Yezid’in gerçek yüzünü gösteren şehadetler

Bu günlerde nedense Sümeyye binti Habbat ile eşi Yasir’i düşünüyorum. Doğru bildiklerinden pes etmeden, Hakikat’ı inkar etmeden işkence altında ölmeyi tercih eden sahabeleri. Kureyşilerin putlarını inkar eden Sümeyye ile Yasir putperest Mekke yöneticileri tarafından öldürülmüş. Zalimler putperest, mazlumlar inançlı. İnançlarından ve doğruyu savunduklarından dolayı idam edilmişler.
Sonra, sonra etrafta putperest kalmamış. Herkes Müslüman olmuş. Tek Tanrıya inanan Kitap Ehli dinini yaşamaya devam etmiş. Bir hoşgörü, bir saygı ortamı. Şükür, putperestler dönmüş, karanlık dönemi bitmiş… Ümmet sevinç çığlıkları atıyor. Ne ala, alemde zulüm sona ermiş… Öyle sanmışlar, galiba…
Bu günlerde nedense Kerbela Savaşını düşünüyorum. Bir tarafta otuz bin kişilik Yezid’in ordusu. Bir tarafta da kuşatma altında susuz, aç Peygamber’in sülalesi. Yezid bin Muavi dönemin halifesi. Hüseyin bin Ali tebası olacak. Hüseyin ve yanındakiler bildikleri doğrudan, Hakikat’ten vazgeçmemiş. Yeni koşullara, yeni uygulamalara baş eğmemiş. Sinan bin Enes’i, Şimr bin Zi’l Cevşen’i düşünüyorum. İsimler önemli değil, günlerce susuz bırakılarak işkence yaşattıktan sonra Hüseyn’in başını kılıçla kesen Yezid’in askerini düşünüyorum. Mızrağa takılan Hüseyn’in kafasını. Daha düne kadar sevgili Peygamber’in kucağında yatan Hüseyn’i düşünüyorum. Doğruyu, Hakikat’ı savunduğu için, zalimin zulmüne göz yummadığı için şehit edilmiş. Hüseyn’in şehadeti tarihe net bir şekilde Yezid’in gerçek yüzünü göstermek için mi gerekliydi? Ümmetin bir görmesi, bir daha oyuna gelmemesi için mi?
Bu günlerde Mansur’u düşünüyorum. Hak olduğu, Hakikat’ı savunduğu için idam edilmiş. Leduni bir sırrı, tek Hakikat’ı. Hakikat bir bütündür, ister dünyevisini, ister uhrevisini savun, o birdir. O Bir’dir, Tek’tir. Kimi rivayetlere göre halife ve etraftakilerin hazinedeki mal varlığına taptıklarını ima ederek iktidarın düşmanlığını kazanmış. Veya başka sebepler. Vücudu parçalanarak öldürülmüş. Hamid bin Abbas’ı sadece tarih kitaplarında, Mansur’un idamıyla anıyorlar.
Bu günlerde Seyyid Nesimi’yi, Hamza Bali’yi düşünüyorum.
Bu günlerde sevdiğim Niyazi-i Mısrı’yı düşünüyorum. Ayağındaki bukağıyla Limni’ye sürgün edilmesini. Hakikat’ı savunduğu, Hakkikat’ı konuştuğu için. Sırr’ı ifşa ettiği için mi, hükümdarı hatalarından dolayı uyararak ümmet’i uyandırmak, fabrika ayarlarına getirmek istediği için mi?
Bu günlerde Gradaçats’lı, Bosnevi Hüseyn Kaptan’ı düşünüyorum. Gözü önünde, Osmanlı’ya karşı ayaklanan, sürekli sorun çıkaran Geberanlara belirli haklar verildiğinde, Osmanlı Devleti’nin en batısından en doğusuna kadar kanını, canını, malını esirgemeyen Müslümanlar’a da eşit hakların verilmesi talebinde bulunan Hüseyin. Bunu bir Beytü’l-İslam olan Osmanlı Devletinden talep etmiş. Sırrını mı ifşa etmiş, hak ve hakikatı mı savunmuş… İdam edilmiş.
Bu günlerde iki menkıbeyi düşünüyorum. Biri, halk hikayemiz, çocukluğumda duyduğum Çar Trayan’ın keçi kulakları var diyen berber hikayesi. Roma İmperatoru Trayan’ı nerden, nasıl bu topraklara getirip sözlü halk edebiyatına dahil etmişler, bilemeyeceğim. Neyse, yüzü normal, insan yüzü, vücudu da, uzuvların tümü insan uzuvları, sadece kulakları keçi kulak. Bildiğimiz keçi. Saç traşı için sarayına berberi getirtiriyor, sırrını ifşa etmemesi için uyarıyor, zavallı berber işini bitirdikten sonra eve gidiyor, ya hane ehline, ya komşusuna tutamadığı sırrı ifşa etti mi, arkasından giden casuslar hemen hem kendisini, hem de sırrını öğrenenleri idam ediyormuş.
En son, çarşıda bulunan bir berber gelmiş, bu keçi kulak sırrını kimseye açmayacağına yemin etmiş… Günler geçiyor, o sır zavallı berberin içini kemiriyor, uykusunu kaçırıyor, iştahsız bırakıyor. Karısına söyleyemez, hem onun hem de kendi hayatını tehlikeye atar, evlatlarını yetim öksüz bırakır… Bir gün, bu sır tutma imkansız hale gelince, bizim zavallı berber evinden çıkmış, bir ormana, bir vadiye gitmiş, orda kocaman bir çukur açmış, çukurun içine ‘Çar Trayan’ın keçi kulakları var’ diye fısıldamış. Casuslar duymuş, idam etmişler, neyse ki, başkasının hayatına mal olmamış bu sır. Açtığı çukurdan bir söğüt çıkmış, sürüleri otlamaya çıkan çobanlar söğüt ağacından düdük yapmış, düdük de ‘Çar Trayan’ın keçi kulakları var’ diye melodi yerine, anlaşılır bir şekilde, insan dili ile söylemeye başlamış.
İkinci hikayeye göre Hz. Ali Hz. Peygamberimizden öğrendiği sırları açtığı çukura atmış, çukurdan da kamış bitmiş. Kamıştan yapılan ney bu sırları anlatıyor. Nefesi sıcak olanlar, gönül kulağı açık olanlar, sırra layık olanlar bu sırları anlıyormuş.
Bu günlerde Cemal’i düşünüyorum. Yargısız başı kesilerek, vücüdü parçalanarak idam edilen Cemal’i. O da bir sırra vakıf olmuş olmalı, o da adaletsiz hükümdarı uyarmış olmalı. Bu sırrın arkasında, bu hakikatın arkasında Yemen’de öldürülen masumları, ağlayan anneleri, evsiz barksız bırakılmış zavallı insanları düşünüyorum. Suriye’deki DEAŞ tarafından katledilen, saptırılan masumları. Yıkılan evleri, camileri, türbeleri, alt üst edilen mezarlıkları… Kirli altınlarla susturulabilecek, zulmü görmezden gelebilecek alçakları, aşağılıkları…
Bu isimleri bilmediğimiz, sıradan insanların Arş’a kadar yükselen çığlıklarını duyabilmemiz için mi gerekliydi Cemal’in şehadeti? Yezid’in gerçek yüzünü bir sonraki nesillere göstermek için şehit düşmeye değer galiba. Tarihte en temiz, en seçilmiş olanlar bu şerefe naildi.