Çocukluk, hesapsız kitapsızlığın çağı. Çocukluktan yeni yetmeliğe uzanan dönem, birkaç cümleyle feda etmeye ve edilmeye özgü bir sorgulamanın zemini. Toplumsal yarıklarımızın sebep olduğu gerilimler, çocuk canları üzerinden hükmünü sürdürüyor. Onları önemsiyormuş gibi abartılan endişelerle uzatılan çocukluk çağı yüzünden an geliyor bilemez hale geliyoruz; çocuk kim, nasıl konuşur?
Çocukluğu modern zamanlara özgü bir dille abartmayı diliyor değilim, ancak ömrün o çağının emanetle ilişkili bir yanı var.
Samed Karagöz geçen hafta twitter’da farklı bir Aylan yorumunu paylaştı, İranlı ressam Kuruş Şişegeran’dan. (Koorosh Shishegaran.) Karagöz, Shishegeran’ın bu resmini Contemporary İstanbul Fuarı’nda görmüş ve çok etkilenmiş.
Resmi gördüğümde, işte dedim, yüzünü bize dönmüş Hanzala.
Gerçek, üzerine düşünülmek için kurgulanmalıdır diyor Ranciere, Görüntülerin Yazgısı kitabında. Yaşadığımız birçok acı hadise sanat ve edebiyat yoluyla kurgulanmadığı için layıkıyla hatırlanmıyor ve tarihin labirentlerinde kayboluyor.
Yeni bir kavimler göçü yaşarken dalgalanıyor coğrafyamız. Çocuklar, ihtiyarlar, mahrumlar göç yollarında heder oluyor. Aylan Kurdi, yola düşmeye mecbur kalmış Hanzala’mız. Aylan, yüzünü ister istemez gösterirken bizi bulunduğumuz konumu gözden geçirmeye çağıran küçük mülteci. Yaşasaydı nasıl bir insan olacağına dair bir fikrimiz yok. O ve ağabeyi Galip, anneleri Rihan’la birlikte bize sorular bırakarak gitti. Nerede bulunursak bulunalım, bir tedirginliği borçlu olacağız onlara, bir özrü, bir bağışlanma umudunu, helalleşmeyi. Bulunduğumuz herhangi bir mekân, bir daire, bir salon, bir ofis, balkon, bağ evi, sayfiye, cami, onlara ait olduğu için de daraltacak bizi, umduğumuz gibi mutlu olmamanın sebeplerini düşünürken adlarını mırıldanacağız.
Yıllar sonra Filistinli Hanzala, Suriyeli Aylan bebek kimliğinde geldi, kıyılarımıza vurdu. Bir çocuk durduğu yerde yaşlanmaya ne kadar sabredebilir? Direniş kahramanının bize söylemek istediğini keyfimize göre anlamışız meğer. Durduğumuz yerde Hanzala’ya bir yüz hazırlıyorduk biz, onun beklentilerini değil de kendi arzularımızı hesaba katarak.
Naci el-Ali’nin 40 bin çiziminde yer verdiği Hanzala’yı ben ilk kez Arapça bilen grafiker arkadaşım Hasibe Turan kanalıyla tanımıştım. Hanzala, intifada öncesinin çocuğu da olsa intifadayı hazırlayan çocuk bilincinin temsili. Filistinliler ve Filistin meselesine duyarlı yetişkinler, yıllardır çocuklarına onu model olarak gösteriyor.
Biz Hanzala için çok üzüldük. Yüzünü bize göstermemesinin sebepleri üzerine de sayfalarca yazı yazmış, konuşmalar yapmışızdır. Fakat onun bizden yüzünü kaçırmasının sebeplerini tartışmayı da uzak bir zamana erteleme konusunda kendimize mazeret üretmeye devam ediyoruz. Mazlum Filistin, Siyonizm ve emperyalizm karşısındaki haklı sorularımızın asli, kesin açıklaması olarak orada bir yerde sonsuzca durmalı sanki…
Kusuru hep ötekine yükleme zemininden konuşan, kendi haklılık payı konusunda nasıl adil olabilir? Hayatı hep ezberlerle okuduğunuzda, tam şimdiki zamana ait sınavın sorularını kaçırıyorsunuz.
Ekim ayı başlarında Psikanaliz Etkileşimleri Derneği’nde yaptığım konuşmada dile getirmiştim bu düşüncemi: Müslümanlık, elinde kalanı koruma güdüsüyle kabuğuna çekilen muhafazakârlığa değil, olguları daima yeniden okuma sorumluluğuyla sanatsal bir hayat tarzına yakın düşer. İslam da sanat da sıradanlaşmaya, keyif içinde ömür tüketmeye izin vermez, hayatı yüce bir amacın arayışında yaşamaya çağırır.
Dinî hayat gibi sanat da, kişiye doğal haklılık manzumesi gibi görünen bir ezberler manzumesi, bir taklitler ve tekrarlar koleksiyonu haline geldikçe, çözüm kaynağı olma özelliğini kapatıyor bilinçlere. Hayata sanatkârane bakamadığımız oranda sıradanlığın kucağına düşüyoruz. Sanatı galerilerle, müzelerle özdeş bir faaliyet saydığımız oranda hayata bakışımız sanatsal kavrayış açısından yoksullaşıyor. “Selam”ımız dahi inceliğini yitiriyor. Yüreğini, zihnini beslemediği, nefsini ise eğitmediği sürece insan ne çabuk solgunlaşan, güçten düşen bir varlık! “
Sanat aynı zamanda çocuksu bakışla gerçekleşebilir öngörülemez bir faaliyet, bir “olay.” Çocukluk, ömrün sadece korumakla değil öğrenmekle de mükellef olduğumuz çağı. Miro, resminde mağara sanatına özgü çizgilerin yalınlığına ulaşmayı hedeflememiş miydi? O açıdan bakılacak olursa Hanzala, mağara dönemlerinin çizgileriyle vücut bulduğu için de sarsıyor bizi… Kültür, medeniyet elinden tutmadı onun, tutamadı. Medeniyetlerin nice başarısı Aylan için de bir can simidi yerine geçmedi. Ceylan, Berkin, Burak, Yasin… Ne çok konuldu, ne acımasızca unutuluşa terk edildi erkenden can veren çocuklarımız… Bu nasıl oldu, biliyor musunuz? Asla doğru anlaşılamayacaklarına dair sayısız iddiayla -onca söz edilirken bile- hakkıyla konuşulamayan birer imgeye dönüştürüldüler.
Oysa din gibi sanat da bu şekilde –çokça konuşulurlukla birlikte gerçekleşen- sözü edilemezliğin hiç hakça, hiç adil olmadığını bildiriyor bilincimize.
Bazen bir şiir, bazen bir selam, bazen birkaç çizgi düşünce konforumuzu sarsarak aynı soruyu getiriyor önümüze, kaçış yok bundan: Hanzala, bizim mazlumiyet hissimizin tecessümüne dönüşen kült kahramanımız neler oldu da Aylan yüzüyle çıktı karşımıza?
Yetişkinlerin bile uzun süre bakmaya güç yetiremeyeceği sahnelere tanıklığında büyümesini durdurmuş bir şahit Hanzala. Üzerine defalarca yazı yazdım, ama bu kez düşünürken onu büyümekten çekinen yönüyle de tanıyorum. Büyümek, reel politiği kanıksamak, yalancı ittifakların sihrine inanmış gibi görünmeyi kendine yedirmek demek. Benzeri, ajanslardan akan yüzlerce haberden birini az önce okudum: “İzmir’in Çeşme ilçesinde, Afganistan uyruklu kaçakları taşıyan lastik botun batması sonucu biri bebek, 6 çocuk öldü.”
Biz yıllardır Hanzala’yı sırtı bize dönük görmeye alıştık. Onunla yüz yüze gelmeye halimiz yok aslında. Kendimizi bir karşılamaya hazırladığımız da söylenemez. Geçtiğimiz Çarşamba, Kudüs’ün İngiliz işgali altına girişinin 98. yıl dönümüydü. Bu işgali hazırlayan ve sürdüren sebepler üzerine uzun erimli bir çalışma yaptık mı acaba? (Tevafuk, Birinci İntifada da 1987’de aynı tarihte başlamıştı.) TİKA’nın Filistin’de faaliyet gösteren koordinatörlüğü dışında Filistin üzerine kapsamlı çalışmalar yapan bir kuruma sahip miyiz, bilmiyorum.