Bir veda, ara veya duruş yazısı

Aylardır içimde bu yazıyı yazıyorum. Ayrılık kısa da olsa selamsız gitmek hiç hoş değil. Siz sevgili okurlara, diğer yazar arkadaşlara, editörlere, dergiye ve en önemlisi kendime yakıştırmıyorum selamsız ayrılmayı. Hayır, dergi yöneticileriyle herhangi bir anlaşmazlık ya da herhangi bir olay söz konusu değil. Dört sene boyunca yazıp da tekrara düşmemek hiç kolay değil. Bir de size bir anımı anlatayım.
Yıllar önce katıldığım önemli bir toplantıda, uzun süredir görmediğim tecrübeli bir diplomatla karşılaştım. Koridorda sohbet ediyoruz. Salonda protokol konuşmaları yapılacak. Bir yetkilimiz mütercimle birlikte on dakika konuşma yapacak ama uzattıkça uzattı. Konuşma yaklaşık bir saati buldu. Bir yandan hasretimizi gideriyoruz, bir yandan konuşmacının sunumunu dinliyoruz. O sırada bu tecrübeli diplomat kulağıma küpe olacak bir şey söyledi: “Küçüklüğümde rahmetli babam bana, ‘Oğlum, İslam’ın kaç şartı var’ diye sordu. Ben de tam bir özgüvenle, ‘Beş’ dedim ve saydım, ‘Şehadet getirmek, namaz kılmak, ramazan orucunu tutmak, zekât vermek, hac vazifesini yapmak’ Babam, ‘Hayır oğlum, altı. Altıncısı da çok önemli. Haddini bilmek. Sınırını bilmek, yani ölçülü olmak’
İşte, ben de yazılarımın bir saatlik alakasız ve boğucu prokol konuşmasına benzemesin, tekrara düşmemeyeyim diye biraz ara vermeye karar verdim. Zamanı gelince durmayı bilmek önemli. Maskara olmamak için… Yazıda, akademide, belki de siyasette… Gururla çekilmek. Galiba yorulduğum için son zamanlarda biraz yük hissetmeye başladım. Yazılarım vazife değil, hırs değil, telif peşinde koşuşturmak da değil. Sadece aşk… Aşk yetmeyince yazamam. Aşkla yazılmayan her bir yazı boş ve etkili değil. Biraz dinlenme vakti. Malum, hamur da dinleniyor ve kabardıktan sonra pişiriliyor. Yiyecekler ham yenmez, ben de ham ürünlerimi sizlere yutturmam. Bir süre sonra -belki burada, belki başka bir yerde, belki de başka bir edebiyat türü ile- sizlerle tekrar buluşmaya niyetim, arzum ve ihtiyacım var. Sadakat önemli. Her daim gönlümün yarısı, bir ayağım, zihnim sizinle. Bir sonraki görüşmemize kadar hoş ve sağlıcakla kalın. İçinizdeki güzelliğe, milletinize ve vatanınıza her daim sahip çıkacağınızı biliyorum. Sizi tam da bu yüzden seviyorum.
Bir de şu an daha önemli konular, daha dikkat çeken bölgeler var. Onların sesi de önemli. Bir insan, bir Müslüman, bir Türkolog olarak Çin’deki Uygurların acılarını düşünüyorum. Yardım edemeyeceğim, bir şey yapamayacağım için de hüzünlüyüm. Kudüs yüzünden, Müslümanların ilgisizliğinden, korkaklığından da öfkeliyim. Susma sebeplerden biri de bu.
Dergi formatına, bu yazı formatına hiç uyumlu olmasa da kendimi şair tanıtmasam da bu yazı dizisini bir şiirle bitirmek istiyorum.
Gölge

Dedemin evi
Urumçi’nin kenarında
Mabetle bitişikmiş
Bahçesinde bir akdut
Gölgesinde bir sedir
Üstünde titreyen parmaklarla dokunmuş
Rengârenk bir halı
Her bir düğümünde
Mırıldanmış
Hüzünlü şarkılara karışmış dualar
Söylenecek her söz
Halı düğümlerine dönüşmüş
Boğazdaki düğüm
Kelimeleri
Çığlıkları
Geçirmez
Bir Çin Seddi

İki göz evde
Dokuma tezgâhı
Arkasında saklanmış
Seccade
Soran olursa
Desen örneği
Ninemin sandığından
Annesinin hatırası
İki göz evde
Altı çift göz
Gözyaşları sayısız
Sessiz
Ninem
Her gün dedemin yolunu
İş dönüşünü
Gözlermiş
Sağdaki mabedin yıkılışından
Bir iki gün evvel
Bir yol veya iş kazasında
İzi kayboluncaya kadar
Ses yok
Kelime yok
Çığlık da yok
Boğazdaki düğüm
Çığlıklarını
Kelimelerini titrek parmaklarla
Dokuma tezgâhına
Dokumuş
Dışardan gözleyen var diye

Mahmudumun Lügatı’nda
Bu hali anlatan kavram var mı?
Lügat mi, yoksa halıya
Dokumaya dökülmüş?

Onun ardından
Ninem içerden
Annemle babamın yolunu
İş dönüşünü
Kamp dönüşünü gözlerdi
Dışardan gözleyen ise
Kim bilir neyi beklerdi

Hiçbir yere giden yol yapımı için
Kocaman akdut ağacı kesildi
Ne sedir kaldı ne de halı
Urumçi’nin kenarı üstünde
Sadece bir gölge kaldı
İçinde
Mırıldanmış hüzünlü şarkılarla karışmış duaların
Yankısı