Alman askeri yetkililer, New York’tan Liverpool’a gitmek için 1 Mayıs 1915 yılında yola çıkan yaklaşık otuz iki bin tonluk Lusitania Gemisinin deposunda, İngiltere’ye ulaştırılmak üzere sekiz binin üzerinde sandık dolusu mühimmat bulunduğu iddia etmiş, bu seyahatten vazgeçilmesi hususunda çok ciddi uyarılarda bulunmuştu. Ancak aralarında ünlü oyuncuların, yazarların, Amerikalı zengin iş adamlarının olduğu 1258 yolcu (701 mürettebat) taşıyan bu devasa geminin tüm bu uyarı ve tehditlere rağmen rotasından vazgeçmemesi, büyük bir faciayı beraberinde getirdi. Lusitania, 7 Mayıs 1915 günü bir Alman denizaltısının torpidosuyla okyanusun karanlık sularına gömüldü lakin hiçbir zaman Titanik vakası kadar dünya kamuoyunu meşgul etmedi.
Almanlar önceden uyarmasına rağmen…
İngilizler tarafından inşa edilen Lusitania, hem teknolojik açıdan hem de lüks ve konfor bakımından çok üst düzey bir gemiydi. Atlantik sürat rekorunu taşıyan gemiye “Atlantik Kraliçesi” unvanı verilmişti (Mavi Kurdele sahibi idi). İngiltere-Amerika arasında daha evvel sorunsuz bir şekilde yolculuk yapan Lusitania, I. Dünya Savaşı yıllarında ciddi bir tehditle karşı karşıya kaldı zira Almanlar 8 Şubat 1915 yılında Berlin’de aldıkları bir kararla İngiltere ve İrlanda arasında kalan sahada görülen tüm ticaret gemilerini batırılabileceklerini açıklamışlardı. Bu uyarı 1915 yılının Mayıs ayı başlarında New York gazetelerinde de haberleştirilerek okuyuculara duyuruldu (aynı sayfada Lusitania’nın yakında Liverpool’a geri geri döneceğine dair bir reklam da bulunuyordu). Amerikan yönetiminin ise bu büyük savaşta önceleri tarafsız kalınacağını ilan etse de önemli bir ticari partner olarak kabul ettikleri İngiltere’ye olan yardımları biliniyordu.
Zikzak çizerek ilerlediler
Uyarıları dikkate almayan kaptan William Thomas Turner, tedbir amaçlı olarak o yıllarda henüz savaşa dâhil olmamış Amerikan bayrağını Lusitania’ya çekip 1 Mayıs 1915 yılında İngiltere’ye doğru yola çıktı. 6 Mayıs günü Almanya’nın “Savaş bölgesi” olarak kabul ettiği deniz sahasına girildiğinde Güney İrlanda sahillerinde denizaltıların dolaştığına dair bir telsiz ihbarı aldı. İngiliz Amirallik Dairesi Turner’a azami süratle ilerlemesini ve Saint Georges kanalından geçerken sahile fazla yaklaşmamasını ayrıca denizaltıların torpidolarından korunmak için zikzaklar çizerek ilerlemesini tavsiye etti. Tüm tedbirlerin alındığı gemide kaptan rahattı zira Lusitania’nın hızı saatte 21 mil iken denizaltılar ancak saatte 7-8 mil sürat yapabiliyorlardı. Lakin görüş açısını ciddi anlamda sıkıntıya sokan sis yüzünden gemi yavaş gitmek durumunda kalmıştı. Kaptanın hızını düşürmesinin bir haklı sebebi de Lusitania’nın büyük tonajından dolayı Liverpool Limanına suların en yüksek seviyedeyken yanaşması zorunluluğuydu. Erkenden varacak olsa ya beklemek zorunda kalacaktı ki bu da kolayca düşman için hedef haline gelmesi demekti ya da karaya oturma riskini göze alacaktı. Bu arada yolcular olan biten her şeyden habersiz bu güzel yolculuğun tadını çıkarıyordu.
7 Mayıs sabahında büyük bir endişeyle yoluna devam eden Lusitania’ya, U 20 tipi bir Alman denizaltısından torpido fırlatıldı. Kaptan Turner gemiyi kurtarmak için dümeni kırsa da ikinci torpidodan kaçamadı. Gemi sancak tarafından vurulmuş, kısa bir süre sonra tankerlerin de alev almasıyla büyük bir patlama meydana gelmişti. Yolcular neye uğradıklarını şaşırmış halde sağa sola kaçışırken can havliyle filikalara doğru hücum edenler arbedeye neden olmuş, yüzlerce insan denize düşmüş, üst üste yaşanan patlamalar Lusitania’yı batırmaya başlamıştı. Kaptan Turner’in gemisini kurtarma ihtimali artık mümkün değildi.
Facia mı komplo mu?
On sekiz dakikada sulara gömülen bu devasa gemide hayatını kaybeden 1198 yolcudan 128’i Amerikan vatandaşıydı. Felaket haberi çabuk duyulmuş, yardım gemileri tüm hızıyla olay mahalline doğru harekete geçmişti. Batan gemiden sadece 761 kişi kurtulabildi (gemiye birden fazla denizaltının saldırdığı sonradan anlaşıldı). Almanlar bu saldırının gerekçesi olarak Lusitania’nın İngiltere’ye ulaştırılmak üzere 173 ton mühimmat taşıdığını ileri sürdüler (muhtemelen bu doğruydu zira gemideki şiddetli patlamalar bunu işaret ediyor). Dünya, Amerika’nın bu hadiseden sonra hemen savaşa dâhil olacağını beklerken hükümet tarafsızlık politikasına sadık kalarak saldırıyı kınamakla yetindi. Almanya ise bir daha böyle bir girişimde bulunmayacağına dair söz vermesine rağmen Kasım ayında bu sefer bir İtalyan ticaret gemisini batırarak yirmi beşi Amerikan vatandaşı olmak üzere iki yüz elli kişinin ölümüne daha neden oldu. Elbette bu durum Amerikan kamuoyunun Almanlara karşı nefretini arttırmış, hükümet artık zor durumda kalmıştı (özellikle Amerikalı iş adamları, devletin savaşa girmesini istiyor, İngiltere’ye verdikleri kredileri geri alamama endişesini taşıyordu).
Amerika savaşa dâhil oldu…
Almanların denizaltılarla yine gemileri vuracaklarını açıklaması Amerikan hükümetinin tüm diplomatik ilişkileri kesmesiyle sonuçlandı ( bu arada Amerikan savaş gemileri üç gün içerisinde bir Alman denizaltısını batırmayı başarmıştı). Nisan ayına kadar iki devlet arasında süren bu sessiz gerginlik 6 Nisan 1917’de Amerika’nın savaşa dâhil olmasıyla farklı bir boyuta taşındı.
Hafızalardan silinmeye çalışıldı
Lusitania’nın hayatta kalan yolcuları ise saldırının ardından geminin sahibi olan Cunrad Line Şirketini mahkemeye verdi. Mahkemeye sundukları en ciddi iddia yolcu gemisi kılıfıyla İngiltere’ye cephane taşınmasıydı zira bu yolculukta kendileri adeta yem olarak kullanılmıştı. Açılan davalar tam üç yıl sürdü fakat istenilen netice alınamadı. 7 Mayıs 1915 yılında yaşanan bu facia ayrıca hiçbir zaman Titanik’in batışı kadar ses getirmedi, sanki görünmeyen bir irade Lusitania’yı hafızalardan silmeye çalıştı.