Erdem Beyazıt’ın ölüm üzerine yazdığı şiiri Kudüs üzerine değiştirsek: “Kudüs bize ne uzak, bize ne yakın Kudüs. Kudüssüzlüğü tattık, bize ne yapsın Kudüs?” mısrası çıkar karşımıza ve ulaşmamız çok kolay olduğu hâlde bu mübarek mekânı en uzağımıza attığımızın belki farkına varırız. Şu bir gerçek ki Kudüs’e gitmeyerek bizim olan mekânları kendi irademizle İsrail’e terk ettik. Bir Kudüs aşığı olan Sıla Tur’un sahibi Musa Biçkioğlu da asıl Kudüs’e gitmeyerek İsrail’in varlığını tanıdığımızı söylüyor. Kendisiyle verimli bir Kudüs sohbeti gerçekleştirdiğimiz Biçkioğlu, Kudüs bizimse kudretli olduğumuzu, değilse İslam âleminin perişan olduğunu ifade ediyor.
Kudüs, bize hep uzak ve unutturulmuş. Oraya gidince insan niye gitmesi gerektiğini anlıyor. Ama gitmek için de harekete geçiren bir şeyler olmalı. Kudüs’e neden gitmeliyiz diye sorsam, ne cevap verirsiniz?
Siyaseten o coğrafyanın vazgeçilmez olduğunu tarih bize öğretti zaten. Stratejik, mimari, sanat veya beşerî değerler açısından da çok önemli bir yer. Ama en önemlisi de ‘dinî’dir. Kudüs’e gitmekle ilgili Maide Suresi’nde Hz. Musa’ya Allah’tan bir emir var. Hz. Musa: “Ey kavmim, Allah’ın sizlere gidişini yazdığı yani emrettiği mukaddes arza girin” diyor. Bu emrin mahallî bir emir olduğunu veya o zamanla ilgili olduğunu düşünemeyiz. Çünkü Kur’an’ın bir özelliği, içerisinde geçen olayların özel durumu mananın şümulüne mâni değil. Bundan dolayı cihanşümuldür. Bundan dolayı hiçbir zaman tedavülden kalkmıyor.
Bu emir Hz. Musa’ya geldiği hâlde, Hz. Musa gidememiştir oraya. Ama ilahi emir, peygamberî misyon olarak sürdürülmüştür. Birçok peygamber gitmek istedi ama gidemedi. Nebi Davut girebildi oraya. İbrahim Peygamberin Nemrut’un zulmünden kurtarıldığının anlatıldığı Enbiya Suresi’nde, “Onu Lut ile birlikte âlemleri içinde bereket kıldığımız topraklara doğru kurtardık” der. Kudüs’ün 31 km. yakınındaki El-Halil şehrine gitmiştir. İslam ve kökü semavî olan dinler bu konuda ittifak ederler. Kabri de orada, yaşadığı yer de ismine ithafen El-Halil’dir.
HEDEF AKSÂ’YA DOĞRU YÜRÜMEK
Son Hz. Peygamber Muhammed (s.a.v.)’de de devam ediyor bu yürüyüş ve Miraç hâdisesi Mescid-i Aksâ’da gerçekleşiyor. İlginç ve mânîdar değil mi?
Son peygamber Mekke’de doğduğu halde Mescid-i Haram’ın dibinden Mescidi Aksâ’ya yürütüldü. Bu yürütülmeye dikkat edelim, Allah’ın kudretindedir ki peygambere gösterilebilir, farkına vardırılabilirdi. Oraya yürütüldü, hem de gecenin karanlığında. Dolayısıyla İbrahim peygamberin yürüyüşünden tutun, son peygamberin yürüyüşü de gecenin bir vaktinde gerçekleşiyorken, bize şu mesajı veriyor olmalıdır: “Ey ümmet, gecenin karanlığında dâhi orası için uğraşmak yetmiyor, yürümeyi ihmal etmemelisiniz!” Hedef belli.
Peygamber Efendimiz hadisi şerifinde de ziyaret edilmesi gereken 3 mescidden birisi olarak Mescid-i Aksâ’yı işaret ediyor. Muhtemel gidilememe durumuyla ilgili tedbir maksatlı olsa gerek, ‘zeytinyağı gönderin’ diyor. Bu hadisin detayına baktığımızda bunu soran efendimizin eşlerinden Meymune annemizdir. Kudüs henüz fethedilmemişti ve fethedilmemiş bir yere bir hanımefendinin belki de yaşlı olan bir kadının gitmesi oldukça zor olduğu için soruyu soruyor. Kudreti olan kişilerin bunu kılıf olarak kullanması için değil.
MESCİD-İ AKSÂ’NIN FOTOĞRAFLARI BOŞ
İşgal altında olduğu için Kudüs’e gidilir mi, gidilmez mi tartışmaları da çok yapıldı. Siyasî olarak baktığımızda neden gitmeliyiz?
Orası ümmetin mukaddesi, Allah’ın bize hedef gösterdiği bir yer. Miraç hadisesinin orada gerçekleşmesinin altındaki hikmetlerden bir tanesi de, ümmetin kıyamete kadar dikkatinin oraya çekilmesi. Öyle bir hedef var ki, dinî manada kayıtsız kalma hakkımız yok. Böyle bir hakkımız yokken oradaki kardeşlerimizi yalnız bırakmaktan tutun, Mescid-i Aksâ’yı da İsrail’in işgaline terk etmişiz. Mescid-i Aksâ’nın fotoğrafları genelde boş olur. Mescid-i Haram ve Nebiye gittiğimizde ise fotoğraf çekilmek için boş yer bulamayız. Bu ümmetin Mescid-i Aksâ’yı düşürdüğü haldir aslında.
Bizim gitmeyişimizin ödettiği bedel ne?
Mescid-i Aksâ’nın Yahudilerin istilasına peşkeş çekilmesinden başka bir şey değil. Biz boş bırakıyoruz diye Yahudiler her gün saldırıyor oraya. Özellikle cemaatin olmadığı sabah 7 buçukla 11 arası, bazen öğleden sonraları girerler. Oranın cemaatsizleştirilmesi musibetlerin en büyüğüdür. Kubbesini altından yapmışız, ama gidip gördüğümüz yok, sadece fotoğraflardan görüyoruz. Asıl terk etmek, asıl satmak, asıl cemaatsizleştirmek budur.
Yukarıda sözünü ettiğimiz hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Meymune annemize ‘gidemiyorsanız kandillerine zeytinyağı gönderin’ diyor ya, aydınlatma kelimesini kullanıyor orada. Aydınlatmayı günümüz şartlarında düşündüğümüzde, elli altmış jeneratör bağlatabilir ümmet oraya, 24 saat elektrikli olur, amaç aydınlatmaysa çok kolay. Peygamber Efendimizin demek istediğini şu şekilde okumak durumundayız, “Ey ümmet, Kudüs’ü terk ederek, Mescid-i Aksâ’yı cemaatsizleştirerek, birilerinin saldırısına açık hale getirerek, karanlığa terk etmeyin” demek istiyor. Ve biz tamamen tersini yapıyoruz maalesef.
4 MİLYON TURİSTTEN 100 BİNİ MÜSLÜMAN
Peki, neden gitmiyoruz? Gitmeyi dert edinmiyoruz?
İsrail’in uygulamak istediği bloklardan bir tanesi oraya seyahatin yapılmamasıdır. Biz çok geç farkına vardık bunun. Oraya gidişin acziyetini tartıştık. Fethedilmeden Kudüs’e gidilir mi dedik? Oraya gitmeyerek biz Kudüs’e fayda sağlamadık, İsrail’in işine yarayanı yaptık. Bilakis işgal altındayken gidilmeli oraya. Asıl oraya gitmekle değil, oraya gitmemekle İsrail’in varlığını tanımış oluyoruz. İslam dünyasından Kudüs’e gidenlerin sayısının toplamı henüz yüz bin bantlarında. Oysa İsrail’in yıllık turist kapasitesi 4 milyon civarındadır. Bu dört milyonun sadece yüz bini Müslümanlardır. O da utanç verici bir şey.
Mescid-i Aksâ ismini biz koymadık, İlahî bir isimlendirmedir. Aksâ demek ‘uzak’ demektir. Acaba Rabbimiz bir uyarıda, bir hatırlatmada mı bulunuyor, ‘Ey ümmet, sakın Aksâ, yani uzak etmeyesiniz burayı!’ Bunun yanı sıra hep bereket kelimeleriyle vurgular yapılıyor Kur’an’ı Kerim’de bu topraklara. Ümmet herhalde oraya gitmemekle, orayı unutarak, orayı hayatından uzak ederek bereketsizleştirmiştir!
BEREKETİ ÇOK YÖNLÜ DÜŞÜNMELİYİZ
Bu bereketi nasıl okumalıyız?
Ümmet coğrafyasına bakarsak nasıl okumamız gerektiğini daha kolay anlarız. Şu devirde ümmet hiç olmadığı kadar nüfusa, paraya, imkâna, hatta devlete sahip. 57 ‘İslam devleti’ var. Ama bu imkânlarla birlikte İslam ümmetinin hâli ortada! Tarih bize Kudüs’ü kazandığımızda kudretli olduğumuzu kaybettiğimizde ise perişan olduğumuzu öğretmiştir. 4 Raşid Halife dönemi, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular döneminde kudretliyiz. 1099’da Haçlı Orduları Kudüs’e girdiklerinde İslam dünyası 32 parçaya bölündü. Yeniden kazandık, Eyyubiler, Memlükler, Osmanlılar döneminde yine kudretliyiz. 1917’de Kudüs’ü kaybettik, her şeyimizden olduk. İmparatorluktan olduk. Hilafetten olduk. Ümmetin mevcut hâli ortada. Dolayısıyla bereketi çok yönlü düşünmemiz lazım.
Şahsi manada kişilerin gönlünde, ufkunda, bilgisinde ilminde, hassasiyetinde mutlaka katkıları olur, zaten gitmenin altında yatan hikmetlerden bir tanesi de oradaki vaziyeti yaşamadan idrak edemiyor oluşumuzdur. Toplumla ilgili mânâda da ümmet bağlamında da bereketlilik ve bereketsizlik söz konusu. Kudüs ümmetin sancağıdır. Kudüs ümmetteyse ümmetin devletleri çok büyük ve çok güçlüdür. Kudüs ümmette değilse ümmet perişandır.
HİCAZ DEMİR YOLU ANITI HAYFA’DA
Oraya gitmeyi terk etmemiz Osmanlı hizmetinden çıktıktan sonra mı oldu? Osmanlı döneminde Müslümanların ziyaretleri nasıldı?
Bizden öncekiler Kudüs’e hizmetkâr olduğumuz dönemlerde hep strateji üretmişler. Mesela Sultan Abdülhamid’in inşa ettirdiği Hicaz Demir Yolu’nun tek anıtı Hayfa’dadır. İstanbul, Konya, İzmir, Selanik dururken neden Hayfa? Kudüs de değil, Hayfa? Özellikle deniz yoluyla gelen hem bizim hem de Hristiyanların hacı adaylarının görebildiği, hac parkuru üzerinde olan, Hayfa’dan Kudüs’e olan istikamette. Kudüs’teki yol güzergâhında ‘Müslümanlar azınlıkta kalmasın’ diye tren yolu veya hac parkurlarını destekler bir strateji izlemişlerdi. Osmanlı zamanında Hac ve umre ziyaretleri Kudüs üzerinden yapılırdı. Orayla ilgili ciddi yatırımlar vardı. Hatta neredeyse gereklilik olarak görülürdü. 1917’den sonra iş değişti. Ümmet her şeyini kaybetti maalesef.
O zamanlar da Hristiyan ve Yahudilerin ziyaretleri daha mı fazlaydı ki böyle stratejilere gerek duyuluyordu?
Yahudilerin değil de Hristiyanların ziyareti çok yüksekti. Hac için giderler oraya. Hristiyanların yeryüzündeki en kutsî üç mekânı Kudüs civarındadır. Hristiyanlar için bir vahiy coğrafyasıdır. Peygamber yurdudur. Onu ihya etmek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Tarihte de öyleydi. Şimdi de öyledir. Birkaç sene önce Paskalya döneminde Kudüs’te toplanan Hristiyan sayısı 5 yüz bini geçmişti. 5 yüz bin kişinin Kudüs’te olduğunu bir düşünün.
PEYGAMBERLERİN YOLU KUDÜS
Dinlerin mukaddeslerinin orada olmasının özel bir mânâsı var mıdır?
Var tabii ki. Tevhidin en güzel vurgusudur orası. Biz Âdem (a.s.)’dan son peygamber Hz Muhammed (s.a.v.)’e kadar hiçbir peygamber arasında tefrika yapmayız. Hepsi bizim peygamberimizdir, hepsi İslam’dır. Dolayısıyla İslam’ın ana yurdudur orası. Başta İbrahim peygamber olmak üzere diğer peygamberlere vahiyler ve suhuflar Kudüs ve civarında nazil olmuştur. Yine ismi Kuran’ı Kerim’de geçen peygamberlerin çoğunluğu Kudüs’te ve civarında yaşamış olan peygamberlerdir. Zaten peygamberimizin Mescid-i Haram’dan İstanbul’a veya bir başka yere getirilmeyişinin altındaki hikmetlerden bir tanesi, geçmiş bütün peygamberlerin tamamının yolunun, Risalet’inin ve mukaddesatının teyididir aynı zamanda. Şirk değil, bir tevhid yurdudur Kudüs.
Bu kadar mukaddesin olduğu bir yerde Kudüs neden huzur bulamıyor?
Tarih bunu bize ispatlamıştır ki, Kudüs’te huzur ve barış isteniyorsa, İslam’ın egemenliğini kabul etmek zorundalar. Yahudi için de Hristiyan için de bu böyle. Bütün dinlere mensup kişiler, İslam’ın egemenliğinde çok rahat ibadet etmişler ve var olmuşlardır. Haçlılar Kudüs’e girdiklerinde, sadece Müslüman ve Yahudilere değil, Hristiyanlara da zulmetmişlerdir. Şimdi Yahudi işgali var, ne Müslümanlar ne Hristiyanlar ne de Yahudiler rahat. Huzur istiyorlarsa, huzur İslam’da! Huzur Kudüs’ün Müslümanlarda olmasında! Kudüs İbrani Üniversitesinden bir Yahudi kadın profesör şöyle demişti: “Osmanlı devrini tozpembe bir ortam düşünmeyelim. Ama bugünle mukayese edilmeyecek şekilde bir huzur ve de rahat bir ortamda yaşıyordu insanlar.”
UMREDEN DAHA UCUZ
Son zamanlarda Kudüs ziyaretlerinin azaldığı söyleniyor, doğru mu?
Ciddi bir azalma var son dönemlerde. Medyaya yansıyan bir iki tutuklama hadisedi oldu. Bunların bizim ihmalimizden kaynaklandığı konusu da göz ardı edilmemeli. Biz yönetemedik süreci. STK veya başka bir faaliyet içerisinde bulunmayan birilerinin orada herhangi bir sorunla karşılaşma ihtimali çok çok zayıf. Neticede binlerce kişi gidiyor, geliyor, bir sorunla karşılaşmıyor. Havaalanında yaşanan bekletilmeler de çok rutin bekletilmelerdir. Dünyanın birçok havalimanında daha fazla bekletilme yaşanıyor. Bunlar hep tâli sebepler. Kudüs’ü biz maalesef gündemden düşürdük. Bütün sivil toplum kuruluşlarımızın, cemiyetlerimizin, hocalarımızın, diyanetin mutlaka bunu üstlenip teşvik etmesi lazım. Kudüs seferleri düzenlenmeli, herkes üstüne düşeni yapmalı.
Maliyetlerin düşürülmesi konusunda neler yapılabilir?
Tur şirketleri olarak havayolları açısından biraz sıkıntılar çekiyoruz. Kudüs vize alma bakımından riskli bir bölge. Vize alamadığımız zaman organizatörler yüklü cezalar ödemek zorunda kalıyor. Havayollarının biraz esnek olması bizim işimizi kolaylaştırır. Acentalar üzerine düşeni yerine getirir, yolcular da yerine göre bir takım esnek programlara uyup, daha uzak yerlerde konaklamayı göze alırsa, fiyatlar bir şekilde düşer. Bu da gidişleri canlandırır.
STK’lar Kudüs etkinliği yapıyor her yerde. Milyonlar katılıyor. Etkinlik yerine Kudüs’e gidilmeli. Umreye ve hacca 4 yüz 5 yüz bin kişi gidiyorsa, Kudüs’e de gidebilir. Kudüs umreden daha ucuz. Kudüs’ü tercih etmeliyiz demiyorum, öncelemeliyiz. Kudüs fethedildikten sonra gitmenin anlamı mutlaka olacaktır, ama asıl mânâsı olan, fethedilmeden önce, zor zamanında gitmektir.
HERKES MİNBERİNİ İNŞA ETMELİ
On kere veya yirmi kere umreye giden insanların aklına bir kere bile Aksâ’ya gitmek gelmiyor. İnsanların gönlüne Kudüs hevesi nasıl düşürülür?
Ben Kudüs’e gidilmeyişinin mânevî mânâda bir hesabı gerektireceğine inanıyorum. Aslında Kudüs’ü düşürdüğümüz bu hâlin sorumlularından birisi olduğumuzun farkında bile değiliz. Kürsü ve mihraplar eliyle, hocalarımız, toplumsal önderlerimiz, yazanlarımız, çizenlerimiz, bunun bir sorumluluk gerektirdiğinin mutlaka altını çizmeliler.
Siz şu an bir köşeye bir şey taşıyacaksınız bu röportajla. Aslında bu bir minber inşa etmektir. Kudüs fethedilmeden önce Nureddin Zengi, minber inşa etmişti. Bu minber bizim egemenliğimizde olmayan Aksâ için inşa edilmişti. Ve bu minberi bir marangoz yapmıştı. Buradaki mesajı da şöyle okuyabiliriz, marangoz minberi yapar, senin elinden başka bir şey gelir, onu yaparsın, bir diğeri cemaat olarak orayı doldurur. Herkes ilgilendiği alan itibariyle oranın minberini inşa etmesi lazım.
Hz. Musa ilk defa vahiyle karşılaştığında, “Asanı yere at” deniyor ona. Asa onun geçim kaynağı, her şeyi. Mucizesini geçim kaynağından gösteriyor. Bizim de bir hikmetimiz, bir kerametimiz, bir çalışmamız olacaksa, geçim kaynağımızla göstereceğiz bunu. Herkes bulunduğu alanda çalışmak durumundadır. Öyle bir strateji üretmediğimiz için, İsrail maalesef hepimizi tek cephede kontrol edebiliyor.
DUASI OLMAYAN ÜMMETİZ
Bir çağrı yapacak olsanız ne derdiniz?
“Özgür Kudüs’te iki rekât namaz kılmayı nasip et” duasını terk edip, onun yerine “Kudüs’ün özgürleştirilmesinde bana memuriyet ikram et yarabbi” demelerini isterdim.
Unutmayalım ki bir Yahudi’nin evladına öğrettiği ilk dua, “Ey Kudüs, seni unutursam sağ elim hünerini unutsun. Ey Kudüs, seni sevincimin baş tacı etmezsem, dilim damağıma yapışsın” duasıdır.
Sağ elim hünerini unutsun demek, dünyalık, güç, egemenlik, kazanım her şeyi ifade ediyor sağ el. Bu duayı yapan Yahudi’ye karşılık, duası olmayan bir ümmetiz şu anda. İbrahim’in milletindeniz diyoruz ama İbrahim’in mekânını terk ettik. Ahirette İbrahim’in yanına gittiğimizde ‘milletindeniz’ demeye yüzümüz var mı? Yahudi’nin duasına karşılık bizim beleşe bir duamız bile yok. Kudüs öyle değerli ki, hakkını verene gelir. Hak etmemiz lazım Kudüs’ü!