Yol bereketi ya da Bülbülzade kadınları

Bülbülzade Vakfı’nda faaliyet gösteren kadınlarla 13 yıl önce Doğu Konferansı yolculukları kapsamında Suriye’ye giderken Gaziantep’te tanışmıştım. Yıllar geçerken onlar faaliyetlerini genişlettiler. Yurdun dört bir tarafında kadın üyeleriyle Kuzuluk’ta, Kızılcahamam’da yaptıkları toplantılara katıldım. Birçok vakıf ve cemaat devletin imkânlarıyla kabuk ve söylem değiştirmeye gönül indirirken onların alternatif kamular oluşturma çabası hiç bitmedi.

Geçen hafta sonu Van’da, Yüzüncü Yıl Üniversitesi kampüsünde gerçekleşen “Değerler ve Desenler” başlıklı sempozyum da bu yorulmak bilmeyen faaliyet ağının, düşünme ve eylem çağrısının süreğinde kurulan Akadder (Anadolu Kadın ve Aile Derneği) tarafından gerçekleştirildi. Sempozyuma ilk gün katılamadığım için bütün oturumları takip edemedim. Ancak dinlediğim kadarıyla belli başlı kaygının söz söyleme meşruiyetini korumak olduğu söylenebilir. Kapanış konuşmasında Anadolu Platformu Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Aldemir, “İçine düştüğümüz sığlıktan kurtulmak için bir aradayız” dedi.

Okurluk yıllarının ilginç hatıraları, hepimizin aşina olduğu İslamiyet’i öğrenme sürecinin bir hayli zor ve netameli “yaşama” atakları, nihai planda neyi öğretmeliydi? “Bizlere fısıldayanların” oluşturduğu güçlü hislerden söz etti Aldemir. “Korunması gereken korunurdu.” Bu şekilde hatırlayabilince insan, kardeşlik bir ütopya olmaktan kuruluyor.

Akadder Başkanı Rabia Aldemir’in sempozyumun açılış konuşmasının videosunu izledim daha sonra. Ne hızlı bir okuma labirentiydi geçtiğimiz! “Televizyon olduğu için girmediğimiz odalar”ı hatırlattı Rabia. Sahih olan “beraber” öğrenmenin faaliyetiydi. Okuduklarını hayatla birlikte, hayatı ise okuduklarıyla düşünenler, söylemlerinin siyasetin çekişmeci ve rövanşist dili içinde heba edilmesini büyük bir kayıp olarak görüyorlar. Fakat elbette bu yaşanan sürecin muhasebesine ihtiyaç duyuyor fikirlerimizin akışı.

İslamcı dalganın siyasi tecrübesinden yıllar sonra geriye kalacak olan nedir? “Geçmişin İzinde Geleceği Aramak” başlığını taşıyan üçüncü oturumun moderatörü Vahdettin İnce, kendi adlandırmalarımızı yapamayışımızın, kavramsallaştırma hususunda yetersizliğimizin altını çizdi. Mustafa Ekici, edebiyatın ve sanatın yüzyıllardan bu yana oluşturduğu etkiyle insan evladında hissettirdiği varlığın ürpertisini tasvir etti. Yıldız Ramazanoğlu, edebiyata niye ihtiyaç duyduğumuzu ve edebi metnin nasıl oluştuğunu anlatan heyecanlı bir tarih yolculuğuna çıkardı bizi. Ben “Kent ve Estetik” başlıklı konuşmamda estetik olana etik soruları ihmal ederek ulaşamayacağımızı dile getirdim. Ve elbette şu önemli soru üzerine düşünelim istedim: Yaşama önceliği kime ait, güvenlik özellikle kimler için?

Küreselleşmenin bizlerin modernleştirilmesine dönük şiarlarını da irdeledim böylelikle: Tüketim, Yenilik ve Güvenlik. Sürekli cilalamaya çalışıyoruz varlığımızı yeniliklerle, tüketim farklarında birbirimizi yaralıyor ve türdeşlerimizle yüksek duvarların arasına çekiliyoruz. Birbirinden öğrenme, birbirine şifa olma ortamları kaybedildiğinde kardeşlik ruhu da silikleşiyor. Şehir de kentleşiyor böylelikle. Peki ya kırsalda neler olup bitiyor? “Elbistan’da termik santral yüzünden ya kanseriz ya astım” diye anlattı Mürüvvet Pak. Bu, okunup geçmekle kalınacak bir cümle değil.

Her şeyin tam olarak işte böyle olması gerektiği noktasında kalacaksa sözümüz, akletmek niye var? Her şey olduğu haliyle makulleştirilebiliyorsa, eleştirel akıl nasıl geliştirebilir düşüncemizi… Bu sorular sempozyum konuşmalarında farklı bir şekilde hep dile getirildi.

Konuşmazsak nasıl bileceğiz? Okumazsak nasıl fark edeceğiz? Van Sempozyumu’nun en etkileyici bulduğum bölümü ilk akşam gerçekleştirilen atölye çalışmalarıydı. Birlikte yaşamanın edebiyattaki temsili, medya, aile, kültürel iletişimde özgünlük, toplumsal güven gibi başlıklar altında söylenecek söz kalmış mıydı? Muhasebe, yeni tespitlerin de zemini. Anadolu’nun dört bir tarafından ve İstanbul’dan gelmiş olan bu yapıcı ve güler yüzlü kadınların tartışma ortamına kısa bir süreliğine de olsa katılma şansına sahip oldum. Taşıdıkları inanç ve güven elbette kendi dönemlerinin ifadelerine sahip, beri taraftan Müslüman kadınlar hiçbir zaman muhafazakâr muhayyilede gösterildiği şekilde dünya meselelerine, ülkelerinin sorularına “kapalı” bir hayat sürdürmediler.

Atölyeleri Fatma Taş gezdirdi bana. Urfalı bir genç kız Fatma, ancak 22 yıldır ailesiyle Antep’te yaşıyor. Açık Öğretim kanalıyla sosyoloji öğrenimi görmüş Fatma da diğer Bülbülzade Vakfı kadınları gibi faaliyetlerini okumayla birlikte sürdürüyor. Lise birinci sınıftayken bu vakfın gençlik faaliyetleriyle tanışmış ve 16 yıldır bu faaliyetlere destek oluyor. Dolayısıyla Akadder çalışmalarının da içinde. “Bana verilen emeği aynı şekilde ben de çalışmalarda yer alarak başkalarına vermeye çalışıyorum” diye anlattı bana.

Hidayet Tuksal ile ancak otel kahvaltısında görüşebildik ve Van’ın büyülü sahnelerini konuştuk. Bir ay kadar oldu, Başkent Kadın Platformu’nun davetiyle Ankara’daydım. Sorular ve sahneler iç içe geçiyor. Besbelli Van Gölü’nü görmeden döneceğim İstanbul’a. Vanlıların güler yüzlü ve nazik insanlar olduğunu geçmiş yolculuklarımdan da biliyorum. Sempozyum düşünceleri salonlara sığmıyor. Bir önceki gün girişteki salonda küçük bir açık oturum gerçekleştirmiştik: Üniversitenin Geleneksel El Sanatları bölümünden Zübeyde Tapan, Anadolu Platformu’ndan Serap Tekin Nas, Adıyaman Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi Öğretim Üyesi Zeynep Bilen, bir yıl kadar önce Sabiha Gökçen Havaalanı’nda tanıştığım Osmaniye’den Dürdane Ateş… Anadolu Platformu’nun ve Akadder’in faal üyelerinden Kamer Çamurluoğlu ile daha geçen hafta İstanbul’da bir programda karşılaşmıştık.

Genç bir öğretmen olan Rüveyda Kaya, Van’da öğretmen olarak bulunduğu üç yıllık dönemi anlatırken, “Vatanını sevmek Van’da belli oluyordu, sürekli PKK’nın tehdidi altındaydım” diye anlattı. PKK tarafından dağa çıkmaya zorlanan öğrencilere hangi kelimeler uzanabilir, nasıl bir dil, nasıl bir söylem… Rüveyda, yaralanma dâhil yaşadığı bütün zorluklara rağmen öğrencilerine hayatın imkân ve ihtimallerini anlatmayı sürdürmüş.

Değerler ve Desenler Sempozyumu’na katılan kadınların her birinin mazisinde kapatılan kapılar, ağır hakaretler, susturma ve uzaklaştırma cezaları var. Tek tek konuştuğunuzda zaten bildiğiniz gerçeklere yeni hikâyeler katılıyor. Rabia Aldemir’in açılış konuşmasında da anlattığı gibi, hiçbir zaman “birlikte” okumayı bırakmadılar, bu yüzden de ne yas iklimine mahkûm oldular ne de rövanş arzusu tarafından engellendiler. Sözlerini sakınmadı, bilgilerini esirgemediler. Dernek ve vakıf kurdular, “korunması gerekenin korunması” için.

Ortaöğretim kampları, çocuk istismarına karşı kampanya, kermesler, muhacir çalışmaları, yetim çalışmaları…  Hızla aktı zaman ve biz az sözle ne çok şey konuştuk! Bülbülzade Vakfı kuşkusuz tek başarılı örgütlenme değil Anadolu’da ama farklı beldelerde yaşayan kadınlar arasındaki bağı en iyi kurmanın örnekliğini sergilediği açık. Bunu da söylemlerini yenileme cesareti ve samimi kardeşlik diline borçlu.