Aylardır uzak olduğum Türkiye’ye Seattle’da ansızın bastıran kar fırtınası günlerinde döndüm. Bothell’dan havaalanına giderken uçuşlarla ilgili olumsuz bir haber yoktu hava raporlarında. Kar yağışı birkaç gün önce başlamıştı, ama okullar tatil edilse de havayollarının uçuşları her zamanki gibi sürüyordu. Hafta sonuna doğru başlayan fırtınanın 10 Şubat Pazar günü öğle saatlerinde sona ereceği söyleniyordu. Gelgelelim kar yağışı hızlanmıştı, arabanın penceresinden baktığımda kardan yaprakların uçuştuğunu görüyordum, kar tanelerinin değil.
Yolcu salonuna geçerken bazı uçakların kayma nedeniyle uçamadığını, bu yüzden bir tıkanma yaşandığını, uçuş saatimizin tehir edilebileceğini öğrendik. Gerçi uçağa geciktirilmeden alındık ve saat 13.00’de, dokuz saate yaklaşan bekleyişimiz başladı. Yapılan anonslarda yoğun kar yağışının buzlanmayla birlikte sürdüğü, pistte kayma tehlikesine rağmen uçma ihtimalinin yüksek olduğu belirtilse de son anonslardan birinde, buzlanma aynı şekilde devam ederse otele yerleştirileceğimiz duyuruldu. Ayrıca, isteyen yolcular uçuş hakları saklı kalarak uçaktan ayrılabileceklerdi. Dört veya beş yolcu uçağı terk etti bu anonstan sonra. 19:30 civarında pilot umut verici bir açıklama yaptı. Kar yağışı yağmura dönüşünce uçma ihtimali güç kazanmıştı. Ancak bizden önceki iki uçağın uçuşa hazırlanmasını beklemek zorundaydık.
Doğrusu zor bir bekleyişti. Uçak kaynar sularla yıkanırken içerideki hava sıcaklığı bir hayli yükseldi. Sonra ilaçlanma faslı başladı. Ardından yavaş adımlarla uçuş pistine yöneldi uçak ve havalandı. Bir alkış koptu. Kaynar sularla yıkanma sırasında mı oldu bilmiyorum, eve geldiğimde bavulumdaki eşyaların ıslandığını gördüm.
Bu mevsimde yağmurla gelen fırtınaya alışık Seattle’lılar, ancak kar fırtınası belirsizliklerla dolu bir tehdit. Havalide benzeri ağırlıkta son kar fırtınası 1949’da yaşanmış. İnsanları eve kapanmaya zorlayan kar yağışı Cuma günü öğleden sonra başlayıp Pazar günü öğlene kadar iki gün sürecekti hava raporlarına göre.
İnsanlar iki gün “neftlix and chill” olacaklardı; benzeri eve kapanış durumlarda kullanılmaya başlayan bir terkip bu. Cuma akşamı alış veriş için çıkan kızım Fred Meyer marketlerinden bir fotoğraf göndermişti. Fırtına paniği yüzünden bütün raflar boşalmıştı, sadece iki gün eve kapanılacaktı oysa. Kar fırtınası ulaşımı aksattırken mahsur kalma korkusu da oluşturuyor. Bu yüzden de insanlar günlerce evlerinde mahsur kalacakmış gibi marketlere hücum ettiler.
Washington Eyaleti göz alabildiğince uzanıp giden geniş ormanlık alanlarla kaplı, yerleşim birimleri arasında uzun mesafeler var. Bu ıssızlık ve fırtınanın sürprizleri çeşitli kurgulara bir felaket beklentisi gerilimi şeklinde yansıyor. 2011’de West Virginia’da, İclal Birtek ve Kemal Birtek kardeşlerle birlikte Canaan Valley’e giderken de benzeri bir gözlemim olmuştu. Şiddetli yağmur altında ormanlık bölgede yol alırken fırtınanın devirdiği dev bir ağaç yolumuzu kesmişti. Üstelik zifiri karanlıktı ortalık. Amerika’da yaşayan Türkiyeli Müslüman aileler topluluğunun bir kültürel örgütlenmesi olan Wisdom Grubu’nun programı için yola çıkmıştık, programın aksamaması gerekiyordu.
Medeniyetin çeşitli ihtiyaçlara bağımlı kıldığı insan tabiat karşısında ne kadar kırılgan olduğunu fark ediyor, karanlık bir gecede, bir ormanın ortasında. Geniş arazilerde yaşayan Amerikalıların silahla ilişkisini belirleyen de böyle bir güvensizlik. Bush bir bakıma açık sözlüydü. İlk Irak işgali sırasında kendisini protesto eden vatandaşlarına, “Benden geniş araziler, bu geniş araziler içinde büyük evler, büyük arabalar istiyorsunuz. Ben bunları size nasıl bulacağım” diye sormuştu. Stanley Kubrick filmlerini çağrıştıran sahneler yeni bir ifade kazanmıştı gözümde West Virginia yolculuğu sırasında. “Issızlığın ortasında” kimseye güvenemeyeceğinizi öğretiyor verili sistem, kendi tedbirlerinizden başka.
Seattle’da hayatın normal akışı içinde insanlar yaşadıkları evden kapısını kilitlemeden birkaç saatliğine ayrılabiliyor oysa. Geniş orman arazisi içine yerleştirilmiş, ulaşımın yüksek oranda özel araçlarla sağlandığı sitelerde suç işleyecek kişinin saklanması imkansız. Normal işleyen düzende ıssızlık bir konfor, evsizlik bir medeniyet kazası. Ancak “normal” düzenin aksaması, mahsur kalma korkusuyla birlikte vahşi Batı söylencelerinin kabuslarını geri getiriyor. İki günlük “Netflix and chill” düzeninin sahneleri tanımlanması zor korku ve tehditlerle canlanıyor benliklerde.
“Zombi”li filmlerle komşu ile bağların kopukluğu, komşu ıssızlığı arasında bir bağ var. Susanna Bier’in Josh Malerman’ın eserinden uyarladığı Bird Box’ta Sandra Bullock’ın canlandırdığı kahraman iki çocuğunu bize gösterilmeyen uğursuz bir varlığın etkilerinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bu uğursuz varlığın etkilerinden korunmak için ise insanların görmemeyi başarması gerekiyordu.
Ağaçları kökünden söken, yolcuyu yolundan eden, insanları evlerine kapatan fırtına, “kıyamet sonrası” (post-akopaliktik) sinemada dışavurulan korkuları da boca ediyor ortalığa. Bastırılmış kültürel meseleler bir süreliğine tartışmaya açılıyor. Komşuyu ve sokağı kaybeden bir medeniyet silahlanmaya rağmen kendini nasıl güvende hissedebilir? Ancak görmemeyi başarmak yoluyla bir kurtuluş umabileceğiniz uğursuz varlık nasıl bir tehdidi temsil ediyor olabilir?