Sultan II. Abdülhamit, tahta geçtiğinde sütkardeşi olan İsmet Bey’i esvapçıbaşı olarak himayesine alarak yanından hiç ayırmamıştı. İsmet Bey dürüst, namuslu ve gayet terbiyeli bir insandı. Sultan’ın çok yakınında onca sene görev yapmasına rağmen bulunduğu makamı asla istismar etmemişti. Kendisine ihsan edilenlerle yetinmeyi bilmiş, fazla malda gözü olmadan ihtirassız bir ömür sürmüştü. Vefat ettiğinde de geriye başkaları gibi bir servet bırakmamıştı. Lakin İsmet Bey’in oğlu Fehim Paşa yaptıklarıyla ne yazık ki mezardaki babasının kemiklerini sızlatacak bir hayat yaşadı ve feci şekilde can verdi.
İstanbul’da terör estirdi
İsmet Bey’in en büyük evladı olan Fehim Paşa, henüz çocuk yaşlarda Padişahın huzuruna çıkmış, kendini sevdirmiş ve bu sayede hünkâr çavuşluğuna tayin edilmişti. Fehim Paşa’yı evlatlarından ayrı tutmayan Sultan II. Abdülhamit onu Harbiye Mektebinde zadegân sınıfında okutmuştu. O yıllarda babasının ismiyle sarayda kısa sürede yıldızı parlayan paşa, askeri rütbeleri fazla beklemeden alıyor, yaşıtları idadi mektebine devam ederken o hünkâr yaveri olup miralaylığa yükseliyordu. Ancak Fehim Paşa, Harbiye Mektebinde okurken yaverlik görevini de ifa etmesinden dolayı eğitimine tam olarak devam edememiş, dolayısıyla doğru dürüst okuyup yazmaktan mahrum kalmıştı. Buna rağmen kısa zamanda Yâver-i Husûsi unvanını alan Paşa, sırayla önce Liva (Tuğgeneral), ardından Ferik (Tümgeneral) ve son olarak Birinci ferikliğe (Orgeneral) yükselerek göğsünü nişanlarla, altın madalyalarla süslemişti.
Fehim Paşa, sarayda kendisine sağlanan bu imkânların verdiği güç sarhoşluğu içerisinde bir süre sonra etrafına korku salan bir adam haline geldi. Son derece müzeyyen arabasıyla geçtiği sokaklarda terör estiren Paşa’nın etrafında bir takım dalkavuklar, serseriler toplandı. Bunlar arasında Yahudiler, Ermeniler hatta Araplar dahi vardı. Şantaj, hafiyelik, gasp gibi her türlü belaya bulaşan bu güruh paşanın bir nevi fedaileriydi. Bunlar Paşa’nın gideceği istikamette yol vermeyen arabacıları durdurup tartaklar, hatta karakolda da bir güzel falakaya yatırıp darp ederlerdi. Yine Paşa’nın emriyle büyük mağazaları, ticarethaneleri haraca bağlayan mafyavari tipler tehdit yoluyla paralar sızdırır bu haberler sadece İstanbul’da değil taşrada da duyulurdu. Ferikliğe kadar yükselen bir paşanın çevresine ve şehir ahalisine yaşattığı bu zulüm karşısında mağdurların şikâyeti mabeyne kadar gelse de kimse korkudan kılını dahi kıpırdatamaz dolayısıyla mesele padişaha kadar ulaşamazdı.
Sarayın jurnalcisi
Devlet erkânı içerisinde kendisine rakip olabilecek kimselere karşı da kin besleyen Fehim Paşa, siyasi iktidara karşı muhalif duruşuyla bilinen Müşir Fuat Paşa’yı gözüne kestirmiş, Paşa’nın konağını şüpheli kişiler girip çıkıyor bahanesiyle takibe almıştı. Konağa gelen misafirleri dahi sorguya çeken Fehim Paşa’nın fedaileri sonunda hane halkını çılgına döndürmüş, Fuat Paşa maiyetindeki adamlarla bunları yakalatıp bir temiz dövdürmüştü.
Yaşanan hadiseyi içine bir türlü sindirmeyen Fehim Paşa mutlaka intikamını almalıydı. Bu yüzden o devrin en kolay yolunu seçti ve ortaya korkunç bir iftira atarak amacına ulaştı. Saraya “Müşir Fuat Paşa konağında ihtilal yapmak için görüşmelerin yapıldığını haber alınca bir baskınla onları yakalamak istediğini lakin konakta bulunanların kendilerine silahla karşı koyduğunu” ifade eden bir jurnal uçurdu. Bu iftira, Fuat Paşa’nın rütbesinin indirilerek Şam’a sürülmesine sebebiyet verdi. Bununla da yetinmedi, Fuat Paşa’nın damadıyla ilgili gönderdiği üç jurnalle Paşa’nın divan-ı harbe sevk edilip, sonraki hayatını fakirlik içinde yaşamasına neden oldu (Bu hadisenin ortaya çıkmasında Fehim Paşa’nın Müşir Fuat Paşa’nın kızında gözü olduğu yönünde bilgiler de var). Bu vaka sonunda kibri bir kat daha artan Fehim Paşa’yı artık kontrol etmek mümkün görünmüyordu.
Ve acı son
Fehim Paşa’nın sonunu Beyoğlu’nda bir Alman hanımı kaçırma girişimi getirdi. İngiliz ve Alman gazetelerine de haber olan bu rezalet hadise üzerine Alman elçisi Baron Marshall, Sadrazama çok ağır bir şikâyet mektubu yazdı. Durumdan haberdar edilen Sultan II. Abdülhamit, Almanya ile ilişkileri bozulmaması adına Fehim Paşa’nın bir an evvel Bursa’ya sürülmesini emretti. Paşa bunun üzerine Nişantaşı’nda bulunan konağındaki eşyalarını apar topar bir gemiye yükledi ve Mudanya üzerinden Bursa’ya doğru yola çıktı. Çekirge semtinde bir konağa yerleşti ve burada Sultan’a mektuplar yazarak affedilmeyi bekledi.
Eski hovardalıklarından eser kalmayan Fehim Paşa’nın konaktan dışarı çıkması yasaktı. Bu zorunlu ikametin üzerinden beş ay sonra II. Meşrutiyet ilan edilmiş, Sultan Abdülhamit’in iktidarı sarsılmış, eski jurnalci ve hafiyeler can korkusuyla Anadolu’nun ücra köşelerine kaçmaya başlamışlardı. Elbette Fehim Paşa da bu durumdan nasibini alacaktı. Sultan’ın eski gözdesi Bursa’dan kaçıp köylerden birine sığınmak için harekete geçmek istese de konağının önünde uzun süredir nümayişte bulunan topluluk buna müsaade etmedi. Sabahın erken saatlerinde kiraladığı bir arabayla kaçma teşebbüsünde bulanan Fehim Paşa, Yenişehir civarında kendisinden intikam almak isteyenler tarafından yakalandı (İstanbul’dan bir ekibin sırf Paşa’yı ortadan kaldırmak için Bursa’ya geldiği söylenir). Eline taş, sopa, kürek ne varsa alan bu gözü dönmüş kindar güruh Fehim Paşa’yı linç etmek suretiyle oracıkta öldürdü. Yaşanan bu hadise hem eski jurnalcilere hem de saray erkânına acı bir tecrübe oldu.