Google’ın her ayın sonunda gidip gezdiğiniz yerleri gösteren haritayı önünüze serdiği gibi içimdeki bir donanım bir önceki yılın valizini serdi önüme. Dağılmış, buruşmuş, birbirine karışmış hatıralar kaynıyor içinde. O kadar dolu ki boğazım, parmaklarım tıkanmış, fabrika çıkışında yorgun işçilerin otobüs kapısında itiştikleri gibi, sözcükler de kendi aralarında itişiyor. İşte bu sözcükler de, bir an önce cümle koltuğuna yuvarlanıp bir şekil alma hayaliyle rüyasız, yarım kalmış düşünce uykusuna dalıyorlar.
İçimden güzel bir şey yazmak geliyor. Mesela, Kasım başında bizim Leyla’nın daveti üzerine gittiğim Üsküp ziyaretimi. Sebep, Yahya Kemal Şiir buluşması. Kaybolan Şehir’in Bosnaca çevirisini götürdüm giderken. Ve Leyla ile Hüsrev’in varlığıyla, bir Mehmet ile iki Seyhan’ın varlığıyla, etraflarında toplanan genlerin varlığıyla şehrin kaybolmazlığını anladım. Sen kimsin Amina ki bu kadar kabaca koca Yahya Kemal’e dil uzatıyorsun? Medeniyet açısından kaybolmaması yeter. İşte, bu kaybolmazlığının arkasında bir emek, bu neslin ve önceki nesillerin emeği ve direnişi var.
Üsküp’e kaybolan şehir demek, orda kimliğini ve öz medeniyetini korumak için emek veren nesillere de, emeğe de saygısızlık. Orada ilk defa bir nostaljiyi hisettim. Kosova, Prizren’den gelenler, Kuzey Makedonya’daki ev sahiplerimiz, hepimiz aynı devlet içinde doğduk, aynı şarkıları dinledik… Türkü ve sevdalinka, çay ve kahve eşliğinde bir kahvede unutulmaz bir gece… (Yirmi yedi yaşımı geçirdiğim ortak devlet sınırları içinde Üsküp’e, Prizren’e, Priştina’ya bir türlü gidememiştim. İlkokul son sınıfta Üsküp ve Okri’ye okul gezisine gidecektik, ancak gezi tarihinden az önce Tito vefat ettiği için, tüm okul gezileri iptal edildi.)
Birbirimizi ne kadar özlediğimizi Üsküp’te anlamışımdır. Ülkeler arasına artık sınırlar konulmuş, ancak aramızda sınırların olmadığını anladım.Türkiye’de, Osmanlı Medeniyeti varisleriyle bir araya geldiğimde benzer bir his duyarım.
Aralık ayında da Bursa’ya, kitap fuarına davetliydim. Konuk ülke Bosna ve Hersek’ti. ‘Bosna Hersek’te Türk Edebiyatı Konumu’ başlıklı bir konferans verecektim. Fuar açılışında Belediye Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi eski başkanı, eski Başbakan yardımcısı ve beş dönem milletvekili olan Bülent Arınç açılış konuşması yaptı. Kulaklarıma inanamıyorum, gözlerime de! Gençler kitap okumaya, kütüphanelere gitmeye her türlü teşvik ediliyor. Bir de üst düzeyden. Ertesi gün bizim konferanslar var, Türkiye yazarları ve Edebiyat tarihçileri ve teorisiyenlerini ilgilendiren bir konuda sunum vermem gerekiyor, hani başkasının gözünde Türk Edebiyatı. Konferans verdiğimiz salonda Bursa’da okuyan Boşnak öğrencilerle bir iki de dernek mensubu var…
Demek, konuyla ilgili olanları konumuz ilgilendirmemiş. Organizasyona sözümüz yok, hem acaip ilgi görüyoruz, hem de misafirperverlik. Ön hazırlıklar yapılmış, duyurular, afişler, ilanlar, gözlerimle gördüm. Ancak salonda Bosna Hersek Büyükelçisi, Bursa’da okuyan Boşnak öğrenciler ve Boşnak dernek temsilcilerinden başka kimse yok. Hani, başka bir yerde Türk edebiyatının nasıl algılandığını merak eden edebiyat tarihçisi yok mu? Hani, başka bir yerde bir eserin veya bir yazarın tercih edilme sebeplerini öğrenmek isteyen edebiyat tarihçisi yok mu? Tercümelerin niceliğini ve niteliğini merak eden mütercimlik teorisyeni yok mu? Bu yerel yönetimin hizmetlerinden istifade edecek edebiyat öğrencileri, hocalar, yazarlar olsaydı daha da mutlu olurdum. Yoksa, edebiyatın önemi var mı?
Gerçekten, edebiyatın önemi var mı?
Evvelki gün, Bosna’da, küçük entitede, Ortodoks Noel kutlamaları nefret söylemi, ırkçılık gösterilerine dönüştü. Kör kütük sarhoş kutlayıcılar katliam ve soykırım yaptıkları yerlerde, korna çalarak, Boşnak Müslümanların yokedilişine çağıran şarkıları söylemişler. Mabetlere, mezarlıklara, katledilenelere hakaret! Yaptıkları zulümden özür dileyeceklerine, utanacaklarına, zulmü kutsamışlar. Sevdiğimiz İsa Peygamberin Dünya’yı teşrif etmesini kutlayacaklarına ona hakaret etmişler.
Evvelki gün Orta Doğu’da yeni bir savaş tehdidi başgösterdi. Peki, yeni bir savaşın başlaması için, bir önceki bitti mi? En güzel edebi eserlerin, en güzel filmlerin yetiştiği topraklar sırada… Avuç avuç verimli mana topraklarını yok ediyorlar. İşte boğazıma takılan sözler, hüznüm, ondandır.