İnsan aslından uzaklaştıkça ferdî ve toplum birliğini ayakta tutan müesseseler de kendi içinde çözülmeye başladı. Bedenimizin nasıl eğitime ihtiyacı varsa; aklın, nefsin ve ruhun da aynı şekilde terbiyeden geçmesi gerekiyor. İnsanın bu iç bütünlüğünün ıslahını temin eden eğitim tarzı hangi asırda aksadıysa iste o zaman tarih sayfalarına insanlık adına kara çentikler atıldı.
Cumhuriyet sonrası dönem, Türkiye’de talim ve terbiyenin Batı esaslarına göre şekillendirildiği yıllar olurken; bütünleyici eğitimin iki ayağı medrese ve tekkeler hayatın içindeki aktif rollerini giderek kaybettiler. Medreseler temyiz-i akıl ve istikamet-i fikir sahibi seçkin kimselerin yetişme mahalliyken, tekkeler derin tefekkürlerle nefsin arındırılıp ruhun tekâmül ettirildiği özel mekânlar olarak insanlığı imar edecek toplumsal yapılanmalara mesnet teşkil ediyorlardı.
Şimdi ise kendimize ait Hıralarımız yok. İnsan dönülmez bir keşmekeşin içinde kendine dönmeye ne vakit, ne de mekân bulabilmekte. İçimizdeki Rabbanî boşluk gittikçe büyümekte… Tekkelerin aslî hüviyetlerini ve toplumsal dayanışmadaki tartışılmaz işlevlerini uzun uzun yazmaya gerek yok. Tekkeler önemli bir misyonu uzun yıllar boyunca yürüttüler. Şairin “Bir tekkemiz olaydı ışıkları yanaydı” diye sızlanışı boşuna değildir. Biz tekkelerimizi kaybetmekle sadece mekân kaybı yaşamadık. O mekânın iyileştirici ruhunu da kaybettik.
KAYIP TEKKELER
Ne zaman sınırlarımız dışına çıksam gönlümü dinlendirmek için gözüm bir tekke arar. Işıkları yanan, zikir sesleri dışarıya taşan bir mekân bulduğumda en arkaya sessizce geçer, diz çöker, hiç tanımadığım ama ruh akrabalığımız olduğuna inandığım kardeşlerime eşlik ederim. Beş günlük uzun sayılmayacak Kudüs ziyaretimizde de geleneği bozmadım. Farklı ülkelerde, farklı formlarda, ama aynı ruh naklini yapabilen tekkelerde bir anlamda kaybettiğimiz o dinginliği arıyoruz. Dizlerin dizlere değip “hu hu”lara karışan âminlerle ümidimiz tazeleniyor. Bu ümit ile bir çentik de biz atıyoruz tarihe. Aynı gayede ve azimde birleşen ruhlar, gelip ellerimizi bulsunlar diye giriyoruz zikir halkalarına. Meclisimiz aydınlanıyor, uluların isimleri esenlik katıyor içimize. Abdulkadir Geylaniler, Şahı Nakşibendîler, İbn’ül Arabî’ler, Mevlana Halidiler, Ahmed er Rufailer, Ahmed el-Alavî’ler şenlendiriyor devranımızı.
ÖZBEKLER TEKKESİ
Toplu gidilen seyahatlerde ilkokul birler gibi oradan oraya koşturulmaya bir türlü ısınamadım. Ekibimiz el-Halil’e doğru yola çıkarken, ben kendimi Kudüs’ün sokaklarına bıraktım. Elimde hiçbir adres yok. Görmek istediklerimi kalbimden geçirdim o kadar. ‘Bakalım nasibimize ne düşecek’ diyerek Şam kapısından dar sokaklara daldım. Bugüne kadar adımlarım beni yanıltmadı. Varmak isteğim yerlere vasıl oldum hamdolsun. O yüzden içim rahat. Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır diyerek ‘aşara-aşara’ bağrışları arasına kendimi bırakıp tarihî çarşıların musikisine kapılarak kızdı mı cehennem, sevdi mi cennet kesilen Müslüman yüreklerle tanışacak olmanın heyecanıyla yürüyüşümü sürdürdüm. İlk kısmetimize düşen Özbek Tekkesi oldu. Mavi Marmara hadisesinde televizyondan izlerken kalbi acıya dayanamayıp âlemi cemale yürüyen Merhum Abdulaziz Buhari Hazretleri’nin tekkesi… Şeyh Efendi’nin göç etmesiyle birlikte sessizliğe bürünen Özbekler Tekkesi’nde ilk gözüme çarpan şey hüzün oldu.
MAZİYE ÖZLEM
Dört yüz sene evvel Buhara’dan gelip yola çıkanlara rehberlik yapan, yolda kalanlara kapılarını açan Buharî ailesi, tasavvuf geleneğini yüzyıllarca aşkla yaşatmışlar. Çile sokağındaki tekkeye ait mülklerin çoğu ellerinden alınmış. Tekkenin bulunduğu sokağın adı mânidar: Çile.
Kudüs’teki her şeyi özetleyen bir kelime aslında çile. Bir sokak ismi gibi görünse de işgalden sonra bütün sokaklar, bütün caddeler “çile sokağı”. Zalimlerin bütün çilesini kadim Kudüs’le birlikte şehrin yerlisi ve sahibi mazlum Müslümanlar çekiyor. Özbek Tekkesi de çileden fazlasıyla nasibini almış. Mazideki muhabbetli günlerini arayan tekke, bir zamanlar büyük zatların da uğrak yeri olmuş.
Tasavvuf büyüklerinin hayatlarında da Kudüs’ün ayrı bir anlamı olduğunu biliyoruz. Sûfilerin seyri sülukunda hızlı yol almaları için mukaddes belde her zaman tercih sebebi olmuş. İbn’ül Arabi, İmam Rabbanî gibi irfan yolunun öncüleri de Kudüs’e ziyarette bulunmuşlar, dervişlerine de miracın sırrını hakkıyla aktarmışlar. Mukaddes topraklarda tekkeler özellikle Osmanlı zamanında yoğun faaliyet göstermiş.
İNSANLIK SOFRASI
Özbek tekkesinde Şeyh Efendi’nin muhterem eşi içeri buyur ettikten sonra gözleri nemli bir şekilde merhumun oturduğu koltuğu, kullandığı eşyaları, fotoğraflarını tek tek gösterdi. Yüzyıllarca misafir ağırlamanın inceliğiyle misafirperverliğin en naif yanını da gördük Tekke’de. Hanımefendi’nin Türkiye’den ve Türklerden bahsederken ki saf ve samimi heyecanı görülmeye değerdi.
Ülkemizin yüz akı TİKA’nın 2011 yılında restore ettiği tekkede muhteşem bir huzur hali yaşadım. Bir an için duvarlardaki fotoğraflara dalıp, kurulan sohbet sofralarının, o sofraya iştirak eden maneviyatı yüksek şahsiyetlerin ne konuştuklarını, gündemlerinin o zaman için ne olduğunu düşünmeye başladım. Seyyahların, sûfilerin, Doğuluların, Batılıların, Arapların, Türklerin Özbek pilavına kaşık sallarken yüzlerinde oluşan sükûnet geldi aklıma. Tekkeler insanlık sofrasının kurulduğu yerler desek abartmış olmayız. Her renkten, her ırktan insanın ayrım görmeden doyduğu bir sofra!
Günümüz insanının açlığı, aslında o sofraların yokluğundan kaynaklanıyor. Çünkü o sofralarda sadece mideler değil gönüller ve zihinler de doyuyordu.
VASİYET
“Osmanlı’dan sonra Türkler buradan çekilmedi. Ben buradayım ya” diyecek kadar bütün Osmanlı torunları adına Kudüs’e sahip çıkmayı kendine vazife edinen Buhari’nin vasiyeti, Türkiye’nin tekkeleri kültür merkezi yapması olmuş ve böylelikle İsrail’in el koymasının önlenebileceğini buyurmuş.
Hayatını barışa adayan Efendi için barışın dili, Kudüs ve bunun tek anahtarı Türkiye! Aslında dünyadaki bütün mazlumlar anahtarın farkında ama anahtar, anahtar olduğunun farkında mı orası tartışılır.
Şeyhin kıymetli eşi bahçedeki kabri göstererek, “O ölmedi, burada yaşıyor” dedi üzüntüyle. Ben de, “öyledir” dedim tasdik ederek. Büyükler ölmez, âşıklar ölmez! Tekkede geleneğin devam etmesi gerektiğini söylediğimde, Şeyh’in vasiyetinin aynı yönde olduğunu, oğlunun da bunun için çabaladığını ama hayat şartları çok zor olduğu için işine çok vakit ayırmak zorunda kaldığını söyledi.
SAHİP ÇIKMAK
Keşke Türkiye, tekkeyi Yunus Emre Kültür Merkezi’ne bağlı hâle getirip, Şeyh Efendi’nin oğlunu maddi olarak da desteklese! Tekkedeki hatıraların yaşatılması gerekiyor. Ülkemizdeki maddi durumu iyi olan ama kendi meşrebini dayatmayacak tasavvufi cemaatler de bu aziz mekâna sahip çıkabilir aslında. Toplamaktan dağıtmaya vakit bulamayan tarikatlarımızın gündemini buraya çekebilir miyiz bilmiyorum.
Kudüs muhafızı Buhari ailesinin nice güzelliklere şahitlik etmiş kutlu mekânından ayrılırken kamerayı çalıştırıp, hanımefendiye Türklere vermek istediği mesajı sorduğumda aslında hiç de yabancısı olmadığımız bütün Kudüslülerin ortak çağrısını yineledi: “Kendimiz için bir şey istemiyoruz! Kudüs’e gelin, Kudüs’e sahip çıkın! Burası sizin. Esselamü aleyküm…”