu tutan Muhacir, oranın ticari, iktisadi, sosyal hayatına değer katmıştı. Onun için Suriyelilerin çalışma izni, onların iş kurması, bu toprağı kendi vatanları bilmesi son derece önemli. Şunu çok net söyleyebilirim, Anadolu İslam coğrafyası, vatan tasavvurunun başkentidir. Suriyeliler de bunu böyle biliyor.
Yedik, içtik, doyurduk yetmez
Biz Suriyelilere, iyilik yapalım, yardım yapalım, ama onlara bu işi nasıl yapacaklarını öğretelim. Şu an Suriye’nin içinde ve Türkiye’de onlara sivil toplum örgütü kurmayı öğretiyoruz. Örneğin; Minberşam diye Gaziantep’te Suriyelilere destek olarak kurduğumuz bir sivil toplum örgütü var. Elliye yakın Suriyeli akil insan, kadınıyla, erkeğiyle Suriye’nin geleceği için çalışıyor. On beş günde bir İşrak adında bir gazete çıkartıyoruz. Lübnan’a kadar yayın yapan Arapça Kürtçe radyolarımız var. Kültürel kitaplar tercüme ediyoruz. Bir taraftan Türkiye tecrübesini öğrenmek istiyorlar, onları anlatıyoruz. Biz Suriyelileri yardım edilecek insanlar olmaktan çok, bu sorunun bir parçasıyken, çözümün aktörü yapmaya çalışıyoruz. Bugün ihtiyacımız olan da o. Öbür türlü, yedik içtik doyurduk ve bundan ibaret kalır.
Suriyeliler imkân ve imtihandır
Suriye bir sorun değil, Suriyeliler bir problem değil, bizim için bir imkân ve imtihandır. Bilmeliyiz ki her imkân, fırsatları da imtihanları da doğurur. Suriye meselesi gıda paketine indirgenemeyecek kadar önemli bir meseledir. Bu açıdan masa başında oturarak bu meseleler konuşulmaz. Suriye’de yaşanan bizim hikâyemizdir. Bu toprakların geleceğinin savaşıdır. İslam ümmetinin geleceği bombalanıyor, gençleri heba ediliyor. Bizim hikâyemiz, bizim hatıramız, bizim tarihimiz bombalanıyor. Bunu kenarda kalarak seyredemeyiz. Bugün sahada olmazsak, yarın masada olmayız. Aliya’nın güzel bir sözü var, savaşın içinde barışı planlamak, diyor. İki çocuğunuz varsa birini savaşa, birini barışa hazırlayın. Yoksa savaştıklarınız sizi barışta yönetir ve yüz yıldır da böyle yaptılar.
Türkiye’nin yeni stratejisi belirleniyor
Suriyelilerin entegrasyonu ile ilgili hükümetin neler yaptığına baktığımızda, AFAD başkanı Dr. Fuat Oktay bir strateji belgesi hazırlığı içinde olduklarını aktardı. Kısa sürede sonuçlanması beklenen bu belgeden çıkacak karara göre bir yol haritası çizileceğini belirterek şunları söyledi:
Başbakan Yardımcımız Sn. Yalçın Akdoğan ve ilgili bakanlarımızdan oluşan bir heyet, Suriyelilerin geleceğine dönük bir strateji belgesi çalışması yapıyor. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) olarak biz bu çalışmanın sekretaryasını yürütüyoruz.
Çalışma bittiğinde Türkiye’deki Suriyelilerin durumuna ilişkin eğitim, sağlık, çalışma, ekonomi, güvenlik gibi konularda hükümetimizin resmi politikalarını içeren bütüncül bir çerçeve belirlenmiş olacak.
Bu çalışmada Bakanlıklarımızdan, ilgili kurum ve kuruluşlarımızdan, uzman akademisyenlerden, yerli ve yabancı sivil toplum kuruluşlarından, Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı illerden görüş alarak söylem ve uygulama birliği sağlayacak bir yol haritası çizilecek.
Hizmetler barınmayla sınırlı değil
Biz AFAD olarak, baştan beri Suriyelilerle ilgili yapısal anlamda sistemli çalışmalar yaptık. Kesinlikle popülist yaklaşmadık. Kamplarda sadece beslenme ve barınma hizmeti vermedik. Bir şehirde gördüğünüz hizmetin hemen hemen tamamını, eğitimiyle, sağlığıyla, yetişkin eğitimiyle, kreşleriyle, psikososyal desteklerle, seçimleriyle, alt yapısıyla vb. bünyesinde barındıran hizmetler verdik.
Bunun yanında, kampların dışında yaşayan çok daha fazla sayıda Suriyeli için STK’larımız da yoğun bir sorumluluk aldı. Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın ve hükümetimizin net duruşu ve desteği, tüm bu hizmetlerin başarıyla yürütülmesinde ana faktördür.
Suriyelilerin büyük bölümü kayıt altında
Bugüne kadar, Türkiye’de bulunan Suriyelilerin Türkiye’deki hayat şartlarına ve topluma uyumu ifade edildi. Şimdi, Suriyelilerin yoğun olduğu yerlerde kendi vatandaşlarımız için Suriye’nin kültürel alt yapısına ilişkin bir kültürel farkındalık oluşturmayla alakalı ciddi adımlar atıldı.
Ülkemizdeki 2,6 milyon Suriyeliye yönelik eğitim, sağlık vb. hizmetleri, Başbakanlık AFAD koordinasyonunda ilgili bakanlıklarımızın desteği ve işbirliği ile yürütüyoruz. Suriyelilerin tamamına yakınını biyometrik kayıt altına aldık. Kayıt altına aldıklarımıza ücretsiz sağlık hizmeti veriyoruz. 80 bini kamplarımızda olmak üzere, eğitim çağındaki 300 bin çocuğa eğitim hizmeti sağlıyoruz. Ama toplam okul çağındaki çocuk sayısı 700 binin üzerinde olduğu için, ulaşmamız gereken çok ciddi bir sayı var hala. 2017 yılı itibariyle Suriyeli çocuklarımızın tamamına ulaşmayı planlıyoruz.
Bu hizmetler Türkiye’nin milli imkânlarıyla gerçekleşti. Uluslararası katkı yok denecek kadar az oldu. UNICEF, bazı prefabrik okulların yapımında devreye girdi. Ama eğitim, birkaç prefabrik yapı yapmak değil sadece.
Göç, topluma dinamizm getirir
Dışarıdan bakıldığında öyle gözükmeyebilir ama Türkiye göçmenler olayına hep sistematik yaklaştı. Suriye’deki problemin nasıl sonlanacağının belirsizliği ve uzun süreceği gerçeği de göz önüne alınarak Türkiye kendi politikalarını üretiyor. Çalışma izninin verilmesi de bunun bir göstergesidir.
Türkiye bu çalışmaları Avrupa Birliği veya başka ülkeler istiyor diye yapmıyor. Tarihimizin, inançlarımızın, değerlerimizin ve komşuluk hukuku gereği olarak yapıyoruz. Türkiye’nin, neredeyse üç milyona yaklaşan bir nüfusu kendi başına bırakma şansı olamaz. Dolayısıyla bunun eğitimiyle, sağlığıyla, güvenliğiyle ve geleceğiyle ilgilenecektir. Bu durumun, bir soruna dönüşmeden fırsata dönüştürülmesi gerekir. Çünkü göç olayını doğru yönetebildiğinizde bir fırsattır, topluma dinamizm getirir. Farklılıkları doğru yönetebilirseniz zenginliğe dönüşür.